Türkiye’de AIDS Konusundaki Yasal DüzenlemeleR
AIDS, İnsan Hakları ve Yasalar
Türkiye’de AIDS Konusundaki Yasal Düzenlemeler ve
Öneriler
TÜRKİYE HIV/AIDS ÖNLEME VE DESTEK PROGRAMI
Bu
kitap,
“Türkiye
HIV/AIDS Önleme ve Destek Programı”
kapsamında
Pozitif
Yaşam Derneği
Danışmanlığında
hazırlanmıştır
Hazırlayanlar:
Muhtar Çokar
Süleyman Anıl
Gürkan Sert
Şevki Sözen
Habibe Yılmaz Kayar
Murat Yüksel
Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir
SUNUŞ
HIV salgını ile ilgili olarak
yıllara dayanan deneyimler, HIV bulaşını önlemede ve HIV/AIDS’in etkisini
azaltmakta insan haklarının korunmasının ve teşvik edilmesinin ne kadar önemli
olduğunu göstermiştir. İnsan haklarının korunması ve teşvik edilmesi, hem
HIV’den etkilenen kişileri korumak hem de halk sağlığı hedeflerinden biri olan
HIV enfeksiyonuna karşı incinebilirliği azaltmada başarılı olmak, HIV ve
AIDS’in salgından etkilenen kişiler üzerindeki kötü etkilerini azaltmak ve
bireylerle toplumun HIV’e karşı verdikleri yanıtı güçlendirmek için gereklidir.
Genel olarak, insan hakları ve
halk sağlığının ortak amacı bütün bireylerin haklarını, haysiyetini ve refahını
korumak ve teşvik etmektir. İnsan hakları açısından bakıldığında, bu amaçlara
ulaşabilmenin en iyi yolu herkesin haklarını ve haysiyetini korumak ve teşvik
etmektir ve bunu yaparken ayrımcılığa uğrayanlara ya da hakları ihlal
edilenlere özellikle önem vermektir. Benzer biçimde, halk sağlığı için konulan
hedeflere ulaşmanın en iyi yolu da fiziksel, ruhsal ya da sosyal tehlikelere
karşı risk altında olan kişilere önem vererek, toplumdaki herkes için sağlığın
teşvik edilmesidir. Bu nedenle, sağlık ve insan hakları birbirlerini
tamamlarlar ve her türlü bağlam içinde birbirlerini güçlendirirler. Aynı
şekilde, sağlık ve insan hakları HIV bağlamında da birbirlerini tamamlar ve
güçlendirirler.
İnsan haklarının ve halk
sağlığının birbirine bağlı olduğunu bu konuda yapılan çalışmaların sonuçları da
ortaya koymaktadır: Zorlayıcı ve cezalandırıcı HIV önleme ve bakım programları,
bu programlara katılımın azalmasına ve enfeksiyon riski taşıyan kişilerin
toplum içinde daha fazla yabancılaşmasına neden olmaktadır. Özellikle HIV’le
ilişkili danışmanlık, test, tedavi ve destek hizmetleri ayrımcılıkla
karşılaşmak, gizlilik ve güvenirliliğin sağlanmaması ve diğer olumsuz sonuçlar
anlamına geldiğinde insanlar bu hizmetleri almayı reddetmektedirler. Bu
nedenle, zorlayıcı halk sağlığı önlemlerinin, bu tür hizmetlere ihtiyaç duyan
insanları uzaklaştırdığı ve davranış değişimi, bakım ve sağlık desteği yoluyla
ulaşılmaya çalışılan halk sağlığı önleme hedeflerinin başarısızlığa uğramasına
neden olmaktadır.
İnsan haklarının korunması ile
etkili HIV programları arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bir diğer gerçek de
HIV vakalarının ya da yayılımının bazı topluluklarda daha fazla olmasıdır.
Salgının doğasına ve her ülkedeki yasal, sosyal ve ekonomik koşullara bağlı
olarak, salgından en fazla etkilenen gruplar kadınlar, çocuklar, yoksullar,
azınlıklar, göçmenler, ülke içinde göç
etmeye zorlanmış gruplar, özürlüler, mahkumlar, seks işçileri, erkeklerle seks
yapan erkekler ve damar içi madde kullananlardır. Görüldüğü gibi, salgından en
fazla etkilen gruplar, zaten insan hakları korumasından yoksun olan,
ayrımcılığa uğrayan ve/ya yasal statüleri nedeniyle marjinalize edilen
gruplardır. İnsan hakları korumasından yoksun olmak bu grupları, eğer HIV’den
etkileniyorlarsa, enfeksiyondan korunmakta ve HIV’le baş etmekte güçsüz
kılmaktadır.
Bunun yanı sıra, HIV programlarının başarılı
olmasının temel özelliğinin HIV’le yaşayan kişileri her açıdan dahil eden,
geniş tabana yayılmış ve kapsayıcı yanıtları içermek olduğuna dair uluslar
arası bir fikirbirliği de mevcuttur. Kapsamlı bir yanıt oluşturmanın bir diğer
olmazsa olmaz koşullarından biri de insan haklarını korumaya yönelik
destekleyici yasal ve etik ortamın yaratılması ve güçlendirilmesidir. Bunun
için de hükümetlerin, toplulukların ve bireylerin insan haklarına ve insan
haysiyetine saygı duymaları ve hoşgörü, şefkat ve dayanışma ruhu ile davranış
geliştirmeleri için önlemlerin alınması gereklidir.
HIV salgınından öğrenilen temel derslerden biri,
evrensel olarak tanımlanmış insan hakları standartlarının, HIV’le ilişkili
politikaların yönetimini ve içeriğini belirlemede, politika belirleyenlere
kılavuzluk etmesi ve bu standartların HIV’e karşı ulusal ve yerel yanıtların
her evresinin/yönünün ayrılmaz bir parçası olarak görülmesi
zorunluluğudur.
***
Bu temel ilkeler ve
yaklaşım çerçevesi içinde, Küresel Fon ve T.C. Sağlık Bakanlığı HIV/AIDS Önleme
ve Destek Programı kapsamında Pozitif Yaşam Derneği danışmanlığında HIV’le
Yaşamak ve İnsan Hakları çalışması yürütülmüştür. 15 Ağustos 2007 tarihinde
başlayan çalışmada ilk olarak, yasal çerçeve analizinin yapılması, yasalara
ilişkin öneriler geliştirilmesi için altı kişiden oluşan bir danışman ekibi
oluşturulmuştur. Bu danışmanlık ekibinde
görev alan kişiler ve kurumları şunlardır: Muhtar Çokar, İKGV; Şevki Sözen,
İstanbul Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı; Süleyman Anıl, Sağlık
Hakkı Hareketi Derneği; Habibe Yılmaz Kayar, Pozitif Yaşam Derneği; Gürkan
Sert, Öğretim Üyesi, Marmara Üniversitesi Deontoloji Anabilim Dalı; Efehan,
Pozitif Yaşam Derneği Yönetim Kurulu Üyesi.
Danışmanlarla haftalık toplantılar yapılarak,
çalıştaya sunulacak ve çalıştayda geliştirilecek önerilerle tamamlanacak olan
HIV/AIDS, İnsan Hakları ve Yasalar – Türkiye’de HIV/AIDS Konusundaki Yasal
Düzenlemeler ve Öneriler kitabı için çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.
Bu çalışmadan önce HIV/AIDS bağlamında Türkiye’deki
yasal mevzuatı inceleyen çalışmalar incelenmiştir. Bu bağlamda, Ulusal AIDS
Komisyonu (UAK) Mevzuat Komitesi tarafından geliştirilen UAK Strateji ve Eylem
Planı metni, UN Team Group adına Mehmet Kontaş tarafından hazırlanmış olan
HIV/AIDS ve Türkiye Durum Analizi, AIDS Savaşım Derneği ve İnsan Kaynağını
Geliştirme Vakfı tarafından hazırlanan “AIDS’in Önlenmesinde İnsan Hakları ve
Kamu Özgürlüklerinin Korunması” raporu, Küresel Fon ve T.C. Sağlık Bakanlığı
‘HIV/AIDS Önleme Ve Destek” programı kapsamında Yusuf Tunç Demircan tarafından
hazırlanan “Yasalarda HIV/AIDS İle İlgili Durum Analizi” raporu ve UNAIDS ve
Pozitif Yaşam Derneği tarafından hazırlanan “HIV/AIDS Bağlamında Türkiye’deki
Yasal Mevzuat” raporu incelenmiştir.
Yapılan incelemelerden sonra bu çalışmada, Ulusal
AIDS Komisyonu’nun Ocak 1999’da yayınlanan “AIDS’in Önlenmesinde İnsan Hakları
ve Kamu Özgürlüklerinin Korunması” raporu ile Yusuf Tunç Demircan’ın hazırlamış
olduğu “Yasalarda HIV/AIDS İle İlgili Durum Analizi” raporu temel olarak
alınmıştır.
Danışmanlarla yapılan toplantılarda, HIV/AIDS
bağlamında Türkiye’deki yasal mevzuatın incelenmesi çalışmasının kimi
dezavantajlarla birlikte yürütülmesi gerekliliğine dikkat çekilmiştir. Bu
dezavantajlardan ilki ve en önemlisi HIV/AIDS’in geniş bir alanda etkisini
göstermesi nedeniyle, mevzuatın kapsamını saptama güçlüğüydü. Yasalar
bağlamında yaşanan sorunlar sadece HIV/AIDS’le yaşayanların sorunu olmayıp, bu
sorunlar aynı zamanda incinebilir gruplar, kadınlar ve çocuklar, sağlık
çalışanları, neredeyse tüm HIV negatiflerin sorunuydu. Konuya hukukçuların
ilgisinin, HIV/AIDS’le yaşayanların ise genel olarak sürece katılımlarının
yetersiz olması diğer dezavantajlardı. Ayrıca Türkiye’de HIV/AIDS bağlamında
yaşanan hak ihlalleri konusunda veri toplamada yaşanan yetersizlikler de bir
diğer dezavantajdı.
Bu dezavantajları da göz önünde bulundurarak,
danışmanlar kurulunda yapılan tartışmalar sonrasında, yukarıda sözü edilen iki
temel kaynağın yanı sıra, hem Türkiye’deki HIV/AIDS’e ilişkin yasal çerçevenin
incelenmesinde bir kılavuz niteliği taşıyacak olan hem de yasal çerçevedeki
boşlukları tanımlayarak, bu sorunların nasıl çözüleceğine dair ilkeleri
belirleyen ve uluslar arası örnekleri içeren, UNAIDS’in Kasım 1999 yılında
yayınladığı “Handbook for Legislators on HIV/AIDS, Law and Human Rights” ve
2006’da yayınladığı “International Guidelines on HIV/AIDS and Human Rights Consolidated Version” raporları da temel
kaynak olarak belirlenmiştir
Söz konusu raporların, yasal çerçeve analizinin
yapılmasında ve konuya ilişkin çözüm önerilerinin geliştirilmesinde temel
olarak alınmasının nedeni HIV/AIDS alanında hem günümüzde yaşanan sorunları hem
de gelecekte yaşanması muhtemel olan sorunları belirlerken, uluslar arası hukuk
alanında yol gösterici ilkeleri kapsaması ve sorunların çözümüne ilişkin olarak
bu ilkeler doğrultusunda çeşitli ülkelerin sorunları nasıl çözdüklerine dair
örnekleri vermesidir.
Hem danışmanların çalışmalarına rehberlik etmesi
için hem de çalışma çıktısı olacak olan kitapta kullanılmak üzere bu raporlardan
geniş kapsamlı bir çeviri çalışması yapılmıştır.
Bu temel kaynaklar ve çeviriler temel alınarak
danışmanlar Türkiye’deki yasal mevzuatı HIV/AIDS bağlamında incelemek için konu
başlıklarına ve uzmanlık alanlarına göre işbölümü yapmışlardır. Bu işbölümü,
hazırlanacak olan kitabın içeriğine göre de şekillendirilmiştir. Kitabın giriş
bölümünde şimdiye kadar HIV/AIDS alanında ülkemizde yasal düzenlemeler
bağlamında gerçekleşen çalışmaların özetlenmesine ve Pozitif Yaşam Derneği
tarafından Küresel Fon ve Sağlık Bakanlığı HIV/AIDS Önleme ve Destek Programı
kapsamında yürütülen çalışma kapsamında üstlenilen “Yasal Çerçeve
Değerlendirmesi” çalışmasının tanıtılmasına karar verilmiştir. Kitabın ikinci
bölümünde mevzuat çalışmasına bir temel oluşturmak üzere dünyada ve ülkemizdeki
HIV/AIDS salgını ile ilgili genel bir durum saptamasına yer verilmesi ve bu
salgının önlenmesinde salgından etkilenen kişilerin insan haklarının
korunmasının öneminin vurgulanması düşünülmüştür. Bu bölümde ayrıca dünyada
HIV/AIDS alanında insan haklarının korunmasına yönelik çalışmaların
özetlenmesine ve ülkemizdeki insan hakları konusundaki en temel belirleyici
metin olan Anayasa bağlamında insan haklarının HIV/AIDS’le yaşayan kişiler
yönünden anlamının betimlenmesine karar verilmiştir. Türkiye’de Yasalar ve AIDS
başlığını alan üçüncü bölümde ise HIV/AIDS alanındaki mevzuatın mevcut
durumunun değerlendirilmesi ve mevzuatın geliştirilmesine yönelik önerilere yer
verilmesi düşünülmüştür. Bu bölümün alt başlıkları Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Yüksek Komiserliğinin hazırlamış olduğu rehber temel alınarak hazırlanmıştır.
Her bir alt başlıkta önce genel bir durum saptaması yapılmasına, Türkiye’deki
konu ile ilgili mevzuata yer verilmesine, var olan sorunların vurgulanmasına ve
Ulusal AIDS Komisyonu’nun bu konuda belirlediği ilkelere yer verilmiştir.
Bu çalışmalardan sonra HIV/AIDS,
İnsan Hakları ve Yasalar – Türkiye’de HIV/AIDS Konusundaki Yasal Düzenlemeler
ve Öneriler kitabının çalışması tamamlanmıştır. Kitap taslağında
varolan sorunların yasal düzenlemedeki karşılığına ilişkin öneriler
geliştirilmesi kısmı Ankara’da konunun muhatabı olan kamu kuruluşlarının ve
sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katılımıyla yapılacak olan
çalıştaya bırakılmıştır.
10–11 Aralık 2007
tarihlerinde Ankara Gür Kent Hotel’de kamu kurumlarının ve sivil toplum
kurumlarının katılımıyla HIV’le Yaşamak ve İnsan Hakları çalıştayı
düzenlenmiştir. Çalıştayın ilk günün ikinci yarısında, çalıştaya sunulan HIV/AIDS,
İnsan Hakları ve Yasalar – Türkiye’de HIV/AIDS Konusundaki Yasal Düzenlemeler
ve Öneriler kitabı temel alınarak çalışma grupları oluşturulmuştur.
Çalıştayın ikinci gününde gruplar yaptıkları çalışmaları sunmuşlar ve her
grubun sunumundan sonra, grubun önerileri ve çalışma konuları hakkında genel
bir tartışma yürütülmüştür. Çalıştay sonrasında, çalışma gruplarının
geliştirdikleri ve tartıştıkları öneriler de kitaba yansıtılmıştır. Çalıştay
sonunda, katılımcı olan sivil toplum ve kamu görevlilerinin konu hakkında
farkındalıklarının artırılması, yasal çerçeve ve önerilerin hazırlanmasına
katkıda bulunmaları hedeflerine ulaşıldığı düşünülmektedir.
Bu çalışma da, konuyla
ilgili diğer çalışmalarda olduğu gibi, HIV salgınından öğrenilen temel
derslerden birinin evrensel olarak tanımlanmış insan hakları standartlarının,
HIV’le ilişkili politikaların yönetimini ve içeriğini belirlemede, politika
belirleyenlere kılavuzluk etmesi ve bu standartların HIV’e karşı ulusal ve
yerel yanıtların her evresinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmesi zorunluluğunu
ortaya koymaktadır.
Pozitif Yaşam Derneği,
Ocak, 2008
Giriş
1981 yılında ilk kez fark edilen
HIV/AIDS, bugüne dek milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine sebep olmuştur.
HIV/AIDS tablosunun fark edilmesinden sonra hastalığa karşı duyarsız kalınan
bir dönem olduğu ve bu duyarsızlığın ardında bu hastalıktan sadece eşcinsel
erkeklerin, uyuşturucu kullananların ve siyahların etkilendikleri düşüncesinin
yattığı genel olarak kabul görmüş bir argümandır. Ancak, virüsün başlıca bulaş
yolunun cinsel ilişki ve kan nakli olduğu ve hastalıktan en çok etkilenen
popülasyonun heteroseksüeller olduğu yapılan araştırmalarla ortaya konmasına
rağmen; HIV/AIDS, diğer enfeksiyonlardan ve bulaşıcı hastalıklardan farklı
olarak, sadece tıbbi bir sorun olarak değil, aynı zamanda sosyal, hukuki,
ekonomik ve psikolojik sorunların da dahil olduğu karmaşık bir sorun olarak
küresel gündemin önemli maddelerinden biri olagelmiştir. Virüsün güncel
ilişkilerle bulaşmadığının, yalnızca belirli gruplara özgü olmadığının ve basit
önlemlere uyulması halinde bulaşının engellenebildiğinin anlaşılmış olmasına
rağmen, halen süregelen yanlış inanışlar ve bilgi eksikliği yüzünden hastalıkla
savaşımda ciddi engellerle karşılaşılmaktadır.
Etkin
tedaviye erişim ve önleme programlarını içeren küresel çabalar umut verici
gelişmelere neden olmuştur. UNAIDS raporuna (2007) göre, HIV virüsü taşıyan
insanların toplamı 33,2 milyondur (30,6 milyon – 36,1 milyon). 2007 yılı içinde
yeni HIV enfeksiyonu sayısı 2,5 milyon ve AIDS nedeniyle gerçekleşen ölümler
yaklaşık 2,1 milyondur[1].
Türkiye’de
ise sürveyans sistemindeki ve sağlık bilgi alanındaki sorunlar nedeniyle elde
bulunan resmi rakamların gerçek vaka sayısını yansıtmadığı göz önünde
bulundurularak, Haziran 2007 tarihi itibariyle Türkiye’de HIV pozitif ve AIDS
vakalarının toplam sayısının 2711 olduğu not düşülebilir.
1.1. Türkiye’de
AIDS Konusunda Yasal ve İdari Düzenlemeler
Türkiye’de ilk AIDS vakasının saptandığı 1985 yılı aynı
zamanda AIDS konusundaki ilk idari düzenlemenin de yapıldığı yıl olarak
bilinmektedir. Sağlık Bakanlığı tarafından AIDS, bulaşıcı ve salgın hastalıklar
kapsamına alınmış ve ihbarı zorunlu tutulmuştur. Bu tarihten itibaren
yayınlanan genelgeler ve Bakanlık yazıları dışında AIDS konusunda kapsamlı bir
düzenleme yapılmadığı gibi HIV ve AIDS’in gündeme geldiği alanlarda mevzuat
değişikliklerine de gidilmemiştir.
Seksenli yılların başından itibaren salgın halini alamaya
başlayan HIV/AIDS, tüm dünyada etik ve yasal alanlarda sorunlar oluşturmaya
başlamış ve salgınla baş edebilmek için HIV/AIDS’e özgü mevzuat çalışmaları
devletlerin gündemine gelmiştir. Salgının başlangıcında geçmiş dönemlerde bulaşıcı
hastalıklarla mücadelede etkili olan karantina önlemlerinin bu hastalıkta da
başarılı olacağına inanılmış ve kısıtlayıcı önlemler alınmaya başlanmışsa da
kısa süre içinde karantina önlemlerinin bu hastalıkta etkili olamayacağı
anlaşılmıştır. Hastalığın başlıca bulaşma yolunun cinsel ilişki yoluyla olması
ve savunmasız (incinebilir) grupları daha fazla etkiliyor olması nedeniyle kısıtlayıcı
önlemlerin bu gruplar üzerindeki ayrımcılık ve dışlamayı artırdığının ve
salgının daha da kontrol edilemez hale geldiğinin farkına varılması, HIV/AIDS
alanında özel düzenlemeler yapılmasını ve HIV/AIDS ile yaşayanların sahip
oldukları insan haklarından en geniş ölçüde yararlanabilmelerinin sağlanmasını
gündeme gelmiştir. Bu amaçla pek çok ülkede mevcut yasalar HIV/AIDS’e yanıt
verebilecek biçimde HIV/AIDS’le yaşayanların insan haklarından en geniş ölçüde
yararlanabilecekleri biçimde yeniden düzenlenmiş ya da HIV/AIDS’e özel yeni ve
ayrı yasalar çıkartılmıştır.
AIDS’in 1985 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından ihbarı
mecburi salgın ve bulaşıcı hastalıklar arasına alınmasını takiben, 1987 yılında
tek kullanımlık enjektörlerin kullanımı, sünnetçi, berber gibi meslekler
aracılığıyla hastalığın yayılımının engellenmesi ve sağlık kuruluşlarına
başvuran kişilere HIV testi yapılması için bir genelge yayınlanmıştır. AIDS
salgınının başlangıç aşamasında olunduğu düşünüldüğünden önleme ve korunma
davranışlarının desteklenmesine önem verilen bu dönemde Sağlık Bakanlığı bu
kararları bünyesinde oluşturmuş olduğu “AIDS Danışma Kurulu”nun tavsiyeleri
üzerine yürürlüğe koymuştur. 1987 yılında “AIDS Danışma Kurulu”nda yapısal
değişikliklere gidilmiş ve bu kurul yerine “AIDS Yüksek Kurulu”
görevlendirilmiştir.
Sağlık kuruluşlarına tüm başvuran kişilere uygulanmak
istenen HIV testi altyapısal eksiklikler nedeniyle yaygınlık kazanamamıştır ve
giderek yerini sadece büyük ameliyatlara girecek hastalara cerrahi dallar tarafından
yapılan test uygulamalarına dönüşmüştür. Ne var ki bu idari düzenlemenin halen
yürürlükte olması muhtemeldir ve sağlık kuruluşlarına tüm başvuran kişilere HIV
testi uygulamasını öngören, zorunlu ancak uygulanması mümkün gözükmeyen bir
test olma niteliğini korumaktadır.
Doksanlı yılların başına gelindiğinde salgının niteliği bir
miktar anlaşılmaya başlanmış ve yurtdışında çalışanlarda ve yabancılarda daha
fazla olmak üzere seks işçilerinde daha sık görüldüğünün belirlenmesiyle
yurtdışından askerlik görevi için gelenler ve seks işçilerine 1992 yılında
zorunlu test uygulamasına başlanmıştır. 1996 yılında Ulusal AIDS Komisyonu’nun
kurulduğu tarihe kadar mevzuat konusunda yapılan en önemli değişiklikler
arasında 1994 yılında vakaların adlarının D-48 formu ile gizliliğin korunarak kodlu
olarak Bakanlığa bildirilmesi sayılabilir.
Söz konusu ilk on yıllık dönem içinde yapılan idari
düzenlemeler genelgeler düzeyi ile sınırlı kalmış olup sadece Sağlık Bakanlığı
tarafından yayımlanmıştır ve ağırlıklı olarak önleme ve korunmaya yönelik önlemlerle
sınırlıdır. HIV/AIDS’i ilgilendiren diğer alanlarda ise örneğin eğitim,
toplumsal destek, ceza sorumluluğu gibi alanlarda ise HIV’e özel hiçbir
düzenleme yapılmamıştır. Diğer bir deyişle HIV ve AIDS Sağlık Bakanlığı genelgeleri
haricinde Türk Mevzuatında bulunmamaktadır.
Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün
18/03/2002 tarih ve 4134 sayılı Evlilik Öncesi Sağlık Raporu yazısı HIV/AIDS
konusunda gündeme gelen son düzenleme olarak göze çarpmaktadır. Bu yazının
hukuki niteliği belirsiz olup alışıldık olduğu üzere genelge biçiminde
yayımlanmamış bir resmi yazı niteliğindedir.
1.2. Mevzuat Değişikliği Konusundaki Diğer
Çalışmalar
Türkiye’de HIV/AIDS alanında Ulusal AIDS Komisyonu,
Başbakanlığın başkanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın koordinasyonunda 1996
kurulmuş, sekreterliğini Türkiye Aile Planlaması Derneği’nin yaptığı ve
HIV/AIDS alanında sorumlu ya da etkinlik gösteren otuzdan fazla resmi ve sivil
kuruluşun katılımıyla oluşturulmuş bir komisyondur. Başlıca amacı Türkiye’nin
HIV/AIDS’e verdiği yanıtı izlemek, değerlendirmek ve planlamak olan bu
komisyonun kuruluşundan itibaren Türkiye’de HIV/AIDS’in önlemesi amacıyla
yapılması gereken mevzuat değişiklikleri çalışmasının bir bölümünü
oluşturmuştur. Bu çalışmalar kapsamında Türkiye’deki HIV/AIDS konusunda etkili
olan mevzuatın genel bir değerlendirilmesi ve sorunların ortaya konması
olmasına karşın kapsamlı bir değerlendirme bugüne kadar yapılmamış ancak Ulusal
AIDS Komisyonu’nun 1999 yılında yayımladığı bir rehberde mevzuat
değişikliklerinde gözetilmesi gereken ilkeler açıklanmıştır.[2]
Ulusal AIDS Komisyonu 1996 yılından başlayarak üç dönem
halinde Ulusal AIDS Eylem Planı hazırlamıştır ve söz konusu üç eylem planında
da HIV/AIDS konusundaki yasal çerçevenin değerlendirilmesini ve
geliştirilmesini öncelik olarak saptanmıştır.
1.3. Sağlık Bakanlığı Türkiye HIV/AIDS Önleme ve
Destek Programı
Türkiye’de AIDS, ilk vakanın saptandığı yıllardan itibaren
kamuoyunun gündeminde olmasına karşın hastalığın yaygın bir salgın halini
almaması nedeniyle hala ülkenin sağlık öncelikleri arasında ön sıralarda yer
almamaktadır. Ne var ki aradan geçen yıllar içinde HIV/AIDS’le yaşayan
kişilerin sayıları önemli bir sayıya ulaşmış ve bu kişilerin yaşadıkları özgün
sorunlar idari ve yasal yapıyı zorlar hale gelmiştir. Başlangıçta hastalığın
beraberinde getirdiği sorunlara sistem içinde dolaylı yollardan çözüm bulma
çabaları geçerli olmuş ise de HIV/AIDS’e özgün yasal çerçevenin bir an önce
oluşturulması konusunda tüm taraflar hemfikir durumdadır.
Sağlık Bakanlığı’nın Küresel Fon (the Global Fund) ile 2005
yılında imzaladığı anlaşma sonucu yürürlüğe giren “Türkiye HIV/AIDS Önleme ve
Destek Programı” ülkemizde risk altındaki gruplara yönelik öncü çalışmaların
yanı sıra HIV/AIDS konusunda ülkemizdeki mevzuatın değerlendirilmesi amacını da
taşımaktadır. Bu program çerçevesinde Türkiye’de HIV ve AIDS’i ilgilendiren
alanlarda başvurulan mevzuatın incelenmesi, başta HIV/AIDS’le yaşayanlara
yönelik olmak üzere yaşanan hak ihlallerinin saptanması ve sorunları önleyecek
ve çözüm yolları oluşturacak bir yasal çerçeve taslağının hazırlanması da hedeflenmiştir.
HIV/AIDS konusundaki Yasal Çerçeve çalışması Pozitif Yaşam Derneği tarafından
üstlenilmiş olup bir dizi etkinlikten oluşmaktadır. Bu etkinliklerin
çıktılarından biri elinizdeki kitabın hazırlanması olarak öngörülmüştür. Yasal
Çerçeve çalışması taslağı, Pozitif Yaşam Derneği tarafından oluşturulan bir
uzmanlar grubu tarafından hazırlanmıştır ve 2007 yılının Aralık ayında
düzenlenen “HIV/AIDS ve İnsan Hakları Çalıştayı” kapsamında
gerçekleştirilecek grup çalışmaları ile bu konuda Türkiye’nin ileri gelen
uzmanlarının da görüşleri alınarak basıma hazır hale getirilmiştir.
1.4. Kitabın amacı ve Hedef Grubu
Son yıllarda çeşitli kurum ve kuruluş tarafından uzmanlar
aracılığıyla mevzuatın ve yasal alanda yaşanan sorunların değerlendirilmesine
yönelik bir dizi çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalardan en önemlileri arasında
Pozitif Yaşam Derneği tarafından gerçekleştirilen bir mevzuat taramasıdır.
Diğer bir önemli çalışma HIV/AIDS’le yaşayanlara yönelik bir değerlendirme
çalışmasıdır. Yine Pozitif Yaşam Derneği tarafından hazırlanan bu
değerlendirmede HIV/AIDS’le yaşayan kişilerle yapılan görüşmeler sonucunda
yaşadıkları hak ihlalleri belirlenmiş, ayrıca Derneğe başvuru yapan diğer
kişilerin de sorunlarına yer verilmiştir.
Elinizdeki kitap Türkiye’de HIV/AIDS ile ilgili yasal
çerçeveyi belirlemek, mevcut yasal çerçevenin Türkiye’de HIV/AIDS konusunda
yaşanan sorunlardaki etkisini değerlendirmek ve mevcut yasal çerçevenin
geliştirilmesi doğrultusunda öneriler geliştirmek amacıyla hazırlanmıştır. Bu
rehberin hedef kitlesi parlamenterler, devlet/hükümet görevlileri ve sivil
toplum kuruluşlarıdır.
2.
HIV/AIDS ve
İnsan Hakları
HIV/AIDS epidemisi ayrımcılık,
dışlama ve suçlamanın yaygın olduğu; insan hakları konusunda ciddi kaygıların
yaşandığı, bireylerin ve grupların onurlarının hiçe sayıldığı ve sayılan bu
nedenlerle insanların HIV/AIDS’e yakalanmalarının kolaylaştığı bir ortamda
hüküm sürüyor. Birçok ülkede HIV/AIDS ile yaşayan bireylere, yakınlarına,
arkadaşlarına ve onlara bakım hizmeti sunanlara karşı yaygın bir ayrımcılık
uygulanıyor. Önceden dışlanmış gruplar ise insan hakları korumasından yoksun
olmaları nedeniyle HIV/AIDS’in beraberinde getirdiği yıkımlardan daha fazla pay
alıyor ve/veya diğer insanlar tarafından ayrımcılığa maruz bırakılıyorlar.
Epideminin başlangıcından beri
eşcinseller, seks işçileri, damariçi uyuşturucu kullananlar gibi gruplar
hastalığın kaynağı olarak suçlanmış ve toplum sağlığını korumak amacıyla bu
gruplara karşı ciddi bir suçlama ve ayrımcılık uygulanmıştır. Eşcinseller, seks
işçileri, çokeşliler ve “ahlak yönünden düşkün olanlar” için HIV/AIDS hem bir
ceza olarak algılanmış hem de bu gruplara uygulanacak ayrımcılık, suçlama ve dışlamanın
bahanesi olarak değerlendirilmiştir.
HIV/AIDS ile yaşayan bireylere ve
HIV/AIDS nedeniyle çeşitli grupların üyelerine uygulanan suçlama, dışlama veya
ayrımcılığın kökeninde ya toplumun cinselliğe bakışındaki ahlaki kaygılar ve
tutumlar ya da toplum sağlığını koruma adına sürdürülen ve herhangi bir
bilimsel dayanaktan yoksun tutumlar yer alır. Hastalığın yalnızca bu gruplara
özgü olmadığının anlaşılmış olmasına karşın bu uygulamalar halen sürüyor ve bu
durum hastalıkla savaşımda ciddi engellere neden oluyor. Bu durum öncelikle
hastalığın kendileri dışındaki gruplara özgü olduğu inancını taşıyan insanların
hastalıktan korunma konusunda herhangi bir gereksinim duymamalarına yol açıyor.
Diğer yönden hastalığa yakalanmış olma şüphesi içindeki insanlar, söz konusu
ayrımcılık ve suçlamalar nedeniyle sağlık hizmeti ve danışmanlık için uygun
merkezlere başvurmaktan çekiniyorlar ve hastalığın yayılması kolaylaşıyor.
İnsanlık tarihinde Cinsel Yolla
Bulaşan Enfeksiyonlar (CYBE) ayrı değerlendirmelere tabi tutulmuştur. Frengi ve
Belsoğukluğu hala üzerlerinde bir hastalıktan öte anlamlar taşıyan
hastalıklardır. Bu hastalıklar nedeniyle insanların nesiller boyu kayıtları
tutulmuş, kısıtlamalar ve yasaklamalara maruz bırakılmışlardır. Ne var ki bu
yasaklama ve kısıtlamalar ne sözü edilen hastalıkları toplum için tehdit
olmaktan çıkarmış ne de toplumda “ahlak düşüklüğü” olarak algılanan eylemleri
değiştirmiştir. HIV/AIDS’in de artık sıradan, ancak önemsenmesi gereken bir
CYBE olarak algılanma zamanı gelmiş bulunuyor. Bu hastalığın toplumdaki ahlak
tartışmalarının nesnesi olmasına artık bir son verilmesi gerekir. CYBE’lerle
savaşım tarihinin tüm aşamalarında görüldüğü gibi bu hastalıkla savaşımda da
cinsel tutumları ve HIV testi sonuçları nedeniyle bir grup insana sınırlama ve
kısıtlamalar getirilmesi hastalık tehdidini ortadan kaldırmayacağı gibi
sorunların çözümünü daha da güçleştirecektir.
2.1.
AIDS’in
önlenmesinde İnsan Haklarının Korunmasının Önemi
İnsan hakları, etik kurallar ve
yasalar; insan davranışını açıklayan, tanımlayan ve düzenleyen yapının temel
taşları arasında yer alır. Daha özelde insan hakları, etik kurallar ve yasalar;
devlet ve vatandaşlar arası ilişkileri; bireyler, gruplar ve topluluklar arası
ilişkileri düzenler. HIV/AIDS’in toplum içindeki konumu insan davranışı ile
belirlenir. Bireyler arası ilişkiler, toplum içindeki gruplar arası ilişkiler
ve devletin HIV/AIDS’e yaklaşımı bu konumu etkiler. Bu nedenle insan hakları,
etik kurallar ve yasalar bireylerin ve toplulukların HIV/AIDS’e verdiği yanıtın
her basamağında yer alırlar ve toplum içinde kişilerin insanlık onurlarının
korunmasında ve acıların dindirilmesinde uygun araçlar olabilirler. Bunlara
toplumun uyum göstermesi HIV/AIDS ile yaşayanların hastalığa karşı koyma gücünü
artıracağı gibi, olabildiğince güvenli, sağlıklı, üretken ve uzun bir yaşam
sürdürmelerini de sağlar.
2.1.1.
HIV/AIDS ve
ayrımcılık
Tüm Dünyada olduğu gibi ülkemizde
de AIDS korkusu, HIV/AIDS ile yaşayan insanlara uygulanan suçlamalara ve
ayrımcılığa gerekçe oluşturmuştur. Diğer ülkelere bakışla henüz HIV/AIDS ile
yaşayan insanların sayıları çok az olmasına karşın bu insanlar, topluma mikrop
saçtıkları gerekçesiyle suçlanıyorlar ve bu suçlamalar basın tarafından da
destekleniyor. Bu suçlama kampanyalarından hastalığın kaynağı olarak
gösterilmek istenen gruplar da paylarını alıyor. Önceleri eşcinsel erkeklere
uygulanan ayrımcılık ve suçlamalar günümüzde göçmen seks işçilerine ve
travesti/transseksüellere yönelmiş durumdadır. Hemen her gün gazete ve
televizyon kanallarında “mikrop saçan Nataşa’lar” ya da “sorumsuzca ortalığa
salınmış travestiler” haberleri yer alıyor ve bu gibi yayınlar hastalığın
önlenmesi çalışmalarını olumsuz etkiliyor. HIV/AIDS’in belli bir grubun
hastalığı olarak gösterilmesi bu gruplarla ilişkisi olmayan insanların
kendilerini cinsel yolla bulaşan hastalıklardan uzak hissetmelerine neden
olabilmektedir.
HIV/AIDS ile yaşayan ya da
hastalık kaynağı olarak suçlanan insanlar ayrımcılığın çok çeşitli türleriyle
karşı karşıyadır. Bu uygulamalar günlük yaşantılarının her anında ve
geleceklerini de etkileyecek biçimde sürüyor:
-
HIV/AIDS ile yaşayanlara bazı
klinikler sağlık hizmeti sunmayı reddetmektedir. Ne yazık ki ülkemizde HIV
pozitif anneler bebeklerini doğum servisleri yerine ilgisiz birimlerde dünyaya
getirebilmektedir. HIV pozitif olduğu bilinen bir kimsenin diş tedavisi olması
gerçek bir sorundur.
-
HIV pozitif ebeveynleri nedeniyle ya
da kendisi HIV pozitif olduğu için eğitim hakkı elinden alınmak istenen öğrenciler
daha şimdiden ülkemizin gündemindedir.
-
HIV pozitif olması nedeniyle
insanların işlerine son verilebilmektedir.
-
Seks işçilerine onayları alınmadan
ve danışmanlık verilmeden test uygulanmakta ve HIV pozitif olanlara test
sonuçları ilgisiz görevlilerce açıklanabilmektedir.
-
Özel yaşamın gizliliği HIV/AIDS söz konusu
olduğunda hiçe sayılabilmektedir.
-
Bedelli askerlik, öğrenci yurtlarına
kayıt olabilme gibi durumlarda test olma koşulu aranabilmekte, bu durum olağan
karşılanmakta ve HIV pozitif olabilecek insanlara peşinen ayrımcılık
uygulanabilmektedir.
Bu türden uygulamalar genellikle
HIV/AIDS dahil CYBH’lara yönelik önleme programları olmayan ülkelerin köklü
eğitim programları yerine uyguladığı kampanyalardır. Tüm nüfusun güvenli cinsel
ilişki konusunda eğitimi gerekirken savunmasız grupların suçlanması ve ayrımcılığa
uğratılması hastalıkla savaşımda çok değerli bir faktör olan zaman tüketimine
neden olmaktadır.
HIV enfeksiyonu için insan
grupları değil davranış biçimleri risktir. HIV taşıyan insanlara karşı
ayrımcılık uygulandığı sürece HIV testi için insanlar gönüllü olmayacaklardır.
Bu, insanların farkında olmadan diğer insanlara HIV bulaştırması anlamına
gelir. İnsanlar HIV durumlarını özgürce açıklamaları yönünde desteklenmedikçe
HIV ile ilgili yanlış anlaşılma ve cehalet, dolayısıyla HIV’li sayısı ve toplumdaki
yayılımı artacaktır.
2.1.2.
Ayrımcılık
nasıl önlenir?
Ayrımcılık, HIV/AIDS ile yaşayan
insanların yaşam koşullarını dayanılmaz hale getirdiği kadar hastalığın
önlenmesi çalışmalarına da engel olur. Ayrımcılıkla savaşım, HIV/AIDS’in
önlenmesi programlarının temelini oluşturmalıdır. Bu temel; etik, insan hakları
ve yasalardan oluşan bir zemin üzerine inşa edilir.
Toplumsal yapı, içinde insanların
kendilerini toplumun bir bireyi olarak tanımladıkları, tasarladıkları ve
eylemlerinin tarzını belirleyen düşünsel düzeyleri barındırır. Bu düzeylerin en
önemlilerinden biri olan ahlak, büyük ölçüde insanların içinde bulundukları
topluluğun genel yapısı ile belirlenir ve bir değerler dizgesini barındırır.
İnsanlar hangi eylemlerinin doğru hangi eylemlerinin yanlış olduğuna, ne türden
eylemleri yapmak zorunda olduklarına, neden öyle değil de bu biçimde
davranmaları gerektiğine bu düşünsel düzey içinde kendilerini tasarlayarak, bu
düzeyle olan hayali ilişkileri aracılığıyla karar verirler. İnsanlar doğdukları
andan itibaren dil aracılığıyla bu düzeyle doğrudan ilişki içindedir. Etik ise
ahlaki düzeyin bilgisidir. Bu anlamda insanların eşcinsellik, seks işçiliği ve
damariçi madde bağımlılarına karşı tavırları önce ahlak düzeyinde belirlenir.
Ayrımcılık, bilgisizlik ve tolerans yokluğunun kol gezdiği toplumlarda ahlaki
bir yaptırım olarak ortaya çıkar. Bu nedenle ayrımcılığın önlenmesi
çalışmalarının her şeyden önce etik alanında başlaması gerekir. Öncelikle
ayrımcılığın kaynaklandığı ahlaki değerler etik içinde sorgulanmalı ve bunu
ortadan kaldıracak yeni değerler yaygınlaştırılmalıdır.
Bir ülkede HIV/AIDS ile yaşayan
insanlara ya da hastalığı yaydıklarına inanılan gruplara karşı uygulanan
ayrımcılık ile o ülkedeki insan haklarının gerçekleşme düzeyi arasında yakın ilişki
bulunur. Genelde bir ülkede evrensel insan hakları hangi düzeyde kabul görüyor,
yani hangi ölçülerde anayasalarında yer alıyor ve kanunlarla korunuyorsa,
bireylerin ya da grupların hakları o ölçüde korunuyor anlamına gelir. Bu durum
bir etken-sonuç ilişkisinden çok bir etkileşim ve demokratik gelişmişliğin
göstergesidir. İnsan haklarının geçerli bir neden olup olmadığına bakılmaksızın
kolayca sınırlanabildiği, farklı yaşam tarzı olan grupların hak ve
özgürlüklerinin olabileceğinin düşünülmediği toplumlarda; herhangi bir grup
gibi HIV/AIDS ile yaşayanlar, eşcinseller ve seks işçileri de ayrımcılığa
uğrayabilir, kamu özgürlükleri sınırlanabilir.
Büyük ölçüde cinsel yolla bulaşan
bir hastalık olması nedeniyle hiç gerekmediği halde yasalarca diğer insanlara
tanınan hak ve özgürlüklerin HIV/AIDS ile yaşayan insanlar ya da hastalığı
yaydığına inanılan gruplar için sınırlandırılması istekleri çok sık olarak
gündeme gelmektedir. Bu durum hem HIV/AIDS ile yaşayanlar için büyük sıkıntılar
getirmekte hem de HIV/AIDS önleme programlarını olumsuz etkilemektedir.
Gerçekte HIV/AIDS için temel insan hakları ve kamu özgürlükleri için bir
sınırlama getirme zorunluluğu yoktur.
HIV/AIDS savaşımında büyük
engeller oluşturan ayrımcılığa karşı yasal dayanakların ortaya çıkarılması, bu
konuda eksikliklerin giderilmesi çok önemlidir. Özellikle HIV/AIDS ile yaşayan
insanların iş ilişkileri söz konusu olduğunda konunun önemi daha da
belirginleşir. İş yerinde çalışan diğer insanları korumak adına HIV/AIDS ile
yaşayan insanların işe alınmamaları, sonradan ortaya çıktığında ise işlerine
son verilmeleri son derece yanlıştır. Bu insanlar uzun seneler verimlerinden
hiç bir şey kaybetmeden çalışabilirler ve başkaları için bir tehlike
oluşturmazlar. Bu insanların bir işe en ihtiyaç duydukları anda ayrımcılığa
maruz bırakılmaları HIV/AIDS’i önleme çalışmalarına vurulacak en büyük
darbelerden biridir.
2.1.3.
Hukukun
anlamı
Toplum yaşamında ilişkileri
düzenleyen kuralların diğer önemli bir bölümü hukuksal kurallardır. Hukuku,
öteki ilke ve kurallardan ayıran çeşitli farklılıklar içinde en önemlisi,
“yaptırım”ının niteliğidir. Ahlakın yaptırımı “vicdani”dir. Hukukun yaptırımı
ise “devletçe güçlendirilmiş”tir, hukuk kurallarına uymayanlara karşı devlet
müdahale eder ve hukuka uymayı “zorla” sağlar. Bu anlamda etik ilkeler daha çok
sivil alanda geçerli, uyulması istenen ve beklenen kurallardır. Toplumca
benimsenen ahlaki doğrulara karşı davranmanın da sivil alanda yaptırımları
vardır ancak bu alanda devletin hukuksal gücü sınırlıdır. Örneğin komşularını
sevmeyen bir insan için hukuksal alanda bir yaptırım söz konusu değildir ancak
bu insanlar çevrelerinden tepki alarak bir anlamda cezalandırılırlar. Hukuku
devlet yaratır ve buna yalnız devlet yetkilidir. Devlet, hukuk kurallarını
koymak gücüne ve –aynı zamanda– tekeline sahiptir. Hukuk, bir yandan iktidarı
örgütler, kurumlaştırır, onu meşru kılmaya çalışırken; öte yandan, iktidara
karşı bireyin hakları için güvence unsurları oluşturur. İktidar; hukukla,
hukuka başvurarak örgütlenir. Hukuk, iktidarı örgütler derken, devlet
organlarını belirtmesi, onların birbirlerinden farklılaşmalarını, giderek
yetkinleşmelerini sağlaması anlaşılır.
Devlet iktidarının ortaya
çıkardığı üç sorun vardır: Bu iktidarın kazanılması, kullanılması ve sınırları.
Bütün bu sorunların çözülmesi ve temel birtakım kurallara bağlanması gerekir.
Devletlerin hemen hepsinde, bu temel kurallar “anayasa” diye adlandırılan ve
özel bir niteliğe ve güce sahip bir metinde yazılıdır.
2.1.4.
Haklar ve
özgürlükler
Anayasa, önce, devletin temel
yapısını, örgütünü, bu örgütün işleyiş kurallarını gösterir. Anayasalar, aynı
zamanda çıkarılacak kanunların uymak zorunda oldukları temel ilkeleri de
gösterir. Bu temel ilkeler ise, çoğu zaman, insan hak ve özgürlükleri ile
ilgilidir. Demokrasilerde kişilere tanınan haklar ve özgürlükler için çeşitli
terimler kullanılır: “Bireysel haklar” ya da “bireysel özgürlükler”, “insan
hakları”, “temel haklar ve özgürlükler”, nihayet “kamu özgürlükleri”. Hepsi de
eşanlamda kullanılan bu terimler arasında bazı anlam farklılıkları vardır:
-
“Bireysel haklar” ya da “bireysel
özgürlükler” deyimleri, 18. Yüzyılın bireyci öğretisiyle ilgilidir. Bu terimler
o günden bu güne olan gelişmeyi yansıtmazlar. Çağdaş haklar ve özgürlükler
dizgesinin ancak bir bölümünü ifade etmek üzere bu terimler yine de
kullanılabilir.
-
“İnsan hakları” terimi ise en geniş
olanıdır. Ve “olan” dan çok “olması gereken”i ifade eder. Bütün insanlara
tanınması gereken “ideal” bir haklar listesi, “ulaşılacak hedefler programı”
biçiminde birçok kez düzenlenmiş ve uluslararası boyutta tartışılmıştır. Bu
metinlerin en önemlilerinden biri Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10
Aralık 1948’de kabul ettiği “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” dir.
-
“Kamu özgürlükleri”, bu ideal
listenin ya da programın “gerçekleşmiş” bölümüdür. Daha açık bir deyişle, kamu
özgürlükleri, insan haklarının devletçe tanınmış ve pozitif hukuka girmiş
biçimidir. Hukuksal düzeyde kamu özgürlükleri, “gerçekleşmiş” insan haklarıdır.
2.1.5.
Kamu
özgürlüklerinin düzenlenmesi ve korunması
Kamu özgürlükleri çağdaş devletin varlık
sebebidir ve bireyler bu özgürlüklere doğuştan sahiptir ve kişiliklerinin bir
parçasıdır. Bu özgürlükleri yok etmek, kişiliği yok etmek demektir. Ancak,
özgürlük de sonuç olarak “yasal yetki” yani hak olduğundan, zorunluluklar nedeniyle
sınırlandırılabilir. Fakat kamu özgürlüklerinin sınırlandırılması, diğer
hakların sınırlandırılması gibi kolay ve rahat gerçekleştirilemez. Özgürlüğe
sınır, kişiye sınır sayıldığından bu konuda çok dikkatli davranmak gerekir.
Özgürlüklerin var olabilmeleri; kişi
yönünden pratik bir değer taşıyabilmeleri için, sınırlarının belirlenmesi,
kullanılma yollarının gösterilmesi, birtakım kayıtlarla çerçevelenmesi, kısaca
“düzenlenmesi” gerekir. Her düzenleme, aynı zamanda özgürlüklerin korunması
sorununu da gündeme getirir; çünkü her düzenleme, ister istemez, bir sınırlama
getirir. Öyle olunca da ortaya çözümlenmesi gereken iki önemli sorun çıkar. Bu
sorunlardan ilki; düzenlemeyi, giderek sınırlamayı kimin yaptığı ya da kimin
yapması gerektiği; ikincisi ise sınırlamanın ölçüsünün ne olması gerektiğidir.
2.1.6.
Kamu
özgürlüklerini kim sınırlayabilir?
Demokratik hukuk devletlerinde,
özgürlüklerin sınırlanması, yasama organınca ve ancak kanun yoluyla
yapılabilir. Bu ilke, bireyler için büyük bir güvencedir. Siyasal iktidarların
kaynağı halkta olduğuna ve parlamento da halkı temsil ettiğine göre, kamu
özgürlüklerinde düzenleme yetkisini kullanacak en uygun organ yasama organıdır.
Özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabilmesi
ilkesinin bireylere sağladığı güvence iki noktadadır: Birincisi, kanunlar,
parlamentolarda, açık görüşme ve tartışma yöntemleriyle hazırlandıklarından,
özgürlüklerin düzenlenmesinde, kamuoyunun denetimi sağlanmış olur. İkincisi,
kanunlar, herkes için geçerli genel kurallar koyduklarından, sınırlamaların
nesnelliği sağlanmış, giderek belli kişi ve grupları hedef almaları olasılığı
önlenmiş olur.
2.1.7.
Sınırlamanın
ölçüsü
Özgürlükleri sınırlandırma yetkisini yasama
organına bırakma bireyler için kuşkusuz büyük bir güvencedir. Ancak kanun
koyucunun da uyacağı birtakım ölçüler, bazı kuralları kabul etmek gerekir. Bu
konuda iki ilke önemlidir. Birincisi, özgürlük kural, sınırlama istisnadır.
Özgür ve demokratik bir toplumda, açıkça yasaklanmayan her şeyin yapılması
serbest olmalıdır. İkincisi, özgürlük, ancak toplum yaşamının bozulmamasını
sağlamak ve kendisinden herkesin yararlanabilmesini mümkün kılmak amacıyla
sınırlandırılmalıdır.
Anayasamızda kamu özgürlüklerinin
sınırlandırılması 13. Madde ile düzenlenmiştir. Bu madde temel hak ve
özgürlüklerin belli koşullarda sınırlandırılabileceğini öngörür. Bu maddede yer
alan genel sınırlama sebepleri temel hak ve özgürlüklerin tümü için
geçerlidir. Bu koşullardan biri de genel
sağlığın korunması amacıyla temel hak ve özgürlüklerin sınırlanabileceğidir.
HIV/AIDS’in yaygın bulaşma biçimi cinsel
yoldur. Cinsel ilişki ise sadece bedensel birleşmeden ibaret değildir. Her
cinsel ilişki bedensel ilişki biçiminden öte bir toplumsallık özelliğini de
barındırır. Diğer toplumsal ilişkilerden cinsel ilişkinin önemli bir farkı bu
toplumsal ilişkinin gerçekten özel bir ilişki biçimi olduğudur. Bu özel ilişki
biçimi; içinde şiddet, sömürü, insanlık onurunun zedelenmesi gibi öğeleri
içermiyorsa diğer insanlara kapalı bir alandır. Gerçekten de bu alanın tam
olarak denetlenmesi ve düzenlenmesi şimdiye kadar en baskıcı toplumlarda bile
gerçekleşememiştir. Üremeye yönelik olmayan cinsel ilişki biçimlerinin
dışlandığı, tek eşliliğin egemen ilişki biçimi olarak ilan edildiği tarihteki
topluluk örneklerinde bile çokeşlilik değişik biçimleriyle gizli olarak
sürmüştür. Cinsellik alanında en fazla; bilgi, tutum ve davranışları
değiştirmeye yönelik etkinlikler söz konusu edilebilir. Yasaklamalar ve
kısıtlamalar ancak ortadan kaldırılmaya çalışılan tutumların daha gizli
yapılması ve dolayısıyla eğer bu tutumlardan kaynaklanan bir tehlike söz
konusuysa daha da artmasıyla sonuçlanır.
HIV/AIDS söz konusu olduğunda, bu hastalığın
başlıca cinsel ilişki yoluyla yayıldığı göz önüne alınarak bu konuda bilgi,
tutum ve davranışların değiştirilmesine yönelik etkinliklerden daha fazlasına
gerek olmadığı akılda tutulmalıdır. Hastalığın kaynağı olarak düşünülen
grupları ortaya çıkarma ve onların temel insan hakları ve kamu özgürlüklerini
sınırlandırmaya çalışmanın şimdiye kadar bir yararı görülmemiştir. HIV/AIDS’in
önlenmesinde belli gruplara yönelik kısıtlama ve sınırlamalar hiçbir yarar
sağlamayacaktır. Tersine bu gruplara yönelik kısıtlayıcı ve sınırlayıcı
önlemler onlara ulaşımda bir engel teşkil edecektir. Bu engeller hem onların
tanı ve tedavi olanaklarından yararlanmalarını engelleyecek hem de hastalığın
yayılmasını kolaylaştıracaktır.
Ülkemizde yürürlükte olan Anayasa
bağlamında; HIV/AIDS ile yaşayan kişilerin temel hak ve özgürlüklerini
kullanmaları kamu sağlığına yönelik hiçbir tehlike oluşturmamaktadır. Aksine,
temel hak ve özgürlüklerinin korunduğu ortamlarda HIV/AIDS ile yaşayan
kişilerin hastalığın yayılmasının önlenmesinde önemli görevler
üstlenebildikleri ve savaşıma katkıda bulundukları çeşitli ülkelerdeki deneyimlerle
gösterilmiştir.
2.1.8.
İnsan hakları
ve kamu özgürlüklerinin uluslararası güvencesi
İnsan hakları ve özgürlüklerinin
korunmasında diğer bir güvence uluslararası sözleşmelerdir. İnsan haklarının
uluslararası düzeyde tanınması, belli bir yaptırıma bağlanmazsa, kağıt üstünde
kalmaya mahkumdur. Nitekim çok iyi niyetler ve amaçlarla hazırlanmış, Birleşmiş
Milletler aracılığıyla pek çok devlet tarafından imzalanmış sözleşmeler,
yaptırımsızlık nedeniyle etkili olamamaktadır. Bu sakıncayı gidermek için
Avrupa Konseyi’ni oluşturan devletlerin hazırlayıp onayladıkları “Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nde somut yaptırımlara yol açacak denetim mekanizmaları
kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti de kendi yurttaşlarının Avrupa Konseyi sistemi
çerçevesindeki insan hakları güvencelerinden yararlanmasını, başka bir deyişle
bu denetim mekanizmalarında yer alan yetkileri kabul etmiştir.
Avrupa Konseyi’nin insan haklarına ilişkin
yükümlülüklerini yerine getirmeyi üstlenen her devlet bu haklardaki ihlallere
karşı Konseyin yargı mercilerine gidilmesini kabul etmek durumundadır. Bunlar
tam anlamıyla bağımsız, uluslararası mahkemelerdir. Kişi ve kuruluşların
başvuruları Komisyona yapılır. Komisyonun ve yargı mercilerinin oluşma ve
çalışma biçimleri başta sözleşme olmak üzere, ilgili metinlerle ayrıntılı bir
biçimde düzenlenmiştir.
Avrupa İnsan Haklarına bireysel başvuru için
Türkiye bazı çekinceler koymuş olmasına rağmen İnsan Hakları konusunda
Türkiye’de alınmış en önemli mesafe bu uluslararası güvencedir. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi içindeki temel hak ve özgürlükler ile bu ana sözleşmeye ek
olarak çıkarılan diğer sözleşmelerde yer alan hükümler iç hukukun üstüne
çıkmaktadır. Böylece, bizim iç hukukla kamu özgürlükleri adıyla andığımız pek
çok temel hak artık kesin olarak İnsan Hakları Statüsü kazanmaktadır.
2.2.
Türkiye’de
AIDS Bağlamında İnsan Hakları ile İlgili Yasal Çerçeve: 1982 Anayasası
Ülkemizde insan hakları ve kamu
özgürlükleri konusundaki temel hukuk ilkeleri 7 Kasım 1982 tarihinde halk
oylaması ile kabul edilen Anayasamızın bu konudaki hükümlerinden kaynaklanmaktadır.
Anayasamızın Genel Esaslarının
belirlendiği Birinci Kısımdaki önemli maddelerden biri “Kanun Önünde Eşitlik”
maddesidir. Bu madde herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, din,
mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşit olduğunu
belirtir. Bu madde, Anayasanın daha sonraki “Temel Haklar ve Ödevler”
Kısmındaki Bölümlerinde belirtilecek olan İnsan Hakları ve Kamu Özgürlüklerini
düzenleyen maddeler bağlamında hiçbir kişiye, aileye, zümreye ya da sınıfa ayrıcalık
tanınamayacağını, herkesin bu haklardan eşit biçimde yararlanacağını vurgular.
Buradaki önemli nokta HIV/AIDS
ile yaşayan bireylerin toplumun diğer üyeleriyle aynı hakları paylaşıp
paylaşmayacağı sorunudur. “Sakat ve malüller”in durumu Anayasa’nın 61.
Maddesinde ele alınmıştır ve Devleti sakatların korunmaları ve toplum hayatına
intibakları konusunda tedbirler almakla yükümlü kılmıştır. Sakatların durumu
sosyal güvenlik hayatını sağlayan yasa, yönetmelik ve tüzüklerle de
düzenlenmiştir. Sorun büyük ölçüde HIV/AIDS ile yaşamanın sakatlık kapsamına
girip girmeyeceğidir. Sakatlık durumunda iş hayatını düzenleyen mevzuat
kapsamında HIV/AIDS ile yaşayan bireylerin iş bulma ve işlerini devam ettirme
koşulları olumsuz etkilenebilmektedir. Son yıllarda bedensel engellilerin
haklarını savunanlar “Sakat” terimi yerine birçok durumda “Engelli” terimini
kullanmayı yeğlemektedir. “Sakat” içinde yetersiz olmayı da barındıran bir
terimdir. Birçok durumda engelliler için yetersizlik değil bir engelleme söz
konusudur. Örneğin tekerlekli iskemle ile hareket etmek zorunda olan bir
bilgisayar operatörü birçok büronun asansörü olmaması nedeniyle diğer
meslektaşlarıyla eşit iş bulma ve çalışma hakkını kullanmakta zorlanır.
Büroların yapılış biçimi engelli insanların çalışma koşulları göz önüne
alınarak yapılmadığı için bu kişilerin çalışmaları bir şekilde engellenmiştir.
Bu anlamda “Engelli” terimi bedensel özürlü insanların toplum içinde
uğradıkları ayrımcılığı ifade etmek üzere kullanılmaktadır.
HIV/AIDS ile yaşayan bireylerin
engelli insanlar kapsamında düşünülmesi daha doğrudur. HIV ile yaşamak
insanlara hasta olma durumu yaşatmasa da insanların günlük yaşamını
etkileyebilir. HIV ile yaşayan insanlar ya da HIV taşıdığı düşünülen insanlar
genellikle diğer insanlarla birlikte yaşamak ve çalışmak bağlamında güçlüklerle
karşılaşırlar. Bu insanlar korku ve önyargılar nedeniyle toplum tarafından
oluşturulmuş bariyerlerle engellenmişlerdir.
2.2.1.
Temel insan
hakları ve kamu özgürlüklerinin korunmasına yönelik güvenceler
HIV/AIDS savaşımı için büyük önem
taşıyan temel insan hakları ve kamu özgürlüklerinin korunmasında başlıca
yollardan biri Anayasal güvencelerdir. Anayasa, kendi hükümleri içinde, insan
hakları ve kamu özgürlüklerinin korunması için genel güvenceler getirmiştir. Bu
güvenceler Anayasanın “XIII. Hakların Korunması ile İlgili Hükümler” alt
başlığında 3640. Maddeler olarak yer alırlar.
Güvencede esas şu ilkelerden
oluşur:
-
Anayasa ile tanınmış hak ve
özgürlükleri ihlal edilen herkes yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının
sağlanmasını isteme hakkına sahiptir (Madde 40/1). Yetkili makam yönetim
makamları olduğu gibi yargı mercileri de olabilir. Yargı mercileri önünde ihlal
edilen bütün haklarının yerine getirilmesi ve tazmini
istenebilir. İşte bu noktadan;
-
“Hak Arama Hürriyeti” (Madde 34)
doğar.
-
Hak arama özgürlüğünü yargı
mercileri önünde “davalı” veya “davacı” olarak kullanmak mümkündür. Hakkını
arayan, yasal bütün yollardan yararlanarak iddialarını kanıtlayabilir, kendini
savunabilir (Madde 36/1).
-
Hak aramada doğal yargıç güvencesi
esastır. Olağanüstü mahkemeler doğal yargıç ilkesine ters düşerse kurulamaz
(Madde 40). Ayrıca hiçbir mahkeme, görevi ve yetkisi içindeki bir davaya
bakmaktan kaçınamaz.
-
Ceza sorumluluğu kişiseldir. Kimse,
işlediği zaman yasalarda suç sayılmayan bir eylemden dolayı cezalandırılamaz.
Cezalar ile ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri (suçlunun, ıslahı için
cezasını çekerken, ek bazı önlemlere başvurulması bu önlemlerin de mutlaka ceza
yasalarında bulunması gerekir) ancak kanunla konulur. Genel müsadere cezası
yoktur. Hiç kimse kendisini ve yasalarda gösterilen yakınlarını suçlayıcı
beyanda bulunmaya, kanıt getirmeye zorlanamaz (Madde 38).
-
Yönetim, kişi özgürlüğünü (elbette
anayasal koşullar yoksa) sınırlayacak yaptırımlar uygulayamaz (Madde 38).
-
Kişinin resmi görevlilerce haksız
işlemlerle uğradığı zarar Devletçe ödenir (Madde 40/2).
2.2.2.
Kamu
özgürlüklerinin HIV/AIDS ile yaşayan bireyler için anlamı
Anayasamızın İkinci Kısmı, Temel
Haklar ve Ödevler başlığını taşır ve burada temel insan hakları ve kamu
özgürlükleri düzenlenmiştir. Aşağıdaki tabloda bu hak ve özgürlüklerin
bazılarının HIV/AIDS ile yaşayan bireyler açısından ne anlama geldiği
belirtilmiştir.
MADDE
|
HAK /
ÖZGÜRLÜK
|
HIV/AIDS
İLE YAŞAYANLAR İÇİN ANLAMI
|
17
|
KİŞİNİN
MADDİ VE MANEVİ VARLIĞI
Herkes,
yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
|
Hiç kimse
ya da kurum (örneğin bir hastane ya da işyeri) kişinin onurunu zedeleyici
etkinlikte bulunamaz.
|
17
|
KİŞİNİN
DOKUNULMAZLIĞI
Tıbbi
zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne
dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.
|
Kişi,
kendi bedeni ile ilgili tıbbi kararları kendisi verir, yani HIV testi için
kişiler zorlanamaz. Tedavi sırasında kişilere acımasızca ya da aşağılayıcı
davranılamaz.
|
20
|
ÖZEL
HAYATIN GİZLİLİĞİ
Herkes,
özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.
|
HIV/AIDS
ile yaşayan kişilerin bu bilgiyi gizleme hakları vardır. Hiç kimse ya da
kurum, kişileri bu durumu açıklamaya ya da kan testi ile saptanmasına
zorlayamaz.
|
26
|
DÜŞÜNCEYİ
AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİ
Herkes,
düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya
toplu olarak açıklama veya yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların
müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de
kapsar.
|
Bu hak
özellikle okullara ve cezaevlerine HIV/AIDS’in önlenmesi ile ilgili doğru
bilgilerin ulaştırılmasında önemlidir.
|
33
|
DERNEK
KURMA HÜRRİYETİ
Herkes,
önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.
|
Herkes
dilediği kuruluşa üye olabilir. HIV/AIDS ile yaşayan insanlar dayanışmalarını
güçlendirmek amacıyla dernekleşebilirler.
|
23
|
YERLEŞME
VE SEYAHAT HÜRRİYETİ
Herkes,
yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.
|
HIV/AIDS
ile yaşayan insanların ülkede serbestçe dolaşma hakları vardır. Bu insanlar
toplumdan ayrı yaşamaya zorlanamaz.
|
48
|
ÇALIŞMA VE
SÖZLEŞME HÜRRİYETİ
Herkes, dilediği
alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir.
|
HIV/AIDS
ile yaşayan insanlar diledikleri alanda çalışırlar. Yani insanlara doktor,
öğretmen vb. meslekleri yapamayacakları söylenemez.
|
49
|
ÇALIŞMA
HAKKI VE ÖDEVİ
Çalışma,
herkesin hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek,
çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek
ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli
tedbirleri alır.
|
Kimseye
işyerinde ayrımcılık uygulanamaz.
|
56
|
ÇEVRE
Herkes,
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
|
Bu hak cezaevi
ve akıl hastanesi gibi yerlerde yaşayan HIV/AIDS ile yaşayan insanlar için
önemlidir.
|
56
|
SAĞLIK
Devlet,
herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan
ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek
amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.
|
Hastaneler
ya da doktorlar HIV/AIDS ile yaşayan insanların tedavisini reddedemezler.
|
60
|
SOSYAL
GÜVENLİK HAKKI
Herkes,
sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli
tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.
|
HIV/AIDS
ile yaşayan insanların sosyal güvenlik kuruluşlarının sunduğu hizmetlerden
yararlanma hakları vardır.
|
42
|
EĞİTİM VE
ÖĞRENİM HAKKI VE ÖDEVİ
Kimse,
eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.
|
HIV/AIDS
ile yaşayan kişiler toplumun diğer üyeleriyle eşit eğitim ve öğrenim hakkına
sahiptir. HIV/AIDS ile yaşayan kişiler ya da onların yakınları eğitim
kurumlarınca dışlanamaz.
|
40
|
TEMEL HAK
VE HÜRRİYETLERİN KORUNMASI
Anayasa
ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
|
Ayrımcılığa
uğradığını düşünen herkes yönetim makamlarına ya da yargı mercilerine
başvurarak ihlal edilen bütün haklarının yerine getirilmesini ve tazminini
isteyebilir.
|
74
|
DİLEKÇE
HAKKI
Vatandaşlar,
kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında yetkili
makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yazı ile başvurma hakkına
sahiptir. Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, dilekçe sahiplerine
yazılı olarak bildirilir.
|
Haksız
yere yönetim tarafından herhangi bir sosyal hizmetin sağlanamaması durumunda
yazılı olarak hizmet verilmemesinin nedeni sorulabilir ve hizmetin sunulması
talep edilebilir.
|
2.3.
AIDS
Konusunda İnsan Hakları ile İlgili Uluslar arası Çalışmalar
1996 yılının Eylül ayında UNAIDS ve BM İnsan Hakları Yüksek
Komiserliği tarafından İkinci Uluslar arası HIV/AIDS ve İnsan Hakları Danışma
Kurulu toplantıya çağrılmıştır. Danışma Kuruluna hükümetlerden, gönüllü
kuruluşlardan, AIDS alanında hizmet sunan birimlerden, HIV ile yaşayan
kişilerin oluşturduğu ağlardan, hakimlerden, akademisyenlerden ve bölgesel
kuruluşlardan 35 temsilci katılmıştır. Danışma Kurulu “Uluslar arası HIV/AIDS
ve İnsan Hakları Rehberi[3]”
ni hazırlamış ve 1998 yılında BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği rehberi altı
dilde yayınlamıştır.
Rehberde HIV salgınına insan haklarına saygılı bir biçimde yanıt
verebilmenin ana hatları ve bu yanıtın hangi düzeyde etkin olduğunun ölçütleri
belirtilmektedir. Rehberde ağırlıklı olarak sorumluluk hükümetlere verilmiştir.
Hükümetlerin uluslar arası insan hakları sözleşmeleri ile insan hakları
konusunda yükümlülük altında olmalarına karşın salgına etkin bir yanıt
verilebilmesi için toplumun diğer kesimlerinin de insan haklarının korunması
doğrultusunda çaba göstermeleri önemlidir. HIV/AIDS ve İnsan Hakları Rehberi
insan hakları konusundaki temel metinlerdeki yükümlülükler ile uyum içindedir
ve bu yükümlülükleri HIV/AIDS alanında açıklığa kavuşturur. Bu belgelerin en
önemlileri şunlardır:
▬
Birleşmiş Milletler Şartı;
▬
İnsan Hakları Evrensel
Bildirisi;
▬
Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme;
▬
Medeni ve Siyasal
Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme;
▬
Irk Ayrımcılığının
Engellenmesi Sözleşmesi;
▬
Kadına Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Engellenmesi Sözleşmesi;
▬
Çocuk Hakları
Sözleşmesi;
▬
İşkenceye ve Diğer
Zalimane; Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş
Milletler Sözleşmesi ve
▬
Uluslar arası Çalışma
Örgütü’nün çeşitli antlaşmaları ve tavsiye kararları.
HIV/AIDS bağlamında etkili olabilecek temel insan hakları
örneklerle aşağıda sunulmuştur:
▬
Yasa karşısında
eşitlik ve ayrımcılığa uğramama hakkı: HIV/AIDS ile yaşayan bireylerin sağlık,
iş, eğitim, göç, seyahat, sosyal güvenlik alanlarında ayrımcılığa uğramasının
engellenmesi;
▬
Sağlık hakkı: örneğin
kadınlar ve çocukların önleme, tanı, tedavi olanaklarına eşit ve yeterli erişim
hakkı;
▬
Özel yaşamın gizliliği
hakkı: HIV test sonuçlarının gizli tutulması ve zorunlu testlerin engellenmesi;
▬
Eğitim ve
bilgilendirme: örneğin incinebilir grupların eğitim ve bilgilendirme
materyallerine eşit ve yeterli biçimde erişim sağlanması;
▬
İnsanlık dışı,
alçaltıcı muamele ve cezalara tabi olmama hakkı: örneğin HIV pozitif
hükümlülerin hücrelere kapatılmasının engellenmesi;
▬
Özerklik ve güvenlik
hakkı: örneğin aydınlatılmış onam alınmadan HIV testi uygulanmaması, HIV durumu
nedeniyle karantinaya alınmama;
▬
Bilimsel gelişmelerden
yararlanma hakkı: örneğin güvenli kan naklinin sağlanması ve evrensel önleme
kurarlarının hizmet sunumlarında yer alması;
▬
Çalışma hakkı: HIV
nedeniyle işten çıkarmaların engellenmesi;
▬
İfade ve örgütlenme
hakkı: örneğin seks işçilerinin ve eşcinsellerin kendilerini ifade etmelerinin
ve örgütlenmelerinin engellenmemesi;
▬
Politik ve kültürel
yaşama katılım hakkı: örneğin HIV/AIDS’le yaşayan bireylerin HIV/AIDS
politikalarının oluşmasına ve değerlendirilmesine katılımları;
▬
Evlenme ve aile kurma
hakkı: örneğin evlilik öncesi zorunlu testlerin engellenmesi, zorunlu düşüklerin
ve kısırlaştırma uygulamalarının yasaklanması.
Uluslar arası HIV/AIDS ve İnsan Hakları Rehberi 12 maddeden
oluşmaktadır. Bu 12 madde üç başlık altında toplanmıştır:
(A) Kurumsal yapılanma ve sorumluluklar: Bu başlık altında
HIV/AIDS’e verilecek insan hakları ile uyumlu yanıtın oluşturulmasında etkin
olacak resmi ve sivil kurumlar tanımlanmakta, devletin ve sivil toplum
kuruluşlarının önleme, hizmet sunumu ve destek programlarının
oluşturulmasındaki, yürütülmesindeki ve değerlendirilmesindeki sorumlulukları
belirtilmektedir.
(B) Yasaların incelenmesi, değiştirilmesi ve destek
hizmetlerinin sağlanması: Halk sağlığı ve ceza yasaları başta olmak üzere HIV/AIDS
ile ilgili konularda yasalarda yer alan insan hakları ilkeleri ile uyumlu
olmayan unsurların saptanması, değiştirilmesi ve bu düzenlemelerden etkilenen
bireylerin konumlarının güçlendirilmesi konularında devletin görev ve
sorumlulukları yer almaktadır.
(C) Toplum desteğinin sağlanması: Özel sektör ve sivil toplum
örgütlerinin kapasitelerinin geliştirilerek önleme ve destek çalışmalarına
etkin biçimde katılmalarının sağlanmasında devletin, sivil ve özel kuruluşların
sorumlulukları vurgulanmıştır.
3.
Uluslararası HIV/AIDS
ve İnsan Hakları Rehberi
Aşağıda HIV çerçevesinde insan haklarını desteklemek ve
korumak için Devletler tarafından uygulanmak üzere önerilen ilkeler
sunulmaktadır. Bu Rehber mevcut uluslararası insan hakları normlarına
dayanmakta ve HIV ve AIDS alanında başarıları kanıtlanmış stratejileri
saptamaya yönelik uzun yılları kapsayan deneyimleri temel almaktadır. Gerek
normatif ilkeler, gerekse uygulama stratejileri Devletlere HIV’le ilişkili
haklara saygı gösterilmesini güvence altına almak ve salgına en etkili biçimde
yaklaşmak üzere politikalarını ve programlarını gözden geçirmeleri ve yeniden
tasarlamaları için dayanacakları kanıtları ve fikirleri sağlamaktadır.
Devletler bu stratejilerin uygulanmasına olanak verecek siyasi liderliği
göstermeli ve mali kaynakları sağlamalıdır.
Rehberde, uluslararası ve bölgesel insan hakları belgeleri
temelinde üstlendikleri yükümlülükler göz önüne alınarak Devletlerin
aktiviteleri üzerinde odaklanılmaktadır. Bununla birlikte bu vurgu, özel
sektör, sağlık çalışanları ve diğer meslek grupları, medya ve dini topluluklar
gibi belirleyici önem taşıyan diğer aktörlerin sorumluluklarının reddedilmesi
anlamına gelmemektedir. Bu grupların da ayrımcılık yapmama ve etik kurallara
uygun koruyucu politika ve uygulamaları yaşama geçirme yükümlülükleri vardır.
A)
KURUMSAL YAPILANMA VE SORUMLULUKLAR
REHBER 1: Ulusal Yapı
Mevcut kurumlar, salgının düzeyi, kurumsal gelenekler ve
sorumluluklar arasındaki örtüşmelerin önlenmesi gereksinimi göz önünde
tutularak, şu gibi önlemler üzerinde durulmalıdır:
(a) Bakanlıkların her birinin
ulusal eylem planları arasında yüksek düzeyde bir eşgüdüme ve bütünlüklü bir
gelişmeye olanak vermek ve aşağıda belirtilen ek HIV stratejilerini izlemek ve
uygulamak üzere bir bakanlıklar arası kurul oluşturulması. Federal sistemlerde,
yerel hükümetler arası bir kurul da oluşturulmalı ve bu kurul bölge/eyalet
düzlemini, ayrıca ulusal düzlemi temsil eden kişilerden oluşmalıdır. Her bir
bakanlık, aşağıdaki alanlar da dahil olmak üzere ilgili bütün plan ve
aktivitelerine HIV ve insan haklarının entegre edilmesini güvence altına
almalıdır:
(i) Eğitim;
(ii) Hukuk ve adalet, polisiye ve cezai hizmetler;
(iii) Bilim ve araştırma;
(iv) İstihdam ve kamusal hizmetler;
(v) Refah, sosyal güvenlik ve konut;
(vi) Göçmenler, yerli topluluklar, dış işleri ve kalkınma
işbirliği;
(vii) Sağlık;
(viii) Hazine ve maliye;
(ix) Savunma ve askeri hizmetler.
(b) Ulusal ve bölgesel düzeyde
bütün siyasi bakış açılarının katılabildiği, salgına yaklaşım düzeyini
derinleştirecek brifinglerin yapılacağı, politika ve hukuk reformu
tartışmalarının yürütüleceği bir tartışma platformunun varlığını sürdürmesini
güvence altına almak, bu amaçla örneğin büyük ve küçük siyasi partilerden
temsilcilerle parlamenter ya da yasa koyucu bir kurul oluşturmak.
(c) Hükümetlere yasal ve etik
konularda bilgi veren danışma kurullarının oluşturulması ya da güçlendirilmesi,
örneğin bakanlıklar arası kurula bağlı yasal ve etik bir alt kurul
oluşturulması. Bu kurulda meslek grupları (kamu, hukuk ve eğitim, bilim,
biyomedikal ve sosyal), dinler ve cemaatler, işveren ve işçi örgütleri, sivil
toplum kurumları (STK) ve AIDS destek örgütleri (ADÖ), atanmış kişiler/uzmanlar
ve HIV’le yaşayan kişiler temsil edilmelidir.
(d) Yargı bağımsızlığıyla uyumlu
olmak koşuluyla, hükümetin yargıyı HIV’le ilgili yasal ve etik konularda ve
insan hakları konularında, yargı eğitimi ve yargı materyalleri geliştirme gibi
yöntemlerle duyarlılaştırması.
(e) Hükümet birimlerinin
Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Tema Grupları ve ilgili diğer uluslararası ve
bilateral aktörlerle etkileşimlerinin sürmesi sağlanarak, hükümetlerin HIV
salgınına yanıt verirken uluslararası topluluğun yardımından en iyi
yararlanmaya devam etmelerini güvence altına almak. Diğer katkıları yanında, bu
etkileşim HIV ve insan hakları konularında işbirliğini ve desteği
güçlendirmelidir.
REHBER 2: Toplumsal Ortaklıkların Desteklenmesi
(a) Toplulukların temsilinde
HIV’le yaşayan kişiler, topluluğa dayalı örgütler (TDÖ), AIDS destek örgütleri
(ADÖ), insan haklarıyla ilgili sivil toplum kurumları (STK) ve duyarlı
grupların temsilcileri kapsanmalıdır.14 Bu
gibi topluluk temsilcileriyle diyaloğu sürdürmek ve HIV’le ilişkili hükümet
politikalarına ve programlarına katkılarını sağlamak üzere formel ve düzenli
mekanizmalar oluşturulmalıdır. Bu iletişim, topluluk temsilcilerinin Kılavuz
1’de tanımlanan çeşitli hükümet, parlamento ve hukuk birimlerine düzenli rapor
vermesi, topluluk temsilcileriyle birlikte Devletin yanıtlarıyla ilgili
politikaları ele alan, planlayan ve değerlendiren çalıştaylar düzenlenmesi ve
topluluktan düzenli yazılı talep alma mekanizmaları aracılığıyla
gerçekleştirilebilir.
(b) Topluluk örgütlerini
çekirdek destek, kapasite geliştirme ve HIV’le ilişkili etik, insan hakları ve
hukuk gibi çeşitli aktivitelerin gerçekleştirilmesi alanlarında desteklemek,
varlıklarını sürdürmelerini sağlamak ve güçlendirmek üzere, yeterli Hükümet
fonları sağlanmalıdır. Bu gibi aktiviteler arasında eğitim seminerleri,
çalıştaylar, ağ örgütlenmeleri, promosyon ve eğitim materyallerinin
geliştirilmesi, danışanları insan hakları ve yasal haklar konusunda
bilgilendirmek, ilgili şikayet mercilerine sevk etmek, insan hakları
konularında veri toplamak ve insan haklarını savunmak bulunmaktadır.
B)
YASALARIN İNCELENMESİ, YENİLENMESİ VE DESTEK HİZMETLERİ
REHBER
3: Halk Sağlığı Mevzuatı
Halk sağlığı mevzuatı gözden geçirilmeli ve HIV salgını nedeniyle
ortaya çıkan halk sağlığı sorunlarına yanıt verecek biçimde yeniden
oluşturulmalıdır. Halk sağlığı mevzuatında diğer salgın hastalıklar için
zorunlu olan önlemlerin, uygun olmayan biçimlerde HIV vakalarında uygulanması
önlenmeli ve mevzuat insan hakları ilkeleriyle uyumlu olmalıdır.
Halk sağlığı mevzuatında şu
bileşenler bulunmalıdır:
(a) Halk sağlığı yasası halk
sağlığı yetkililerine HIV ve AIDS’in önlenmesi ve tedavisine yönelik, konuyla
ilgili bilgi ve eğitim, gönüllü test ve danışmanlık hizmetlerine erişim olanağı,
CYBH ve kadınlara ve erkeklere yönelik cinsel sağlık ve üreme sağlığı
hizmetleri, kondom ve ilaç tedavisi, temiz enjeksiyon materyalleri ve ilgili
hizmetler, ayrıca ağrı profilaksisi de dahil olmak üzere HIV ve AIDS’le
ilişkili hastalıklar için yeterli tedavi gibi bir dizi kapsamlı hizmeti
sunabilmesi için gerekli fonları sağlamalı ve onları güçlendirmelidir.
(b) Halk sağlığı mevzuatı,
gözetim amaçlı testler ve epidemiyolojik amaçlı, kişilerle
bağlantılandırılmayan diğer testler dışında, kişilere uygulanan HIV testlerinin
yalnızca söz konusu kişinin bu konuyla ilgili bilgilendirilmesi temelinde
yapılmasını güvence altına almalıdır. Gönüllü testin istisnaları, özel hayatın
gizliliğini ve özgürlüklerle ilgili önemli endişeleri göz önünde tutan değerlendirmeler
sonrasında verilecek özgül yasal yetkiye dayanmalıdır.
(c) HIV testinin ciddiliği göz
önüne alınarak ve önleme ve bakımın maksimum düzeye çıkarılması hedeflenerek,
toplum sağlığı mevzuatı bütün olgularda mümkün olan her durumda test öncesi ve
sonrası danışmanlık hizmeti verilmesini güvence altına almalıdır. Evde yapılan
testlerin kullanıma sunulmasıyla birlikte, Devletler tarafından kalite kontrolü
güvence altına alınmalı, bu gibi testleri kullanan kişilere yönelik danışmanlık
ve sevk hizmetleri maksimum düzeye yükseltilmeli ve bu testlerin başka kişiler
tarafından kötüye kullanılmasına maruz kalan mağdurlara yönelik yasal hizmetler
ve destek hizmetleri geliştirilmelidir.
(d) Toplum sağlığı mevzuatı
kişilerin HIV statüleri nedeniyle tecrit, gözaltı ya da karantina gibi zorlayıcı
önlemlere maruz bırakılmamalarını güvence altına almalıdır. HIV’le yaşayan
kişilerin özgürlükleri kısıtlandığında, hukuki usullere uyulmasının (örn. yasal
tebligat, kararın yeniden incelenmesi/bir üst merciye başvuru hakkı, karar
süresinin belirsiz değil sabit olması ve temsil hakları) güvence altına
almalıdır.
(e) Toplum sağlığı mevzuatı HIV
ve AIDS olgularının epidemiyolojik amaçlarla toplum sağlığı yetkililerine
bildirimi sürecinde veri koruma ve gizlilik ilkeleri katı kurallarla güvence
altına alınmalıdır.
(f) Toplum sağlığı mevzuatı
sağlık kurumlarında ya da diğer ortamlarda HIV statüsüne ilişkin bilgilerin
yetkisiz kişiler tarafından elde edilmesi, kullanılması ya da açıklanmasına
karşı kişiyi korumalı ve HIV’le ilişkili bilgilerin yalnızca bilgilendirmeye
dayalı onamla kullanılabilmesini güvence altına almalıdır.
(g) Toplum sağlığı mevzuatı
sağlık profesyonellerine, her bir olguyu ayrı ayrı alarak ve etik kaygıları
gözeterek hastalarının HIV statüsü konusunda cinsel partnerlerini bilgilendirip
bilgilendirmeme konusunda karar verme yetkisi tanımalı, ancak onları buna
zorlamamalıdır. Bu gibi kararlar yalnızca aşağıdaki ölçütler temelinde
alınmalıdır:
(i) Söz konusu HIV pozitif kişiye ayrıntılı danışmanlık
hizmeti verilmiş olmalıdır;
(ii) HIV pozitif kişiye yapılan danışmanlıkla uygun
davranış değişiklikleri sağlanamamış olmalıdır;
(iii) HIV pozitif kişi partnerini (partnerlerini)
bilgilendirmeyi reddetmiş ya da partnerinin (partnerlerinin)
bilgilendirilmesine onay vermemiş olmalıdır
(iv) Partnere (partnerlere) HIV bulaşması açısından gerçek
bir risk söz konusu olmalıdır;
(v) HIV pozitif kişiye makul bir süre tanınmış olmalıdır;
(vi) Uygulamada bu mümkünse, HIV pozitif kişinin kimliği
partnerden (partnerlerden) gizlenmelidir ve
(vii) İzleme görüşmeleri yapılarak ilgili kişilere gerekli
desteğin sağlanması güvence altına alınmalıdır.
(h) Toplum sağlığı mevzuatı
nakledilen kan/doku/organlarda HIV ya da diğer kanla bulaşan hastalıklar
bulunmamasını güvence altına almalıdır.
(i) Toplum sağlığı yasası sağlık
kuruluşlarında ve kanla ve diğer vücut sıvılarıyla temas söz konusu olan diğer
ortamlarda evrensel enfeksiyon kontrolü önlemlerinin uygulanmasını
öngörmelidir. Bu ortamlarda çalışan kişilere bu gibi önlemleri uygulamaları
için gerekli araç ve gereçler ve eğitim sağlanmalıdır.
(j) Kamu sağlığı hakkındaki
mevzuat, sağlık personellerinin, çalışma izni edinebilmek için, etik ve/veya
insan haklarıyla ilgili asgari ölçüde eğitim almış olmalarını gerektirmeli ve
sağlık çalışanlarının oluşturdukları mesleki toplulukları, gizlilik ve
tedavinin sağlanması görevi gibi HIV ile alakalı konuları da içerecek şekilde,
insan hakları ve etik konularını kapsayan tüzükler hazırlamaya ve uygulamaya
teşvik etmelidir.
REHBER:
4 Ceza Yasaları ve Ceza Sistemi
Devletler, ceza yasalarının uluslar arası
insan hakları yükümlülüklerine uyumluluğunu ve yasaların HIV bağlamında kötüye
kullanılmadığını ya da risk altındaki grupları hedef haline getirmediğini
garanti altına almak için ceza yasalarını gözden geçirmeli ve reform
yapmalıdır.
(a) Cezai ve/veya kamu sağlığı
hakkındaki mevzuat, kasten HIV bulaştırmaya karşı özel olarak hazırlanmış suç
tanımlamaları içermekten ziyade, bu tür istisnai vakalar için de yine en genel
anlamdaki cezai işlemlere başvurmalıdır. Bu tür bir uygulama, suçluluk ve/veya
daha ağır bir ceza hükmünün doğruluğunun, öngörülebilirlik, niyet, nedensellik
ve rıza gösterme, hususları bakımından kanunlar önünde açıkça ortaya
koyulabildiğini garanti etmelidir.
(b) Ceza hukukunun, erişkin
bireylerin kendi rızalarıyla, umuma açık olmayan mekanlarda gerçekleştirdikleri
cinsel davranışları (zina, aldatma, anal ilişki ve ticari amaçlı cinsel
birleşmeleri içeren) yasaklayan kısımları, yürürlükten kaldırılmaları amacıyla
tekrar gözden geçirilmelidir. Vakaların hiçbirinde, kişilerin, HIV’in önlenmesi
ve yardım hizmetlerinin teminini engellemelerine izin verilmemelidir.
(c) Ceza hukuku, seks
işçiliğinin yetişkin bireylerde herhangi bir mağduriyete sebebiyet vermediği de
göz önünde bulundurularak, bu konunun yasallaştırılması amacıyla tekrar gözden
geçirilmeli, sonrasında seks işçileri ve müşterilerinin korunması amacıyla,
mesleki sağlık ve güvenlik koşulları, cinsel ilişki esnasında korunmayı da
destekleyecek biçimde, yasalar vasıtasıyla denetlenmelidir. Ceza hukuku, seks
işçilerine ve müşterilerine yönelik olarak gerçekleştirilen, HIV’in önlenmesi
ve yardım hizmetlerinin teminine engel olmamalıdır. Ceza hukuku, ticari amaçla
pazarlanan veya bir şekilde bu işi yapmaya zorlanmış olan çocukların ve erişkin
seks işçilerinin, katılımcı olarak seks endüstrisine dahil edilmekten
korunacaklarını ve bu yönde herhangi bir cezai takibat uygulanmasından ziyade,
seks işçiliğinden uzaklaştırılacaklarını ve bu kişilere HIV ile alakalı
durumları da kapsayacak şekilde tıbbi ve psikososyal destek hizmetleri
verileceğini garanti etmelidir.
(d) Ceza hukuku, ilaçlarını
enjektörler vasıtasıyla alan insanlar arasında HIV’in yayılımını azaltıcı yönde
alınmış olan önlemlere karşı ve bu kişilere yönelik olarak HIV ile alakalı
yardım ve tedavi hizmetlerinin uygulanmasında engelleyici bir rol
üstlenmemelidir. Ceza hukuku şu hususlar da göz önünde bulundurularak tekrar
gözden geçirilmelidir:
▬
Ruhsatlandırma veya kanunlaştırma
ve iğne ve enjektör değişim programlarının teşvik edilmesi
▬
İğne ve enjektörler
üzerinde gerçekleştirilen iyelik, dağıtım ve paylaştırma eylemlerini bir suç
olarak kabul eden kanun maddelerinin yürürlükten kaldırılması.
(e) Cezaevi yetkilileri,
mahkumları tecavüz, cinsel şiddet ve zorlamadan koruyabilmek amacıyla, yeterli
personelin çalıştırılması, etkili gözetim ve uygun disiplin tedbirlerini de
kapsayan tüm gerekli önlemleri almalıdır. Ayrıca cezaevi yetkilileri,
gizliliğin garanti edilmesinin yanısıra, mahkumlara (ve uygun görüldüğü oranda,
cezaevi personeline), HIV’in önlenmesi hakkında bilgiye erişim, eğitim, gönüllü
test yaptırma ve danışmanlık, önlenme yolları (kondomlar, temizlik maddeleri ve
hijyenik enjeksiyon teçhizatı), tedavi ve bakım ve HIV ile alakalı klinik
deneylere gönüllü katılım hakkı da sunabilmelidirler ve zorunlu olarak test
yaptırılması, ayrım gözetilmesi ve cezaevindeki olanaklara erişimin
reddedilmesi, HIV-pozitif mahkumlara yönelik uygulanan ayrıcalıklar ve af
programları da yasaklamalıdır. AIDS ile yaşayan mahkumların, iyi halden ötürü
vaktinden evvel salınması üzerinde düşünülebilir.
REHBER:
5 Ayrımcılık Karşıtı ve Koruyucu Yasalar
Devletler incinebilir grupları, HIV/AIDS’le
yaşayan ve engelli bireyleri özel ve kamu sektöründe ayrımcılıktan koruyacak yasaları
yürürlüğe koymalı, varolan ayrımcılık karşıtı ve koruyucu yasaları
güçlendirmelidir. Bilimsel araştırmalarda özerklik, gizlilik ve diğer etik
ilkelerin uygulanması sağlanmalıdır. Ayrımcılığa uğrayan gruplara eğitim
olanakları sunulmalı, uzlaşma yolları araştırılmalı, sorunlarına idari çözümler
bulunmalıdır.
(a) Ayrımcılığa karşı
hazırlanmış olan genel yasalar, HIV enfeksiyonuyla ilgili herhangi bir belirti
göstermeden yaşayan, AIDS ile hayatını sürdüren ve bir de HIV veya AIDS
konularında kendilerinden yalnızca şüphelenilen kişilerin korunabilmeleri
yönünde tasarlanmalı veya yeniden düzenlenmelidirler. Ayrıca bu gibi yasalar,
maruz kaldıkları ayrımcılık davranışlarından ötürü HIV/AIDS konusunda daha da
hassaslaşan grupları da korumalıdır. Maluliyet yasaları, HIV ve AIDS için
tanımlanan iş görememezlik durumlarını da kapsayacak şekilde tasarlanmalı veya
yeniden düzenlenmelidirler. Bu gibi bir kanun tasarısı, şu hususları
içermelidir:
(i) Güvence altına alınan sahalar, bakım, sosyal güvence,
ihtiyaç sahiplerine yardım, istihdam, eğitim, sportif faaliyetler, konaklama,
dernekler, sendikalar, elemanların kalifiye hale getirilmesi, ulaştırma ve
diğer hizmetlere erişimi de içeren bir biçimde, mümkün olduğunca geniş
tutulmalıdırlar;
(ii) HIV’in ayrımcılık davranışının çeşitli sebeplerinden
yalnızca bir tanesi olduğu vakalar da, tıpkı doğrudan veya dolaylı yoldan maruz
kalınan ayrımcılık vakalarında olduğu güvence altına alınmalıdır ve ayrıca
HIV’in kötülenmesini yasaklamak seçeneği de gözönünde bulundurulmalıdır;
(iii) Davacının ölümcül derecede hasta olması durumunda
davanın hızlı bir takibe alınmasını içeren, tazminat arayışındaki bağımsız,
hızlı ve etkin pozisyondaki yasal ve/veya idari prosedürler, poliçe ve
prosedürlerdeki sistemik ayrımcılık vakalarının tespitine yönelik araştırma
yetkisi, davaların kamu yararına çalışan kurumların HIV ile yaşayan insanlar
adına davalar açabilmesini de mümkün kılacak şekilde, takma ad kullanılarak
yürütülmesine ve temsili şikayetlere imkan tanınması olanağı;
(iv) Emeklilik hakkı ve hayat sigortasından muaf tutulma
durumları yalnızca kabul edilebilir hakikatlere dayandırılmalıdır, bu sayede
HIV’e, diğer benzer tıbbi durumlardan farklı şekilde muamele edilmemiş olur.
(b) Toplumdaki çeşitli grupların
sahip oldukları pozisyonlara ve maruz kaldıkları muamelelere etki eden
geleneksel ve alışılagelmiş kanunlar, ayrımcılık karşıtı yasaların ışığında
tekrar gözden geçirilmelidirler. Bu gibi kanunların suiistimali söz konusu
olduğunda, eğer gerekliyse, bazı kanunların yürürlükten kaldırılmasına imkan tanınmalıdır
ve bilgilendirme, eğitim ve toplumsal örgütlenme kampanyaları da, bu kanunları
ve onlara bağlı olarak gelişen davranış biçimlerini değiştirme konusuna
yönlendirilmelidirler.
(c) Genel anlamda mahremiyet ve
kişisel gizlilik yasaları tasarlanmalıdır. Bireylere ait HIV ile alakalı
bilgiler, korunması mecburi olan kişisel/tıbbi veri konusunun tanımına dahil edilmelidir
ve bireylerin HIV ile bağlantısı bulunan bilgilerinin izinsiz bir biçimde
kullanılması ve/veya duyurulması yasaklanmalıdır. Kişisel gizlilik hakkında
tasarlanan yasalar, bir bireyin kendi kayıtlarını inceleyebilmesine ve bu
bilgilerin doğru, anlamlı, eksiksiz ve güncel olduklarının garantilenebilmesi
amacıyla istendiğinde düzeltme talebinde bulunabilmesine olanak tanımalıdır.
Mahremiyet ile ilgili hak ihlallerinin telafisi için bağımsız bir kurum
görevlendirilmelidir. Meslek gruplarından insanların mahremiyet konusunda
gerçekleştirebilecekleri hak ihlalleri konusunda görülecek olan cezalandırma
davalarının hükümleri, aşağıda belirtildiği gibi, idari yasalar çerçevesinde
mesleki yetkinin kötüye kullanılması başlığı altında hazırlanmalıdır. Basın
aracılığıyla kişisel gizlilik haklarına sebepsiz yere saldırılması durumunda,
gazetecilik de yasaların meslek gruplarını ilgilendiren bileşenlerine dahil
edilmelidir. HIV ile yaşayan insanlara, bu konuyla ilgili bilgilerinin ortaya
sürülmesi durumunda, kimliklerinin ve gizliliklerinin yasal işlemlere dayalı
olarak korunması talebinde bulunabilme izni verilmiş olmalıdır.
(d) Yasalar, mevzuatlar ve toplu
sözleşmeler, çalışanların işyerlerindeki aşağıda sıralanmış olan haklarını
güvence altına alacak şekilde tasarlanmış veya o seviyeye çekilmiş olmalıdır:
(i) HIV hakkında uygulanan ulusal bir politika ve üç
taraflı (işçi-işveren-devlet) anlaşmalara mutabık kalabilen bir işyeri;
(ii) Çalışanların HIV taramasından geçirilmesi konusunda
bağımsızlık, teşvik, eğitim ve avantajlar sunulması;
(iii) HIV hakkındaki pozisyonlarını da içermek suretiyle,
çalışanlara ait olan tüm tıbbi bilgilerin gizli kabul edilmesi;
(iv) HIV ile yaşayan çalışanlara, artık daha fazla
çalışamayacak duruma gelinceye dek, makul pozisyon değişikliklerini de kapsayacak
biçimde istihdam güvencesi sağlanması;
(v) Uygun biçimde donatılmış ilk yardım çantaları ve ilk
yardım konusunda tanımlanmış deneme uygulamaları
(vi) HIV ile yaşayan çalışanların, sosyal güvence ve diğer
menfaatlerinin, hayat sigortası, emekli maaşı, sağlık sigortası, işine son
verilmesi ve ölüm durumlarında elde edecekleri hakları da içerecek şekilde
korunması;
(vii) İşyerinden veya yakınlarından erişilebilir
vaziyetteki uygun sağlık bakım hizmeti;
(viii) İşyeri çalışanlarına ücretsiz olarak sunulan uygun
kondom temini;
(ix) İşyerinde HIV ve AIDS konularında verilecek olan
kararlar hakkında çalışanlara da söz hakkı verilmesi;
(x) HIV hakkındaki bilgi ve eğitim programlarının yanısıra,
ilgili danışmanlık ve uygun yönlendirme hizmetlerine erişim;
(xi) İş arkadaşları, sendikalar, işverenler ve müşteriler
tarafından sergilenebilecek damgalama ve ayrımcılık eylemlerine karşı korunma;
(xii) Çalışanlara mesleki yollarla HIV bulaşması (örneğin,
iğne batması sonucu meydana gelen yaralanmalar), bu tür olayların yaşanmasından
hemen sonraki zaman diliminin hastalığın henüz kendini belli edemediği bir evre
olarak kabul edilmesine dayanılarak, test yaptırılması, danışmanlık ve gizlilik
haklarının korunması konularıyla ilgili olan tazminatlar hakkında, kanun
tasarılarına yapılacak uygun eklemeler
(e) İnsanların, HIV ile alakası
bulunanları da kapsayan bir takım araştırmalara katılımlarını, yasal ve etik
açıdan müdafaa edecek olan koruyucu yasalar, şu hususlarla ilişkili olarak
tasarlanmalı veya sağlamlaştırılmalıdır:
(i) Katılımcıların ayrımcılık gözetilmeyerek seçilmesi,
örneğin, kadınlar, çocuklar, azınlıklar;
(ii) Katılımcıların, araştırmaya katılmayı kabul ederken,
çalışmalar esnasında karşılaşabilecekleri riskler hakkında önceden
bilgilendirilmiş olmaları;
(iii) Kişisel bilgilerin gizliliğinin sağlanması;
(iv) Çalışmalardan elde edilen bilgi ve kazanımlara eşit
ölçüde erişim hakkı;
(v) Katılım esnasında ve sonrasında sağlanacak olan
danışmanlık, ayrımcılıktan korunma, sağlık ve destek hizmetleri;
(vi) Bağımsız ve etik olarak sürdürülen bir denetimin
garantisi için, araştırma projesinden etkilenen toplumsal kesimlerin diğer
üyelerinin de katılımı sağlanarak, yerel ve/veya ulusal teftiş komiteleriyle
bağlantıya geçilmesi;
(vii) Güvenli ve etkili ilaçların, aşıların ve tıbbi
gereçlerin kullanımına dair onay;
(f) Ayrımcılık karşıtı ve
koruyucu yasalar, kadınların HIV enfeksiyonu ve HIV ile AIDS’in yıkıcı etkileri
karşısındaki savunmasızlıklarının şiddetini azaltabilmek için, HIV bağlamında
maruz bırakıldıkları insan hakları ihlallerinin miktarını en aza indirgeyecek
biçimde tasarlanmalıdır. Daha da önemlisi, yasalar, mülk edinebilme ve miras
bırakabilme, sözleşme imzalayabilme ve evlilik gerçekleştirebilme, kredi ve
finansman edinebilme, ayrılık veya boşanma gibi eylemlerde ilk adımı atabilme,
ayrılık veya boşanma durumunda mal varlıklarının eşit olarak paylaştırılması ve
çocukların velayetini elinde bulundurabilme haklarıyla ilgili ayrımcılık
çerçevesinde gelişen kısıtlamaların ortadan kaldırılabilmesi için, kadınlara
mülkiyet ve evlilikle ilgili münasebetleri ve istihdama erişim ile ekonomik
olanaklar bakımından eşit davranıldığının garantilenebilmesi amacıyla yeniden
incelenmeli ve geliştirilmelidirler. Ayrıca yasalar, kadınların üreme ve cinsel
haklarının güvenceye alınması konusunda, üreme sağlığı ve cinsel yolla bulaşan
hastalıklar hakkındaki bilgi ve hizmetler ile güvenli ve yasalara uygun olarak
kürtaj yaptırabilmeyi de içeren doğum kontrol yöntemlerine bağımsız erişim
hakkının yanısıra, doğacak çocuk sayısı ile doğumlar arasında geçecek olan
süreye, cinsel ilişkinin korunarak gerçekleştirilmesini talep edebilme, evlilik
sırasında meydana gelebilecek tecavüz vakalarına yönelik yasal hükümleri de
içerecek biçimde, evlilik içinde veya dışında gelişen cinsel şiddete karşı
korunma talebinde bulunma gibi konularda karar alabilme haklarını da kapsayacak
şekilde de tasarlanmalıdırlar. Erkeklere ve kadınlara evlenebilmeleri için
belirlenmiş olan yaş sınırları birbirleriyle tutarlılık göstermelidir, ve
kadınlar ve kızların evlenmeyi ve cinsel ilişkiye girmeyi reddetme hakları,
yasalar tarafından korunuyor olmalıdır. Velayet, bakımını üstlenme ve evlat edinme
işlemleriyle ilgili kararlar alınırken, çocuğun veya ebeveynlerin HIV
konusundaki pozisyonları, diğer tıbbi özelliklerden hiçbir farklılık
gözetilmeden ele alınmalıdır.
(g) Ayrımcılık karşıtı ve
koruyucu yasalar, çocukların HIV enfeksiyonu, ve HIV ile AIDS’in yıkıcı
etkileri karşısındaki savunmasızlıklarının şiddetini azaltabilmek için, HIV
bağlamında maruz bırakıldıkları insan hakları ihlallerinin miktarını en aza
indirgeyecek biçimde tasarlanmalıdır. Bu gibi yasalar, çocukların HIV ile
ilgili bilgilere, eğitime, ve okul içi ve okul dışındaki önlem alma
yöntemlerine erişimini sağlamalı, bu sayılan sırayla; öncelikle zeka gelişimine
bağlı olarak çocuğun kendisinin, veya ebeveynlerinin ya da tayin edilen velisinin
izniyle gönüllü olarak test yaptırması işlemlerini yönetmeli, özellikle
çocukların AIDS tarafından öksüz bırakılmış olması durumlarında onları kendi
istekleri dışında test yaptırmaya zorlanmaktan korumalı, ve miras edinebilme
ve/veya yardımda bulunma konularını da kapsayacak şekilde, öksüz olmak
bağlamındaki diğer koruma hizmetlerini de sağlamalıdır. Ayrıca hazırlanacak
olan bu yasalar cinsel anlamda suistimale uğrayan çocukları da koruma altına
almalı, eğer tacize uğranmışsa, rehabilitasyonunu sağlamalı ve onların,
cezalandırılması gereken bir eylemi gerçekleştiren kişiler olarak değil de,
yanlış davranışlar yüzünden mağduriyete uğramış bireyler olarak
değerlendirileceğini de garanti edebilmelidir. Ayrıca çocukların, maluliyet
bağlamındaki yasalar tarafından korunacaklarının da güvencesi verilmelidir.
(h) Ayrımcılık karşıtı ve
koruyucu yasalar, erkeklerle cinsel ilişki kuran erkeklerin HIV enfeksiyonu, ve
HIV ile AIDS’in yıkıcı etkileri karşısındaki savunmasızlıklarının şiddetini
azaltabilmek için, HIV bağlamında maruz bırakıldıkları insan hakları
ihlallerinin miktarını en aza indirgeyecek biçimde tasarlanmalıdır. Bu önlemler
hemcinsleriyle cinsel ilişkiye girenlerin kötülenmesi karşısında uygulanacak
olan cezai işlemleri, eşcinsel evliliklerinin ve/veya birlikteliklerinin
yasalar önünde tanınmasını ve bu tür birlikteliklerin uygun mülkiyet, boşanma
ve veraset hükümleriyle yürütülmesini de içermelidir. Cinsel eğilimleri karşı
cinse yönelik olan bireylerle, hemcinslerine yönelik olan bireylerin, cinsel
ilişkiye girebilmeleri ve evlenebilmeleri için belirlenmiş olan yaş sınırları
birbirleriyle tutarlılık göstermelidir. Erkeklerle cinsel ilişki kuran
erkeklere saldırı mahiyetindeki yasalar ve polis uygulamaları, bu gibi
durumlarda uygun yasal korumanın sağlandığını garanti edebilmek amacıyla
yeniden incelenmelidir.
(i) Hassas gruplara HIV
bağlamında getirilen hareket ve örgütlenme kısıtlamaları için konan yasalar ve
düzenlemeler, hem kanunen (meşrulaştırılmış olanlar) hem de kanuni yaptırımlar
bakımından ortadan kaldırılmalıdırlar.
(j) Kamu sağlığı, ceza ve
ayrımcılık karşıtlığı hakkında tasarlanacak olan yasalar, hassas grupları da
içerecek biçimde, hedef gruplara yönelik uygulanan mecburi HIV testlerini
yasaklamalıdırlar.
REHBER:
6 Önleme,
Tedavi, Bakım Ve Desteğe Ulaşım
Devletler, HIV’le ilgili malların/metaların,
hizmetlerin ve bilgilerin düzenlenmesi için yasal düzenleme yaparak, nitelikli
önleme araçlarının ve hizmetlerinin yaygın olarak ulaşılabilir olmasını, HIV
önleme ve bakımına ilişkin yeterli düzeyde bilginin olmasını ve güvenli ve
etkili tedavinin herkesin alım gücüne uygun olmasını sağlamalıdır.
Devletler, devamlılığı ve eşitliği temel alarak, HIV/AIDS
önleme, tedavi, bakım ve destek için herkesin nitelikli metalara, hizmetlere ve
bilgilere ulaşmasını sağlamaya yönelik önlemler almalıdır.
Devletler, risk altındaki bireylere ve gruplara özel bir
ihtimam göstererek hem yerel hem de uluslararası düzeyde önlemler
almalıdır.
Önleme, tedavi, bakım ve destek, AIDS’e verilen etkili
mücadelenin sürekliliğini ve güçlendirici öğelerini oluşturur. Bunların
kapsamlı bir yaklaşımla bütünleşmesi ve çok yönlü bir mücadele sergilemesi
gerekmektedir. Kapsamlı tedavi, bakım ve destek, aile, toplum ve evde bakımın yanı sıra
antiretroviral ilaçları ve diğer ilaçları, tanı yöntemlerini, HIV, AIDS ve bunlara
bağlı fırsatçı enfeksiyonların ve diğer durumların bakımıyla ilgili
teknolojilerin kullanılmasını, iyi beslenme, sosyal, dini ve psikolojik desteği
içerir. Kondomlar, kaydırıcılar, steril enjeksiyon donanımları, antiretroviral
ilaçlar (örneğin, anneden çocuğa geçme, hastalıkla temastan sonraki korunmalar)
ve geliştirildiği zaman güvenli ve etkili olacak mikrop öldürücüler ve aşılar,
HIV önleyici teknolojiler arasında yer alır. İnsan hakları ilkeleri uyarınca
genel erişim bu malzemelerin, hizmetlerin ve bilgilerin, yalnızca mevcut, kabul
edilebilir ve iyi kalitede olmakla kalmayıp, ayrıca herkes tarafından fiziksel
olarak rahatça erişebilir ve herkesin alım gücünün bunlara yeterli olmasını da
gerektirir.
Devletler, HIV önleyici malzeme, hizmet ve bilgilere genel
erişimin yanı sıra, HIV’li olarak yaşayan tüm insanların kapsamlı tedavi, bakım
ve desteğe genel erişimini, artan bir düzeyle gerçekleştirmeye yönelik ulusal
projeler geliştirmeli ve uygulamalıdır. Ulusal projeler, HIV’la birlikte
yaşayan insanların ve risk altındaki gurupların etkin katılımını sağlamak için,
sivil toplum kuruluşlarının danışmanlığında geliştirilmelidir.
Mümkün olan en yüksek kalitedeki sağlık hizmetinden
yararlanma hakkının yanı sıra, sağlıkla ilgili insan haklarına saygı duymak ve
bunları korumak adına HIV’ın önlenmesi, tedavi edilmesi, bu konuda bakım ve
destek sağlanması şarttır. Genel erişim, gittikçe artan bir oranda zamanla
sağlanacaktır. Ancak Devletler, yerel ve küresel düzeyde herkesin HIV’ın
önlenmesine, tedavi edilmesine, bu konuda bakım ve destek almasına yönelik
erişimi sağlamak üzere acilen ve mümkün olan en etkili biçimde harekete geçme
zorunluluğundadır. Bu da, ilerlemenin ölçülebilmesi için, diğer unsurlarla
beraber standartları ve hedefleri belirlemeyi gerektirir.19
HIV konusunda bilgilere, malzemelere ve hizmetlere erişim,
sosyal ekonomik kültürel politik ve yasal faktörlerin etkisi altındadır.
Devletler, bu faktörleri göz önüne alarak ilaçlara, tanılama sistemlerine ve
ilgili teknolojilere genel erişimi sağlamak amacıyla, gerekli olduğu yerlerde
yasalar, politikalar, programlar ve projeler oluşturmalı veya bunları tekrar
gözden geçirerek, üzerlerinde değişiklikler yapmalıdır. Buna bir örnek olarak
vergiler, gümrük yasaları ve katma değer vergileri bu ilaç, tanı ve ilgili
teknolojilere karşılanabilir bedellerle erişim sağlanabilmesini engelleyebilir.
Bu tip yasalar, erişimi arttıracak yönde tekrar gözden geçirilmelidir.
Devletler, HIV’le ilgili malzeme, hizmet veya bilgilere erişimi etkileyen
ulusal yasaların, politikaların, programların ve projelerin uluslararası insan
hakları normları, prensipleri ve standartlarıyla uyumlu olmasını sağlamalıdır.
Devletler, diğer devletlerin uzmanlık ve deneyimlerinden yararlanmalı, HIV’lı
insanlara, sivil toplum kuruluşlarına, uzmanlık sahibi yerel ve uluslararası
sağlık kuruluşlarına danışmalıdır.
Devletler, yasalarının, politikalarının, proje ve
uygulamalarının, sağlık malzemelerine, hizmetlerine ve bilgilerine
erişimleriyle ilgili olarak uluslararası ve yerel insan hakları normlarına
aykırılık teşkil edecek şekilde, hem HIV konusunda hem de diğer konularda
HIV’le birlikte yaşayan insanları ve onların ailelerini dışlamamasını,
lekelememesini veya ayrımcılığa yol açmamasını sağlamalıdır.
Devletlerin, mevzuatları, politikaları, programları, proje
ve uygulamaları, risk altındaki bireylerin ve toplumların önlem, tedavi, bakım
ve desteğe erişimlerini engelleyen, yoksulluk, göç, kırsal yerleşim veya
çeşitli ayrımcılık21 gibi faktörlere karşı olumlu önlemler içermelidir. Bu
faktörler birikimli bir etki oluşturabilir. Örneğin, çocuklar (özellikle de kız
çocuklar) ve kadınlar, tedavi toplumlarında mevcut olsa bile, erişimi en son
elde edebilecek bireyler olabilir.
Devletler, sağlıkla ilgili insan haklarına saygı gösterme,
koruma ve yerine getirme konusunda kamu kesiminde gerekli girişimlerde bulunma
yükümlülüklerini yerine getirmeyi sürdürürken,
toplulukların müdahalesini, kapsamlı bir HIV önleminin, tedavisinin,
bakımının ve desteğinin parçası olarak tanımalı, onaylamalı ve desteklemelidir.
AIDS yüzünden gelir kaybına uğramış ailelere yardımcı olmak için, etkilenmiş
toplulukların kaynaklara erişimine olanak sağlayacak mekanizmalar
geliştirilmelidir. Bakıma erişimde ve bakımın toplumsal düzeyde sağlanmasında,
kadınlar ve kızların maruz kaldıkları, cinsiyete bağlı eşitsizliğin neden
olduğu zorluklara özellikle dikkat edilmelidir.
Devletler, tıbbi görevlilere, konuyla ilgili çalışanlara ve
sigortacılara yardımcı olmak için, HIV’le birlikte yaşayanlara yönelik mevcut
sağlık malzemeleri, hizmet ve bilgi alanında sağlam ve bilimsel açıdan güncel
yönergelerin mevcudiyetini, uygulanmasını ve kullanılmasını sağlamalıdır. Devletler,
bu yol gösterici yönergelerin mevcudiyetini, kullanımını ve uygulanmasını
gereği gibi izleyecek, daha iyi bir hale getirecek mekanizmalar
geliştirmelidir.
Mevzuatlar, politikalar ve programlar, HIV’le birlikte
yaşayan insanların tekrarlayan, gittikçe ilerleyen, daha ileri tedaviyi
gerektiren ve hem kamu hem de özel sektör yararına uygun olarak ele alınması
gereken sağlık sorunları yaşamakta olduklarını dikkate almalıdır. Devletler,
HIV’la birlikte yaşayan işçilerin yararına olacak şekilde genel ve eşit erişim
sağlamak amacıyla, gerektiğinde işverenler, işveren ve işçi kuruluşlarıyla
birlikte yarar sağlama programları üzerinde çalışmalıdır. İşle ilgili olarak
sağlık olanaklarından yararlanamayan, resmi olarak istihdam edilmemiş kişilerin
sağlık olanaklarına erişimini sağlamaya ayrıca özen gösterilmelidir.22
Devletler, HIV’la birlikte yaşayan insanların tedavi, bakım
ve destek almalarının reddedildiği veya bunlara erişimlerinin sağlanmadığı
durumlar için çabuk ve etkili çareler sağlayacak yerel mevzuatlar
oluşturmalıdır. Devletler, bu gibi şikayetlerin bağımsız ve tarafsız olarak
değerlendirilebileceği hukuksal süreçleri de ayrıca sağlamalıdır. Uluslararası
düzeyde, Devletler, var olan mekanizmaları güçlendirmeli ve fiili olarak yer
almadıkları yerlerde yeni mekanizmalar geliştirerek, Devletlerin sağlıkla
ilgili hakları tanımaya, korumaya ve yerine getirmeye yönelik uluslararası
yasal yükümlülüklerini ihmal etmeleri halinde, HIV/AIDS ile birlikte yaşayan
insanların, çabuk ve etkili bir şekilde, bunu tazminini ettirebilmelerini
sağlamalıdır.
Devletler, HIV’la ilgili ürünleri kontrol etmeli ve kalite
güvencesi sağlamalıdır. Devletler, mevzuatlarla ve diğer önlemlerle (örneğin,
pazarlama öncesi onay ve pazarlama sonrası gözetim için işlevsel sistemlerle),
ilaçların, tanı yöntemlerinin ve ilgili teknolojilerin güvenli ve etkili
olmalarını sağlamalıdır.
Devletler, mevzuatlarla ve diğer önlemlerle, kullanımlarına
ilişkin doğru, geçerli ve erişilebilir bilgilerle, ilaçların yeterli
miktarlarda ve zamanında tedarik edilmesini, sağlamalıdır. Örneğin, HIV’la
ilgili olanlar da dahil, ilaçların, aşıların ve tıbbi cihazların güvenilirliği ve
etkililiğiyle ilgili şikayetlerin oluşmaması için, tüketiciyi koruma yasaları
veya diğer ilgili mevzuatlar yürürlüğe konmalı veya güçlendirilmelidir.
HIV danışmanlığının ve testlerinin kalitesini ve
mevcudiyetini sağlamaya yönelik yasalar ve/veya yönetmelikler yürürlüğe
konulmalıdır. Evde kullanılan ve/veya hızlı sonuç veren HIV test kitlerinin
piyasaya sürülmesine izin verilmiş ise, bunlar kalite ve doğruluğun sağlanması
açısından sıkı bir düzenlemeye tabi tutulmalıdır. Epidemiyolojik bilgi kaybı,
eşlik eden danışmanlığın olmaması ve yetkisiz kullanım risklerinin sonuçları,
işe alma veya göçmenlik gibi durumlarda ayrıca belirtilmelidir. Bireyleri, HIV
testlerinin suiistimal edilmesinden kaynaklanan sonuçlardan koruyacak yasal ve
sosyal destek hizmetleri oluşturulmalıdır. Devletler, gönüllü olarak sunulan
danışmanlık ve test hizmetleri (VCT) üzerinde de kalite gözetimi sağlamalıdır.
Kondomlar için kalite kontrolü yasal olarak zorunlu hale
getirilmeli ve uygulama kapsamında Uluslararası Kondom Standardı izlenmelidir.
Kondom, çamaşır suyu, temiz iğneler ve enjektörlerin mevcudiyeti gibi önleyici
tedbirlerin üzerindeki kısıtlamalar kaldırılmalıdır. Bu önleyici tedbirlerin
hükümlerinin, uygun yerlerde bulunan satış makinelerini de kapsayan çeşitli
kanallarla yaygınlaştırılması, bu dağıtım yönteminin gerçekleştirdiği erişim ve
gizliliğin sağladığı daha büyük etkililiğin ışığında dikkate alınmalıdır. En
iyi etkiyi sağlamak için, kondom promosyonları HIV bilgilendirme
kampanyalarıyla birleştirilmelidir.
HIV hakkındaki bilgilerin içerdiği hükümlerin kitle
iletişim araçlarıyla yaygınlaştırılmasına yönelik yasalar ve/veya düzenlemeler
yürürlüğe konmalıdır. Bu bilgiler, toplum geneline ve bilgilere erişmekte
zorluk yaşayan risk altındaki topluluklara ulaştırılmalıdır. HIV’la ilgili
bilgiler, sunum yapıldıkları kitleler üzerinde etkili olmalı ve yaşama, sağlığa
ve insan haysiyeti için elzem olan bilgi erişimine zarar vereceğinden, uygunsuz
bir şekilde sansüre veya diğer yayıncılık standartlarına tabi tutulmamalıdır.
Devletler, HIV’la ilgili tedavi seçeneklerini iyileştirmek
için, HIV, AIDS ve bunlarla ilgili enfeksiyonların ve durumların önlenmesi,
tedavisi, bunlarla ilgili bakım ve destek sağlanmasına yönelik terapi ve
teknolojiler konusunda araştırma, geliştirme ve teşvik sağlaması amacıyla, özel
sektöre tahsis edilen fonları arttırmalıdır. Özel sektör, bu tip araştırma ve
geliştirmeleri üstlenmesi ve bunların sonucunda ortaya çıkan seçenekleri
ihtiyaç sahiplerinin satın alınabilir fiyatlarla, yaygın ve çabuk bir şekilde
elde edilebilmelerini sağlaması için teşvik edilmelidir.
Devletler ve özel sektör, gelişmekte olan ülkelerdeki
sağlık gereksinimlerine yönelik araştırma ve geliştirmeleri desteklemeye özen
göstermelidir. Devletler, insan haklarının tanınması kapsamında bilimsel
ilerlemelerin ve bunların yararlarının paylaşımı adına, araştırma ve
geliştirmelerin ulusal ve küresel yarar sağlaması için, gelişmekte olan
ülkelerde yaşayan ve fakir veya kenara itilmiş insanların gereksinimlerine özen
göstererek, yerel ve uluslararası düzeylerde yasalar ve politikalar
oluşturmalıdır.
Devletler, yoksulluğun giderilmesi stratejileri, ulusal
bütçe tahsisleri ve sektörel gelişim projeleri de dahil tüm projelerini HIV’ı
önleme, tedavi etme, HIV’la ilgili bakım ve destek sağlama konularıyla
bütünleştirmelidir. Devletler, bunu yaparken HIV’a yönelik uluslararası kabul
görmüş hedeflere karşı en azından özel bir yaklaşım içinde olmalıdır.23
Devletler, hem yerel hem de uluslararası düzeylerde, HIV’a
yönelik önleme, tedavi, bakım ve destek unsurlarına karşılanabilir bedelle,
güvenli ve sürekli erişimi teşvik edecek tedbirler almak amacıyla ulusal bütçe
tahsisatlarını arttırmalıdır. Devletler, diğer tedbirlerin yanı sıra,
kaynakları oranında Küresel AIDS, Verem ve Sıtmayla Savaş Fonu gibi
mekanizmalara katkıda bulunmalıdır. Gelişmiş ülkeler, sağlık malzemelerine,
hizmetlerine ve bilgilerine erişimi gerçekleştirmeye özen göstererek,
kendilerini kabul etmiş oldukları uluslararası hedeflere geciktirmeden
götürecek, kalkınmanın ilerlemesine yardımcı olmaya yönelik sağlam girişimlerde
bulunmalıdır.24
Devletler, HIV/AIDS’e karşı mücadeleyi finanse etmeye
yönelik uluslararası ve iki taraflı mekanizmaların, antiretroviral ve diğer
ilaçların, tanılama teknolojileri ve diğer teknolojilerin satın alınması da
dahil, önleme, tedavi, bakım ve destek için gereken fonları temin etmesini
sağlamalıdır. Devletler, bağış yapan kişilerin sağladığı yardımının faydalarını
en üst düzeye çıkaracak politikaları, bu tip kaynakları jenerik ilaçların, tanı
sistemlerinin ve ilgili teknolojilerin daha ekonomik oldukları yerlerden satın
alınmasında kullanmayı sağlayacak politikalar da dahil, desteklemeli ve
uygulamalıdır.
Devletlerin uluslararası ve iki taraflı finansman
mekanizmaları, sağlık hizmetlerini güçlendirmek için, sağlık görevlilerinin
kapasitelerini ve çalışma koşullarını ve tedarik sistemlerinin etkililiğini
iyileştirmek için, önleme, tedavi bakım ve destek unsurlarına erişim sağlamak
amacına yönelik finansman planları ve sevkıyat mekanizmaları için ve aile, topluluk
ve ev odaklı bakım için, ayrıca fon da sağlamalıdır.
Devletler, HIV, AIDS ve bunlarla ilgili fırsatçı
enfeksiyonların ve durumların önlenmesi, tedavisi ve semptomlarını hafifletici
bakıma yönelik ilaçların, tanılama sistemlerinin ve ilgili teknolojilerin
kaynakları, nitelikleri ve dünya çapındaki fiyatları ile ilgili bilgi
kaynaklarını oluşturmak, sürdürmek ve uluslararası kapsamda toplumun erişimine
açık hale getirmek için sivil toplum kuruluşlarıyla, hükümetlerarası
kuruluşlarla, Birleşmiş Milletler organları, birimleri ve programlarıyla
birlikte çalışmalıdır.25
Kredi veren ülkeler ve uluslararası finans kuruluşları,
gelişmekte olan ülkelerin borçlarını daha hızlı ve kapsamlı bir biçimde
hafifletmeli ve bu amaçla sağlanan kaynakların, resmi geliştirme desteğinde
azalmaya neden olmasını önlemelidirler. Gelişmekte olan ülkeler ise borç
yüklerinin hafiflemesi ile oluşan kaynakları, sağlık konuları ile ilgili
hakların gerekli saygıyı görmesi, korunması ve verilmesine yönelik
yükümlülüklerini tümüyle yerine getirecek şekilde kullanmalıdırlar. Ülkeler,
diğer gerekliliklerin yanında, bu kaynakların uygun ölçekte bir bölümünü, yerel
koşulları, öncelikleri ve uluslararası boyutta verilmiş taahhütleri de
gözeterek, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hasta bakımı ve desteklenmesi gibi
konulara ayırmalıdırlar.
Ülkeler, uluslararası mekanizmaları, antiretrovial ve diğer
ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojileri de içeren, HIV’in önlenmesi, tedavisi,
hastaların bakımı ve desteklenmesi ile ilgili konularda alınan önlemlerdeki
gelişmeleri izleme ve raporlama alanlarında desteklemeli ve işbirliğine
gitmelidirler. Ülkeler, ilerlemelerini gözlemleyen kuruluşlar için
hazırladıkları raporlarda, uluslararası yasal yükümlülüklere uyabilmeleri
açısından, uygun bilgileri bulundurmalıdırlar. Bu raporlarda yer alan veriler,
önleme, tedavi, bakım ve desteklemeye ulaşılabilirlik açısından varolan
farklılıkları ortaya çıkartacak ve düzeltebilecek şekilde ufak parçalara
bölünmeli ve varolan göstergeler veya önlemlerin uygulanabilirliğini ölçen
denetimler gibi, değerlendirme araçlarını kullanmalı veya yenilerini
geliştirmelidir. Ülkeler, ayrıca, HIV/AIDS’li insanları ve korunmasız grupları
temsil edenleri de kapsayan sivil toplum kuruluşlarından, bu raporların
hazırlanması konusunda destek almalı ve süreci izleyen bu kuruluşların
gözlemleri ve önerileri doğrultusunda davranmalıdır.
Devletler, gelişmekte olan ülkelere, HIV’in önlenmesi,
tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi konularında teknoloji ve uzmanlık
transferi için uluslararası ve bölgesel işbirliği aramalı ve
gerçekleştirmelidirler. Devletler, bu amaçla gelişmekte olan ülkeler arasındaki
işbirliğini desteklemeli ve HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve
desteklenmesi konularında ulaşılabilirliği hedefleyen uluslararası
organizasyonlara katılarak, teknik yardım sağlamalıdırlar.
Devletler, uluslararası forum ve görüşmelerde, insan
hakları ile ilgili uluslararası norm, prensip ve standartları dikkate
almalıdırlar. Özellikle dikkat gerektiren olgular, sağlıkla ilgili konularda
haklara saygı gösterilmesi, korunması ve verilmesi olup, uluslararası destek ve
işbirliği alanındaki yükümlülüklere de özen gösterilmelidir. Devletler, bunun
yanında, gerek yurtiçi gerek yurtdışında olsun, antiretrovial ve diğer ilaçlar,
teşhis ve ilgili teknolojileri de içeren, HIV’in önlenmesi, tedavisi,
hastaların bakımı ve desteklenmesi ile ilgili konularda ulaşılabilirliği
kısıtlayan önlemler almaktan kaçınmalı ve ilacın asla politik baskı unsuru
olarak kullanılmamasını sağlamalıdır. Tüm devletler tarafından, özellikle
gelişmekte olan ülkelerin gereksinimlerine ve içerisinde bulundukları
durumlara, özen gösterilmelidir.
Devletler, insan hakları yükümlülüklerinin ışığında, fikri
mülkiyet hakları gibi çift taraflı, bölgesel ve uluslararası anlaşmaların,
antiretrovial ve diğer ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojileri de içeren,
HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi gibi hizmetlere
ulaşılabilirlik konusunda bir engel oluşturmamasını sağlamalıdır.
Devletler uluslararası anlaşmaları yorumlar ve uygulamaya
alırken, ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojilere ulaşımı da içeren, HIV’in
önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi hususlarının garanti
altına alındığı, bu yönde her türlü korumaya yönelik önlemin ve esnekliğin
yerel yasalara entegre edildiğini, sağlama almalıdırlar. Devletler, alınan bu
koruyucu önlemleri, insan haklarına dair, kendi yerel ve uluslararası
yükümlülüklerini tümüyle yerine getirebilecekleri ölçüde devreye sokmalıdırlar.
Devletler, yapmış oldukları uluslararası anlaşmaları (ticaret ve yatırımla
ilgili olanlar da dahil), insan haklarını geliştirme ve koruma amaçlı
hazırlanan anlaşmalar, yasalar ve politikalarla uyumlu olup olmadığı yönünde
gözden geçirmeli ve bu anlaşmaların önleme, tedavi, bakım ve desteklemeye
ulaşılabilirliği kısıtladıkları durumlarda, gerektiği şekilde
değiştirmelidirler.
REHBER 7: Hukuki Destek Hizmetleri
Devlet, HIV vakalarında uzmanlaşmış ve toplum hukuki yardım
merkezlerini ve/ya AIDS hizmeti organizasyonlarını (ASO) da dahil eden hukuki yardım
sistemlerinin kurulmasını desteklemelidir;
Yasalar, Devletle birey arasındaki ve bireyler arasındaki
ilişkileri düzenlediği için, HIV’le ilişkili olan insan hakları da dahil olmak
üzere tüm insan haklarını gözlemleyebilmek için temel bir çerçeve sunmaktadır.
Bu çerçevenin insan haklarını korumak için etkili olup olmadığı, o toplumdaki
yasal sistemin gücüne ve yurttaşların sisteme ulaşabilirliğine bağlıdır. Buna
karşın, ne dünya üzerindeki birçok yasal sistem yeterince güçlüdür ne de
marjinalize edilmiş toplulukların sisteme ulaşabilirlikleri vardır.
Bununla beraber, HIV’e karşı verilen tepkide hukukun rolü
aşırı vurgulanıyor ve zorlayıcı ve ihlal edici politikalar için bir araç olarak
da kullanılıyor olabilir. Hukukun eğitici ve kural koyucu bir rolü olmasına ve
insan haklarını ve HIV programlarını korumak için önemli bir çerçeve sunuyor
olmasına karşın, eğitmek, tutumları değiştirmek, davranış değişikliklerini
sağlamak ya da insanların haklarını korumak için güvenilecek tek araç olmayabilir.
Bu nedenle, yukarıda bahsi geçen 3. İlkeden 7. ilkeye kadar anlamlı ve olumlu
bir yasal mevzuatın hayata geçirilmesinin teşvik edilmesinin amacı, HIV’le
ilişkili insan haklarının korunmasına, etkili HIV önleme ve bakım
programlarının hazırlanmasına destek olması için gerekli olan temel yasal
unsurları tarif etmektir.
3. ilkeden 6. ilkeye kadar, HIV’le ilişkili ulusal
yasaların, uluslararası ve bölgesel insan hakları standartlarına uyumlu hale
getirilmesi için yasa değişiklikleri ve yasal reformlar teşvik edilmiştir. Sözü
edilen stratejiler her ne kadar formal yasaları işaret ediyor olsa da, yasa
reformları, örfi kanunları ve teamül hukukunu da ihtiva etmelidir. HIV
yasalarının gözden geçirilmesi ve yapılacak reformlar Devlet’in, insan hakları
normlarının izlenmesiyle ilişkili genel aktivitelerine dahil edilmeli ve AIDS’e
karşı ulusal yanıtın bir parçası olmalıdır ve varolan yasalar (risk altındaki
gruplar kadar genel popülasyon için) HIV önleme ve bakım programları önünde bir
engel olmamalı ve kişileri hem resmi kurumların hem de özel kurum ve kişilerin
ayrımcı tutumlarına karşı korumalıdır. Yasalar ve yasa reformları ile ilgili
önerilerin bir kısmı, özellikle de kadınların, uyuşturucu kullananların, seks
çalışanlarının ve erkeklerle seks yapan erkeklerin statülerine ilişkin
öneriler, belirli bir ulusal, kültürel ve dinsel bağlamda ihtilaflara neden
olabileceği düşünülmüştür. Buna karşın, bu ilkeler Devletlere yönelik
önerilerdir: söz konusu ilkelerin dayanağı varolan uluslar arası insan hakları
standartlarıdır ve HIV’le ilişkili halk sağlığı hedeflerine ulaşmak için
pragmatik bir yaklaşımı gerçekleştirmek için tasarlanmışlardır. Devletlerin yükümlülüğü, uluslar arası insan
hakları yükümlülüklerini en iyi şekilde karşılayacak ve kendi politik, kültürel
ve dini bağlamları içinde halk sağlığını koruyacak bir yapıyı kurmalarıdır.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, UNAIDS, diğer ilişkili
ortak sponsorlar ve diğer Birleşmiş Milletler kuruluşları ve temsilcilikleri,
örneğin Uluslar arası İş Örgütü, yasa incelemelerinde ve reformlarında
Hükümetlere teknik destek verebilir.
İlke 7, Devletleri (ve özel sektörü) uzmanlaşmış ve genel
hukuki hizmetlerini, HIV’le yaşayan kişileri ve HIV’den etkilenen toplulukların
insan haklarını ve hukuki haklarını bu hizmetler aracılığıyla uygulanabilir
hale getirmek için, teşvik etmeli ve desteklemelidir. Hukuki haklar ve insan
haklarıyla ilgili bilgiler ve araştırma kaynakları da ulaşılabilir halde
olmalıdır. Aynı zamanda bu tür hizmetler, risk altındaki grupların HIV
enfeksiyonu karşısındaki hassasiyetlerini azaltmak sorunuyla da ilgilenmelidir.
Bu hizmetler aracılığıyla sağlanacak olan bilgilerin yeri ve formatı (düz ve
anlaşılabilir bir dil), söz konusu risk altındaki gruplar için ulaşılabilir
hale getirilmelidir. Buna ilişkin modeller birçok ülkede bulunmaktadır.
C)
DESTEKLEYİCİ VE KOLAYLAŞTIRICI (ENABLING) ÇEVRENİN TEŞVİK EDİLMESİ
REHBER 8: Kadınlar, Çocuklar ve Diğer İncinebilir Gruplar
Devlet,
toplumla işbirliği içinde; kadınlara, çocuklara ve diğer incinebilir gruplara
özel sağlık ve sosyal hizmet desteği sunarak eşitsizlikleri ortadan kaldırmalı;
toplumsal iletişim mekanizmalarını harekete geçirerek önyargıların oluşmasını
engelleyecek, destekleyici ve kolaylaştırıcı bir çevre oluşturmalıdır.
(a) Devletler, akran eğitimi, güçlendirme, olumlu davranış
değişimi ve sosyal destek için farklı risk gruplarının üyelerinden oluşan
derneklerin/toplulukların kurulmasını ve sürdürülebilirliğini desteklemelidir.
(b) Devletler, risk altındaki gruplar için HIV’e ilişkin
olarak yeterli, ulaşılabilir ve etkili önleme, bakım, eğitim ve hizmet
programlarının geliştirilmesine destek olmalı ve söz konusu risk altındaki
grupların bu programların hazırlanmasında ve uygulanmasında etkin bir biçimde
yer almasını sağlamalıdır.
(c) Devletler, HIV salgınının kadınlar üzerindeki
etkilerini araştırmak/incelemek için ulusal ve yerel düzeylerde forumlar
kurulmasını desteklemelidir. Bu forumlar çok sektörlü olmalı, Hükümeti,
uzmanları, din temsilcilerini, toplum temsilcilerini ve liderlerini foruma
dahil etmeli ve aşağıda sıralanan konular üzerinde inceleme yapmalıdır:
(i) Kadının evdeki ve kamusal
hayattaki rolü;
(ii) Kadınların güvenli seksi
tercih edebilmesi ve üreme konusunda kendi seçimlerini yapabilmesi konularını
da kapsayacak şekilde kadınların ve erkeklerin cinsellik ve üreme hakları;
(iii) Kadınların eğitim ve
ekonomik fırsatlarını arttırmaya yönelik stratejiler;
(iv) Hizmet sağlayıcıların
duyarlılaştırılması ve kadınlara sağlanan sağlık hizmeti ile sosyal desteğin
iyileştirilmesi ve
(v) Dini ve kültürel
geleneklerin kadınların üzerindeki etkisi.
(d) Devletler, Kahire Dünya Nüfus ve Gelişim Konferansı’nın
Eylem Programını ve Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’nın Pekin Deklarasyonunu ve
Eylem Planını uygulamaya koymalıdırlar. Temel sağlık hizmetlerinde,
programlarında ve özel olarak da bilgilendirme kampanyalarında cinsiyet
perspektifi dikkate alınmalıdır. Kadınlara yönelik şiddet, cinsel taciz ve
sömürü, zarar verici geleneksel uygulamalar, erken evlilik, kadın sünneti
ortadan kaldırılmalıdır. Resmi ve gayri resmi eğitim programlarının da dahil
olduğu olumlu tedbirler alınmalı ve böylelikle kadınların iş olanakları ve
sosyal destekleri arttırılmalıdır.
(e) Devletler, HIV ve insan hakları ile ilgili konuları
programlarına dahil etmeleri için kadın örgütlerini desteklemelidir.
(f) Devletler, tüm kadınların ve doğum yapma yaşındaki tüm
kız çocuklarının HIV bulaşının önlenmesine yönelik ve HIV’in dikey (vertical)
bulaş risklerine dair doğru ve kapsamlı bilgiye ve danışmanlığa ve bu risklerin
azaltılmasına yönelik mevcut kaynaklara ulaşabilmelerini sağlamalı ve eğer
doğum yapmayı tercih ederlerse söz konusu hizmetlerin doğum sürecinde de
verilmesini sağlamalıdır.
(g) Devletler, çocukların ve gençlerin sağlık ile ilgili
yeterli bilgiye ve eğitime ulaşmasını sağlamalıdır. Bu bilgi ve eğitim
programlarında, okul içinde ve dışında HIV’in engellenmesine ve bakımına
yönelik bilgiler de olmalı ve programlar hazırlanırken çocukların ve ergenlerin
yaş düzeyleri ve kapasiteleri göz önünde tutularak kendi cinsellikleriyle
sorumlu ve olumlu bir biçimde ilgilenmeleri sağlanmalıdır. Bu bilgiler, çocuğun
bilgiye ulaşım hakkını, mahremiyetini, bilgilerin gizliliğini, onanmış
bilgilendirmeyi ve önleme yolları kadar ebeveynlerin sorumluluklarını,
görevlerini ve haklarını da hesaba katarak hazırlanmalıdır. Çocukları kendi
hakları ile ilgili olarak eğitme girişimleri, kişilerin –çocuklar da dahil-
HIV’le yaşama haklarının olduğunu da kapsamalıdır.
(h) Devletler, çocukların ve ergenlerin gizli/güvenilir
cinsel ve üreme sağlığı hizmetlerine yeterli düzeyde ulaşmalarını ve bu
hizmetler kapsamında HIV’le ilgili bilgilendirmenin, danışmanlık hizmetlerinin,
testlerin ve kondom gibi önleyici araçların olmasını ve eğer HIV’den
etkilenmişlerse çocuklara ve ergenlere sosyal desteğin verilmesini
sağlamalıdır. Çocuklara ve ergenlere bu hizmetler sunulurken,
çocukların/ergenlerin, gelişim halinde olan kapasitelerine göre, karar alma
süreçlerine dahil edilmeleri ile ebeveynlerin/koruyucuların çocukların sağlığı
ve refahı ile ilgili görevleri ve sorumlulukları arasında uygun bir dengenin
kurulmasını sağlanmalıdır.
(i) Devletler, çocuk bakımı kurumlarında (çocuk esirgeme
veya evlat edinme kurumları) istihdam edilen kişilerin HIV’le ilişkili
çocukların sorunlarına dair özel eğitim almalarını ve böylelikle HIV’den
etkilenmiş olan çocukların özel ihtiyaçları ile etkili bir şekilde
ilgilenilmesini, çocukların zorunlu test uygulamasından, ayrımcılıktan ve terk
edilmeden korunmasını sağlamalıdır.
(j) Devletler, dil, yoksulluk, sosyal, yasal ya da fiziksel
sebeplerden dolayı dışlandıkları için (örn. azınlıklar, göçmenler, yerli halk,
mülteciler ve ülke içinde göçe zorlanmış gruplar, engelli kişiler, mahkûmlar,
seks işçileri, erkeklerle seks yapan erkekler ve damar içi madde kullananlar)
ana akım programlara ulaşımları kısıtlı olan gruplar için özel olarak
tasarlanmış ve hedef kitlesi belirlenmiş HIV önleme ve bakım programlarının
yürütülmesi için destek vermelidir.
REHBER 9: Ayrımcı Tutumları Eğitim ve Medya
Yolu ile Değiştirmek
Devlet
HIV/AIDS’le bağlantılı ayrımcılık ve damgalayıcı tutumları değiştirmek için
yaratıcı eğitim, öğretim ve medya programlarının oluşturulmasını ve
yaygınlaştırılmasını desteklemelidir.
(a) Devletler, HIV’le yaşayan kişilerin ve risk altındaki
grupların onurlarına ve haklarına saygı duyulmasını teşvik etmek için
programları tasarlarken ve uygularken medya gruplarını, STK’ları ve HIV’le
yaşayan kişilerin oluşturdukları ağları desteklemeli ve çeşitli medya
araçlarını kullanmalıdır (film, tiyatro, televizyon, radyo, basılı materyaller,
drama içeren sunumlar, kişisel tanıklıklar, Internet, resimler, otobüs
posterleri). Bu programlarda, söz konusu gruplarla ilgili önyargılar
tekrarlanmamalı aksine bu grupların üyeleri gündelik hayattaki arkadaşlar,
akrabalar, iş arkadaşları, komşular olarak yansıtılmalı ve mitler ile
varsayımlar yıkılmalıdır. Ayrıca bu programlarda virüsün bulaş yolları
hakkındaki şüpheler giderilmeli ve sosyal ilişkinin güvenli olduğu mesajı
pekiştirilmelidir.
(b) Devletler, eğitim kurumlarını (ilk ve orta öğretim
kurumları, üniversiteler ve teknik liseler, yetişkin eğitimleri ve sürekli
eğitim merkezleri) sendikaları ve iş yerlerini, HIV ve insan hakları/ayrımcılık
yapmama konularını (örn. insan ilişkileri, yurttaşlık/sosyal konular, yasal
konular, sağlık bakımı, yasaların uygulanması, aile yaşamı ve/ya cinsel eğitim
ve refah/danışmanlık) ilgili müfredata eklemeleri için cesaretlendirmelidir.
(c) Devletler, devlet memurları, polisler, hapishane
çalışanları, politikacılar ve köy, cemaat ve dini liderlerle uzmanlar için
HIV’le ilişkili insan hakları/etiği eğitimleri/çalışma atölyelerini
desteklemelidir
(d) Devletler, HIV ve insan hakları konularına duyarlı
olmaları ve konu ile ilgili sansasyonel haberleri ve özellikle dezavantajlı
gruplar ile risk altındaki gruplarla ilgili stereotiplerin kullanılmasını
azaltmaları için medyayı ve reklam şirketlerini cesaretlendirmelidir. Bununla
ilgili yapılacak eğitimler, damgalayıcı dilin kullanılmasını engellemek amacına
hizmet etmesi için uygun terminolojiyi içeren el kitapları gibi yararlı olacak
kaynakları ve gizliliğe ve mahremiyete saygıyı sağlamak için profesyonel
davranış kurallarını kapsamalıdır.
(e) Devletler, insan hakları ile ilgili farkındalığı
arttırmak ve bu hakların hayata geçirilmesini sağlamak için HIV’le yaşayan
kişilere, CBO ve ASO gönüllülerine ve risk altındaki grupların liderlerine
yönelik eğitimleri, akran eğitimlerini ve bilgi değişimi programlarını
desteklemelidir.
(f) Devletler, kırsal alanda yaşayanların, okuryazar
olmayanların, evsizlerin ya da marjinalize edilmiş kişilerin ve televizyona,
filmlere ve videolara ulaşımı olmayan ve spesifik etnik azınlık dillerini
konuşan kişilerin bilgiye ulaşım sorununu çözmek için radyo programları ya da
grup tartışmaları gibi alternatif yöntemlerin kullanılmasını desteklemelidir.
REHBER 10 – Kamu ve Özel
Sektör Standartlarının ve Bu Standartların Uygulanması için Mekanizmaların
Geliştirilmesi
REHBER 11 – İnsan Hakları ile
Uyumun Devletçe İzlenmesi ve Güçlendirilmesi
REHBER 12 – Uluslar arası
İşbirliği
4.
Türkiye’de
HIV/AIDS Alanında Yaşanan İnsan Hakları İhlalleri
Aşağıdaki bilgiler 01.01.1985 ile 01.06.2007 tarihleri arasındaki
çalışmalar sonucu elde edilmiştir. Maddelendirilen ihlâl örnekleri bugüne kadar
medyada çıkan haberlerden, medya yoluyla
PYD’yle kurulan iletişimlerden, AIDS
Savaşım Derneği’ne iletilen şikâyetlerden,
HIV’le yaşayanların hayatlarını ele aldıkları kitaplardan, HIV Pozitif gruba 4 yıl içersinde yazılan
e-postalardan, Pozitif Yaşam Derneği
çalışanları ve danışmanlarına aktarılan bilgilerden derlenmiştir.
103 kişiden alınan bilgilere göre, en fazla görülen ihlâl örnekleri çokluk ve
sıklık sayılarına göre aşağıdaki gibi açıklanmıştır:
Ayrımcılık
yasağı ihlâli
|
76
|
Tıbbi
gereklilik dışında, kişisel bilgilerin gizli tutulmasının ihlâli
|
53
|
Tıbbi özen
hakkı, tıbbi bakım (Modern tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine
uygun) hakkı ihlâli
|
45
|
Özel
hayatın, aile yaşantısının gizliliği (mahremiyet) hakkı ihlâli
|
44
|
Sağlık
hizmetlerine ulaşma, adalet ve hakkaniyete uygun olarak yararlanma hakkı
ihlâli
|
29
|
Kişinin
vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına saygı ihlâli
|
13
|
Sağlık
durumu ile ilgili bilgi alma hakkı ihlâli
|
10
|
Çalışma
Hakkı ihlâli
|
10
|
İnsan
haysiyetine yakışır şekilde herkesin hasta haklarından faydalanabilme hakkı
ihlâli
|
9
|
Yaşam
hakkının ihlâli
|
8
|
Sağlık
hizmetlerinin sunulmasında bedeni ruhi ve sosyal yönden tam bir iyilik hali
içinde yaşama hakkı ihlâli
|
7
|
Serbest
Dolaşım Hakkı ihlâli
|
4
|
Herkesin
yaşama, maddi manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkı ihlâli
|
4
|
Eğitim ve
öğrenim hakkı ihlâli
|
4
|
Güvenlik
hakkı ihlâli
|
3
|
İşkence
yasağı ihlâli
|
3
|
Doktorunu
kurumunu seçme ve nakil hakkı ihlâli
|
2
|
Hizmetin
sağlık kurum ve kuruluşu dışında verilmesi hakkı ihlâli
|
2
|
Etkili İç
Hukuk yoluna başvurma hakkı ihlâli
|
2
|
Eşitlik
hakkı ihlâli
|
2
|
Tıbbi
müdahalede hastanın rızası hakkı (aydınlatılmış onam) ihlâli
|
2
|
Meslek
sırrını açıklama yasağı ihlâli
|
1
|
Aile Kurma
hakkı ihlâli
|
1
|
Seyahat
hakkı ihlâli
|
1
|
Usulüne
uygun biçimde tıbbi bilgi verme yükümlülüğünün ihlâli
|
1
|
Keyfi yakalanma, tutuklanma yasağı ihlâli
|
1
|
TOPLAM raporlanan hak ihlâlleri
|
337
|
Çıkan rapor sonucunda en fazla ihlâl Sağlık Kuruluşu’nda
tespit edilmiştir, toplam sayı: 80
Sağlık Kuruluşunu takiben sosyal çevre ve aileleri
tarafından destek görmek yerine,
dışlanan ve hak ihlâllerine uğrayan HIV’le yaşayanların toplam sayısı: 14
Bilgilerin gizliliği, mahremiyet haklarının korunmaması ve kişiyi deşifre eden, yanlış mesajlar içeren haberlerle Medya 3. sırayı takip etmiştir. Toplam sayı: 13
HIV/AIDS’le yaşayanlar, tanı konulmasından itibaren çalıştıkları iş yerlerinde yüksek tehdit ve taciz altında kalmışlar ve hattan işten çıkarıldıkları gözlenmiştir. Toplam sayı: 11
Kamu birimlerinde çalışan ya da hizmet alan hak ihlâllerine maruz kalan HIV’le yaşayanların toplam sayısı: 8
Bilgilerin gizliliği, mahremiyet haklarının korunmaması ve kişiyi deşifre eden, yanlış mesajlar içeren haberlerle Medya 3. sırayı takip etmiştir. Toplam sayı: 13
HIV/AIDS’le yaşayanlar, tanı konulmasından itibaren çalıştıkları iş yerlerinde yüksek tehdit ve taciz altında kalmışlar ve hattan işten çıkarıldıkları gözlenmiştir. Toplam sayı: 11
Kamu birimlerinde çalışan ya da hizmet alan hak ihlâllerine maruz kalan HIV’le yaşayanların toplam sayısı: 8
Sağlık alanında
yaşanan başlıca hak ihlâlleri:
İncelenen ihlâllerde hak ihlâllerinin ve etik dışı
davranışların HIV’le yaşayan ve refakatçisi için tanı alındıktan hemen sonra
başladığı tespit edilmiştir. Örneğin HIV tanısını yeni almış HIV’le yaşayana
teşhisi açıklayan sağlık personeli, bu konu hakkında yetersiz bilgiye sahip
olduğundan ve ön travma eğitimine tabi tutulmadığından “eksik bilgilendirme” ya
da “yanlış bilgilendirme” gibi problemlerle karşılaşılmaktadır. Ve tanı her
zaman HIV’le yaşayana değil de bazen kişinin bilgisi olmaksızın kendisine
refakat eden ya da aile bireylerinden birine iletilmiştir.
Ayrıca edinilen izlenim ve bilgilere göre, kişi HIV taramasının pozitif olduğu bilgisini zaman zaman telefonda öğrenmiştir.
Ayrıca edinilen izlenim ve bilgilere göre, kişi HIV taramasının pozitif olduğu bilgisini zaman zaman telefonda öğrenmiştir.
Bunun yanı sıra, en sık görülen hak ihlâllerinden biri de
“gizlilik kurallarına riayet edilmeyişi”; HIV’le yaşayanların sevk, tahlil,
tetkik ve istirahat raporlarına (üstelik çoğunlukla gerekmediği halde)
kendilerini deşifre eden “HIV pozitif”
“AIDS” ya da “Edinsel İmmun Yetmezlik Sendromu” gibi tâbi oldukları hastalık
bilgileri yazılmaktadır.
Sağlık çalışanları tarafından invaziv müdahaleler, diş ve
diş eti problemleri, cerrahi operasyon hatta pansuman, enjeksiyon gibi küçük
işlemler ya reddedilmekte ya da güçlükle yapılmaktadır. Çok zaman da HIV’le
yaşayanların kendilerine tanınmış olan tedavi hakkından ayrımcı davranışlara
tabi tutuldukları için faydalanamadıkları gözlenmiştir. Güçlükle ikna edilen
sağlık personeline HIV Pozitif kişiler, güvensizlik duygusuna kapılmakta ve bu
durum sağlığının seyrini de olumsuz yönde etkilemektedir. Öte yandan en temel
sorun çok zaman HIV+’ lerin ameliyat edilmemesi gerçeğidir. Hekimlerini
operasyon için ikna etmek HIV’le yaşayanın tıbbi durumu acil olduğunda bu süreç
daima HIV’le yaşayanın aleyhine işlemektedir.
HIV+ annelerin doğumunu üstlenecek hekim bulmak zor olmakla
birlikte, yeni doğan HIV’le yaşayan daha
dünyaya gözünü açar açmaz HIV Pozitif yaftası birçok evrağına işlenmektedir. Bu
kötü uygulama en çok aileyi müşküle sokmakta olup anne-bebeği ziyarete gelen ve
aynı zamanda anne-bebeğin HIV Pozitifliğini bilmeyen kişiler açısından söz
konusu olan ayrımcı tutum bir ya da birkaç soruna neden olmaktadır.
HIV’le yaşayan kişilerin yattıkları oda temizlenmemekte, ateşleri düzenli ölçülmemekte, tansiyonlarına düzenli bakılmamakta, ilaç düzenlerine dikkat edilmemekte ve özensiz bakıma tabi tutulmaktadır.
Hastaneye yatmaları gerektiği hallerde yanlarına refakatçi ya da ziyaretçi alınmamaktadır.
HIV’le yaşayan kişilerin yattıkları oda temizlenmemekte, ateşleri düzenli ölçülmemekte, tansiyonlarına düzenli bakılmamakta, ilaç düzenlerine dikkat edilmemekte ve özensiz bakıma tabi tutulmaktadır.
Hastaneye yatmaları gerektiği hallerde yanlarına refakatçi ya da ziyaretçi alınmamaktadır.
Ayrıca taşıdıkları virüs ve
beraberinde gelen rahatsızlıkları aileleriyle paylaşamayan HIV’le yaşayanlar,
hastaneye yatma durumunda ve iş yerlerinden izin alma durumunda, istirahat
etmeleri gerektiğinde ve sosyal hayatlarında bazı özel ayrıcalıklar ya da haklı
inisiyatifler tanınmaması nedeniyle oldukça problem yaşamaktadırlar.
5.
Türkiye’de
Yasalar ve AIDS: Mevcut Durum ve Öneriler
5.1. (A) KURUMSAL YAPILANMA VE SORUMLULUKLAR
5.1.1.
REHBER 1: Ulusal Yapı
HIV’e verilen yanıtın etkili olabilmesi için kilit
noktalardaki tüm resmi kuruluşların seferber edilmesi önemlidir ve bu
seferberlik tüm politik alanları kapsamalıdır. HIV salgınının neden olduğu
karmaşık sorunlar ancak eşgüdümlü ve bütüncül yaklaşımlar ile çözülebilir. Tüm
sektörler arası ilişkilerde liderlik girişimleri desteklenmeli ve bu
ilişkilerde HIV ile ilgili insan hakları ilkelerinin egemen olması
sağlanmalıdır. Kaynak israfı ve halk arasında bölünmelere neden olacak biçimde
HIV ile ilgili konuların gereksiz siyasallaştırılmasından kaçınılmalı, salgın
ile savaşım, dayanışma ve fikir birliği ortamında yürütülmelidir. Salgına
gerekli yanıtın verilmesi için kaynakların seferber edilmesinde devletin
politik kararlılığı çok önemlidir. Bu kaynakların üretken ve işbirliğine
yönelik stratejiler ile kullanılması da aynı derecede önem arz etmektedir.
Resmi kurumların insan hakları konuları dahil olmak üzere bu süreçteki rolleri
ve sorumlulukları açıkça belirtilmelidir.
Ülkelerin çoğunda ulusal AIDS komiteleri
bulunmaktadır. Bazı ülkelerde ise bu ulusal komitelere bağlı alt komiteler
çalışmaktadır. Bununla birlikte hükümet programlarının uygulanmasındaki eşgüdüm
eksikliği ve HIV salgını ile ilgili insan hakları sorunlarına karşı kayıtsızlık
bu kurumların yasal ve etik konulara duyarlı olacak biçimde yeniden
yapılandırılmasını veya bu kurumları destekleyecek ek kuruluşların
oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Benzer bir eşgüdüm, alt düzey devlet
kurumları arasında da gereklidir. Bu eşgüdümün sadece HIV ile savaşımda görevli
kuruluşlar arasında oluşturulması da yeterli değildir ve halihazırda işlev
gören eşgüdüm platformlarına (örneğin bakanlıklar arası komisyonlar) HIV ile
ilgili insan hakları konuları eklemlenmelidir. Hükümete yasal ve etik konularda
danışmanlık verecek uzmanlardan ve toplum temsilcilerinden oluşmuş
multidisipliner bir yapının oluşturulması önemlidir. Bu yapılar aynı zamanda
HIV ve insan hakları ile ilgili alanlarda işbirliği ve desteğin sağlanması
amacıyla UNAIDS ve diğer uluslar arası kuruluşlar ile eşgüdümü de sağlamalıdır.
Farklı salgın düzeyleri, halihazırdaki kurumlar ve
kurumsal gelenekler göz önünde tutularak ve sorumluluk çakışmalarının da
önlenmesi gözetilerek aşağıdaki kurumsal yapılanmalar söz konusu olabilir:
1)
İlgili bakanlıkların birlikte hareket etmelerini sağlayan, her
bakanlığın eylem planını üst düzeyde denetleyen ve ulusal planlardaki
stratejilerin uygulanmasını temin eden ve izleyen bakanlıklar arası komitelerin
oluşturulması. Federal sistemlerde bu komitelere ek olarak eyaletlerin temsili
sağlanarak hükümetler arası komitelerin de oluşturulması gerekebilir. Her
bakanlık HIV ve insan hakları konusunun planlarında ve etkinliklerinde yer
almasını sağlamaktan sorumludur.
2)
Salgına
daha güçlü bir yanıt verebilmek, politik tartışmalara olanak sağlamak ve yasa
değişikliklerini gerçekleştirmek amacıyla parlamentoda temsil edilen partilerin
katılımıyla parlamento bünyesinde komisyonlar veya yasa çalışma gruplarının
oluşturulması ve tüm farklı görüşlerin temsili sağlanarak, sürekliliği olan bir
tartışma ortamının oluşturulması.
3)
Yasal
ve etik konularda hükümetlere danışmanlık veren organların güçlendirilmesi. Bu
güçlendirme bakanlıklar arası komitenin yasal ve etik alt komitelerce
desteklenmesi biçiminde olabilir. Alt komitelerde meslek örgütlerinin,
üniversitelerin, dini kuruluşların, işçi ve işveren örgütlerinin, STK’ların,
uzmanların ve HIV ile yaşayan kişilerin temsiliyeti sağlanmalıdır.
4)
Yargı
bağımsızlığına saygı gösterilme koşuluyla hükümetin yasal kanadının HIV ile
ilgili yasal, etik ve insan hakları konularında, eğitimler ve yasal dokümanlar
hazırlanarak duyarlık kazanmasının sağlanması.
5)
Hükümet
organlarının Birleşmiş Milletler Tema Grubu ile olan ilişkilerinin
güçlendirilerek uluslar arası desteğin sürekliliğinin ve verimliliğinin
sağlanması.
5.1.1.1.
Türkiye’deki Durum
Türkiye’de HIV’e verilen ilk kurumsal yanıt Sağlık
Bakanlığı bünyesinde olmuştur. 1985 yılında ilk AIDS vakasının saptanması
sonrasında Bakanlık bünyesinde “AIDS Danışma Kurulu” adı verilen bir yapı
oluşturmuş ve yürütmeye yönelik kararların alınmasında bu kurulun görüşleri
alınmıştır. AIDS’in ihbarı mecburi salgın ve bulaşıcı hastalıklar arasına
alınması, tek kullanımlık enjektörlerin kullanımı, sünnetçi ve berberlik gibi
meslekler aracılığıyla hastalığın yayılımının engellenmesi ve sağlık
kuruluşlarına başvuran kişilere HIV testi yapılması gibi uygulamalarla ilgili
genelgeler bu kurula danışılarak yürürlüğe konulmuştur. 1987 yılında “AIDS
Danışma Kurulu”nda yapısal değişikliklere gidilmiş ve bu kurul yerine “AIDS
Yüksek Kurulu” görevlendirilmiştir. Her iki kurul da ağırlıklı olarak sağlık
hizmetlerinin sunumu konularında oluşan sorunlara çözümler üretmek üzere görev
yapmıştır. Doksanlı yılların başından itibaren HIV ile yaşayan kişilerin
sayılarının artmaya başlaması ve sağlık hizmeti sunumu dışında insan hakları
ile ilgili sorunların gündeme gelmesi sorunların çok sektörlü olarak ele
alınmasını gerekli kılmıştır.
Ülkemizde HIV’e verilen yanıtta geniş kapsamlı
katılımı olanaklı kılan ilk ulusal yapı olan “Ulusal AIDS Komisyonu” (UAK) 1996
yılında Başbakanlığın koordinasyonu ve Sağlık Bakanlığı’nın başkanlığında
kurulmuştur. UAK otuzdan fazla resmi ve sivil toplum kuruluşunu bir araya
getiren bir yapıdır ve komisyonun sekreteryası Türkiye Aile Planlaması Derneği
tarafından yürütülmektedir. 2007 yılında HIV ile yaşayan kişilerin katılımıyla
kurulan Pozitif Yaşam Derneği ve Pozitifler Derneği UAK’ya üye kabul
edilmişlerdir. UAK’nın görev tanımları arasında Türkiye’nin AIDS’e verdiği
yanıtı izlemek, değerlendirmek ve planlamak; salgınla savaşım için gerekli
politika ve stratejileri belirlemek, ulusal planlamayı gerçekleştirmek ve
uygulanmasını desteklemek bulunmaktadır. UAK’nın yılda en az iki kez toplanması
ve acil durumlarda gerekli hızlı yanıtı vermesi de beklenmektedir. Gerektiğinde
UAK üyeleri dışındaki kuruluşları da toplantılarına çağırabilmektedir.
UAK kuruluşundan bu yana üç kez ulusal strateji ve
çalışma planı hazırlamış, çalışmalarını gerektiğinde alt komiteler oluşturarak
sürdürmüştür. Daimi Temsilciler Komitesi, UAK’nın işlevsel bir alt birimi
olarak oluşturulmuştur ve Komisyon adına plan taslaklarının hazırlanması,
ulusal planın izlenmesi ve değerlendirilmesi, acil sorunlarda Komisyon adına
sorunun çözümüne yönelik girişimlerde bulunma yetkisine sahiptir. UAK’nın tüzel
bir kimliği bulunmamaktadır. UAK çalışmaları gönüllü katılımlarla oluşturulan
alt komitelerde görev alan kurum temsilcileri tarafından yürütülmekte ve üyeler
sadece toplantılar aracılığıyla bir araya gelmektedir. UAK toplantılarına
katılan kurum temsilcilerinin çoğunluğu için sürekli bir katılım söz konusu
değildir. Bu nedenle UAK’nın temel görevlerinden biri olarak tanımlanan
kurumlar arası işbirliğinin gerçekleşmesi yeterli düzeyde olmamaktadır.
HIV’e verilen yanıtın izlenmesi ve değerlendirilmesi,
izlenen politikaların uygunluğunun değerlendirilmesi ve yeni stratejilerin
oluşturulması için gereklidir. UAK, geliştirdiği ulusal planlarda her ne kadar
izleme ve değerlendirme siteminin gerekliliğini vurgulamış olsa da kurumsal
kapasitesinin istenen düzeyde olmamasından dolayı aktif olarak izleme ve değerlendirme
işlevi görememektedir. İzleme ve değerlendirme süreci aynı zamanda ulusal
planların hangi düzeyde uygulanmakta olduğunu ve planların uygulanmasında
sorumluluk yüklenen kurumların hangi derecede taahhütlerini yerine
getirdiklerinin de belirlenmesi sürecidir. Bu konuda UAK bünyesinde 1999
yılında bir “Eylem Grubu” oluşturulmuş ancak bu grubun çalışmaları sürekli
olmamıştır.
Türkiye’de UAK’nın konumu geniş katılımlı bir
danışma meclisi niteliğindedir. Bünyesinde sivil toplum kuruluşlarını da
barındırması olumlu bir özellik olmasına karşın HIV konusunda insan haklarını
koruyucu bir mevzuatın oluşturulması konusunda yetersiz kaldığı ileri
sürülebilir. UAK çalışmalarına başladığı ilk yıllardan itibaren HIV’e verilen
yanıtın insan hakları ilkeleri ile uyum içinde olması gerektiğinin
bilincindedir ve bu amaçla ulusal planların her birinde mevzuat konusunda
değerlendirmeler yapılmıştır. Bu değerlendirmelerin bir sonucu olarak 1999
yılında UAK, Türkiye’de HIV ile savaşımda etkin olması gereken insan hakları ilkelerini
belirleyen “AIDS’in Önlenmesinde İnsan Hakları ve Kamu Özgürlüklerinin
Korunması” rehberini yayınlamıştır. Bununla birlikte UAK’nın parlamento ve
yasama ile doğrudan bir ilişki ve etkileşimi bulunmamaktadır. UAK
toplantılarına katılan resmi kurum temsilcileri bürokratlardan oluşmakta ve
yasama konusunda etkili olmaları beklenmemektedir.
Diğer yönden UAK’nın geliştirdiği ulusal strateji ve
çalışma planlarının uygulanması da istenen düzeyde değildir. Komisyonca
hazırlanan Ulusal Planlar ülkemizin gereksinimleri ve öncelikleri doğrultusunda
olmalarına karşın Komisyona katılan çoğu resmi kurum tarafından uygulamaya
koyulmadığı gözlenmektedir.
UAK Türkiye’de resmi ve sivil toplum kuruluşlarının
HIV’i önleme doğrultusunda seferber edilmesi doğrultusunda önemli bir adımdır
ancak tüzel bir kimliğinin olmaması nedeniyle
yaptırım gücü oldukça sınırlı kalmış, amaçlanan eşgüdümlü ve bütüncül
yaklaşım yeterince oluşturulamamıştır.
Benzer biçimde HIV’e ulusal düzeyde kurumsal bir
yanıt oluşturma çalışmalarına katkı amacıyla 1996 yılında Türkiye Aile
Planlaması Derneği’nin yürüttüğü bir çalışma çerçevesinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi bünyesinde parlamenterlerden oluşan bir grup oluşturulmuş ancak bu
grubun da etkisi sınırlı olmuştur.
Türkiye’de
HIV ve AIDS’e verilen resmi yanıtın ya da bir başka bir biçimde ifade etmek
gerekirse devletin yanıtının sadece Sağlık Bakanlığı ile sınırlı olduğunu ileri
sürmek mümkündür. Devlet organlarının geri kalanları tarafından HIV ve AIDS
için bugüne dek kapsamlı bir değerlendirme yapılmamış, kurumların geleceğe
ilişkin politikalarında ve planlarında HIV ve AIDS’le ilgili bir öncelik yer
almamıştır. HIV ile ilgili insan hakları, etik ve yasal konular ise neredeyse
hiç gündeme gelmemiş bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı yapılanması içinde HIV ve
AIDS ile ilgili sorumluluk Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Ana Çocuk
Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü arasında paylaşılmış olup bu iki
birim arasındaki eşgüdüm henüz istenen düzeyde değildir.
Ulusal
yapılanma konusunda Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu tarafından belirlenen AIDS’in
önlenmesinde insan hakları ve kamu özgürlüklerinin korunmasına yönelik temel
ilkeler aşağıda belirtilmiştir (ilkelerin numaralandırılması kitaptaki sıraya
göredir):
UAK İlke 4 -
Her birey, topluluk, resmi ya da özel kurum HIV/AIDS'den korunma ve insan
haklarına saygınlık yönünde sorumluluklarına sahip çıkmalı ve mücadele
vermelidir. AIDS, ancak herkesin aynı hak ve sorumlulukları paylaştığı bir
ortamda önlenebilir. Bireyler bu mücadeleye kendi istekleri, ilgileri ve
geleceğe olan inançları doğrultusunda katılırlar.
UAK İlke 12 - HIV/AIDS
konusunda saptanacak politikalar ve eğitim programları HIV/AIDS ile yaşayan
bireylerin katılımı ile oluşturulur.
UAK İlke 22 - Resmi
kurumlar, yasa, politika ve uygulamaları ile HIV virüsü taşıyanlara yönelik
ayrımcılığı özendirmemeli ve HIV virüsü taşıyanları güvence altına almalıdır.
UAK İlke 23 - Resmi
kurumlar, HIV/AIDS'i önleme, tedavi ve sosyal destek konusunda ulusal
politikaların oluşturulması konusunda uluslararası kuruluşlardan teknik
tavsiye, yardım ve destek almalıdır.
UAK İlke 25 -
Kamu sağlığını koruma sorumluluğu resmi kurumlarındır. Bu kurumlar HIV/AIDS'den
korunma konusunda politikalar oluşturmak ve istisnasız her vatandaşın sağlık
hizmetlerinden yararlanabilmesini sağlamakla yükümlüdürler.
5.1.2.
REHBER 2: Toplumsal Ortaklıkların Desteklenmesi
Devletin HIV ve AIDS’e etkin bir yanıt verebilmesi
için toplum örgütlerinin[4]
deneyim ve bilgisine gereksinimi vardır. İnsan hakları söz konusu olduğunda bu
konu daha da önem kazanır çünkü toplum örgütlerinde çalışanlar ya doğrudan
insan hakları sorunlarıyla karşı karşıyadır ya da insan hakları ihlallerine
uğrayan gruplara yönelik etkinlikte bulunurlar. Bu nedenle devlet, toplum
örgütlerinin deneyim ve bilgisinin HIV’e yönelik politika, program ve
değerlendirme çalışmalarına yapabileceği katkının öneminin hem farkında olmalı
ve hem de bu katılımı sağlayacak tedbirleri almalıdır.
Diğer yönden risk altındaki ve salgından etkilenen
grupların HIV’le savaşıma dahil edilmesi çok önemlidir ancak bu grupların resmi
kurumlara karşı güven sorunları olabilir. Toplum örgütleri resmi kurumlara
bakışla risk altındaki gruplara daha kolay ulaşma olanaklarına sahiptir ve
HIV/AIDS’e yönelik politikaların üretilmesi, programların geliştirilmesi ve
değerlendirme aşamalarının her basamağında yer almalarının sağlanması
gereklidir. Toplum örgütlerinin Rehber:1 de bahsi geçen parlamento bünyesinde
oluşturulabilecek bakanlıklar arası yapılarda resmi olarak temsil edilmesi ya
da en azından toplantılara katılımları da sağlanabilir.
Risk altındaki grupların toplum örgütleri
aracılığıyla ulusal yapılarda temsil edilmesinde insan hakları ihlallerinin
yaşanmamasına dikkat edilmesi gereklidir. Grup üyelerinin ayrımcılığa uğrama
korkuları ve kimliklerinin açıklanması konusunda duyabilecekleri endişeler bu
grupların çalışmalara sağlayabileceği katkıları engelleyebilir. HIV/AIDS’den
doğrudan etkilenen grupların deneyim ve bilgisinden yararlanmak isteniyorsa söz
konusu gruplarla çalışan toplum örgütleri mali açıdan desteklenmeli ve
kapasitelerinin artırılması sağlanmalıdır.
(a) Toplumsal ortaklıklarda HIV ile yaşayan
kişilerin, sivil toplum kuruluşlarının, AIDS’in önlenmesi amacıyla çalışan
kuruluşların, insan hakları örgütlerinin ve incinebilir grupların üyelerinin
temsili sağlanmalıdır. HIV ile ilgili ulusal politika ve programlara bu
kuruluşlardan katkı sağlamak ve varolan diyalogu sürdürebilmek amacıyla resmi
ve kalıcı mekanizmalar oluşturulmalıdır. Toplum temsilcileri tarafından
hazırlanan düzenli raporların Rehber:1’de tanımlanan organlara, parlamenter
yapılara ve yasal organlara iletilmesi; toplum temsilcileri ile birlikte
uygulanan politikaların, planların ve yapılan değerlendirmelerin görüşüldüğü
çalıştayların yapılması; toplum temsilcilerinden raporların talep edilmesi bu
mekanizmalara örnek olarak verilebilir.
(b) HIV ile ilgili etik, insan hakları ve hukuk
alanlarında toplum örgütlerini destekleyecek, sürdürülebilirliklerini
sağlayacak, kapasitelerini artıracak ve etkinliklerini destekleyecek mali
kaynaklar devlet tarafından sağlanmalıdır. Bu etkinlikler eğitim
toplantılarının düzenlenmesini, bilgi ve eğitim materyallerinin hazırlanmasını,
hedef gruplara yasal konularda danışmanlık verilmesini ve yasal sorunlarda
yönlendirme yapılmasını, insan hakları konularında bilgi toplanmasını ve
savunuculuk çalışmalarını kapsamalıdır.
5.1.2.1.
Türkiye’deki Durum
Türkiye’de HIV/AIDS alanında etkinlik gösteren
toplumsal örgütler incelendiğinde dört farklı yapı göze çarpmaktadır. Bu
yapılardan birincisi öncelikle AIDS’in önlenmesine yönelik olarak etkinlik
gösteren sivil toplum kuruluşlarıdır. Bunlar arasında doksanlı yılların başında
kurulan AIDS savaşım dernekleri, AIDS ile mücadele dernekleri ve daha sonraki
yıllarda kurulmuş olan HATAM (Hacettepe Üniversitesi AIDS Tedavi ve Araştırma
Merkezi) sayılabilir. 1991 yılında İzmir’de kurulan AIDS ile Mücadele Derneği
ve 1992 yılında İstanbul’da kurulan AIDS Savaşım Derneği bu alandaki ilk sivil
örgütlenmelerdir. Her iki derneğin de temel amacı ve çalışmaları AIDS’in önlenmesine
yöneliktir. Kuruluşlarından bir süre sonra başka illerde de aynı adı taşıyan
dernekler açılmış olması nedeniyle ülkemizde pek çok ilde halihazırda o ilin
adı ile başlayan AIDS ile mücadele veya AIDS savaşım dernekleri bulunmaktadır.
Ancak her iki dernek de bir federasyon biçiminde tüzel bir yapılanma içinde
olmamıştır. Üniversite öğretim üyelerinden güçlü lider kadroları barındıran bu
dernekler uzun yıllar Sağlık Bakanlığı’nın HIV ve AIDS’e yönelik danışmanlık
birimlerinde etkili olmuşlardır. Her iki kuruluş da Ulusal AIDS Komisyonu’nun
üyesidir.
Türkiye’de üreme sağlığı alanında etkinlik gösteren
sivil toplum kuruluşları ikinci yapıyı oluşturmaktadır. Bu kuruluşlardan
Türkiye Aile Planlaması Derneği, Türkiye Aile Planlaması Vakfı ve İnsan Kaynağını
Geliştirme Vakfı gibi sivil toplum kuruluşları, özellikle 1994 Kahire
Konferansı sonrası dönemde aile planlaması alanı yanında AIDS’in önlenmesi,
gençlerin cinsel sağlıklarının desteklenmesi ve risk altındaki gruplara hizmet
sunumu gibi konularda çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Kadın sağlığı alanında
çalışan sivil toplum kuruluşları zaman içinde KASAKOM (Kadın Sağlığı Komisyonu)
ve KİDOG (Kadın için Destek Oluşturma Girişimi) benzeri işbirliği platformları
oluşturmuş olsalar bile bu işbirliği girişimleri HIV ve AIDS alanında insan
hakları savunuculuğu benzeri girişimleri desteklemek amacını ön plana
çıkarmamıştır. Bu konuda yapılan bir diğer girişim Sağlık Bakanlığı tarafından
Avrupa Birliği Desteği ile uygulanan Türkiye Üreme Sağlığı Programı sonrasında
gerçekleşmiştir ancak bu işbirliği platformunun çalışmaları daha başlangıç
aşamasındadır.
Türkiye’de özellikle köklü üniversitelerin mevcut
olduğu kentlerde cinsel yolla bulaşan hastalıkların önlenmesine yönelik öğretim
üyeleri öncülüğünde kurulmuş sivil toplum kuruluşları bulunmaktadır. Bu STK’lar
da AIDS’in önlenmesine yönelik çalışmalara destek vermektedirler.
AIDS’in önlenmesi amacı dışında HIV ve AIDS’le
yaşayan kişilere destek sunmak ve onlar adına savunuculuk yapmak amacıyla
kurulan sivil örgütler Türkiye’nin gündemine 2005 yılından itibaren
katılmıştır. Daha önceki dönemlerde genellikle AIDS ile Savaşım Derneği
bünyesinde etkinlik gösteren bu grup üyeleri ilk olarak 2005 yılında Pozitif
Yaşam Derneğini kurmuş, 2006 yılında ise Pozitifler Derneği (PODER) ikinci
dernek olarak tüzel kimlik kazanmıştır. Her iki dernek de kısa süre içinde
kurumsal kapasitelerini olumlu yönde geliştirerek Ulusal AIDS Komisyonu’na üye
olarak kabul edilmiş ve ülkemizdeki önemli bir eksikliği giderecek konuma
gelmişlerdir.
Ülkemizdeki HI/AIDS alanındaki sivil örgütlenmenin
en önemli sorunlarından bir tanesi kaynak sorunudur. Her ne kadar Yerel
Yönetimler Yasası ile sivil toplum kuruluşlarına yerel yönetimlerden kaynak
aktarımı yasal olarak olanaklı hale getirilmiş olsa da HIV/AIDS alanında
etkinlik gösteren STK’ların çoğunluğu uluslar arası programlardan sağlanan
kaynaklar ile etkinliklerini sürdürmektedirler. Bu kaynaklar ise sınırlıdır ve
istikrarlı değildir.
Sivil toplum kuruluşları arasında düzenli ve
gelişmiş bir işbirliğini sağlayacak mekanizma bulunmamaktadır. Genellikle
STK’lar birbirlerinden bağımsız hareket etme eğilimindedir ve karar alma
odakları ile aralarındaki bağ sınırlıdır. Bu duruma bir istisna olarak 2007
yılı ortasında İstanbul’da HIV/AIDS alanında etkinlik gösteren STK’lar bir
araya gelerek bir işbirliği platformu oluşturma girişimini başlatmıştır.
Türkiye’deki HIV’e verilen yanıtı izleme ve değerlendirmeye odaklı bu
platformun ikisi İstanbul dışından olmak üzere 11 üyesi bulunmaktadır.
Ulusal AIDS Komisyonu ülkemizde sivil toplum
kuruluşlarının HIV’e yönelik politikaların oluşturulması, planların
geliştirilmesi ve etkinliklerin değerlendirilmesinde toplumsal katılımı
sağlayan tek platform olma özelliğini korumaktadır.
Toplumsal
Ortaklıkların Desteklenmesi konusunda Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu tarafından
belirlenen AIDS’in önlenmesinde insan hakları ve kamu özgürlüklerinin
korunmasına yönelik temel ilkeler aşağıda belirtilmiştir (ilkelerin
numaralandırılması kitaptaki sıraya göredir):
UAK İlke 5 - Bireyler,
çiftler, aileler ve topluluklar, AIDS hastalığıyla savaş konusunda ortak bir
bakış açısı oluşturup işbirliği yapabilirler. Bu işbirliği içinde dayanışma,
destek, bütünleşme, katılım ve uyum vurgulanır ve özendirilir.
UAK İlke 13 - Her
birey kendini ve başkalarını hastalıktan korumakla; aile ve topluluklar ise
hastalıktan korunma konusunda üyelerini eğitmekle yükümlüdür. Aile ve
topluluklar içinde HIV virüsü taşıyan üyeler dışlanmamalı, aksine ilgi ve
destekle kucaklanmalıdır. HIV/AIDS ile yaşayan bireylere destek olabilecek
aileler ve içinde yaşadıkları topluluklar elden geldiğince desteklenmelidir.
HIV virüsü taşıyan fertleri olan aileler ayrımcılığa maruz bırakılmamalı,
bulundukları toplulukta damgalanmamalıdır.
UAK İlke 17 -
Kültür, eğitim ve din kurumları; HIV/AIDS'le ilgili konularda resmi ve sivil
toplum kuruluşları ile diyalog içinde olmalı, bu kurumları doğru ve sorumluluk
taşıyacakları biçimde bilgilendirmelidir.
UAK İlke 18 - Toplulukların
HIV/AIDS'in önlenmesi konusundaki hizmetleri devletin varolan kaynaklarından
desteklenmelidir. Topluluklara bakım yardımlarının sağlanması ve HIV virüsü
taşıyan insanların ayrımcılığa maruz bırakılmaması resmi kurumlarca
sağlanmalıdır.
UAK İlke 20 - Toplumsal,
ulusal ve uluslararası düzeylerde önemli roller üstlenen Sivil Toplum
Kuruluşları HIV/AIDS ile ilgili politikaların oluşturulmasında yer almalıdır.
UAK İlke 21 -
Sivil Toplum Kuruluşları; HIV/AIDS ile yaşayanlara yönelik korunma, bakım ve
destek programlarını yürütmeli, özendirmeli ve bu etkinlikleri koordine
etmelidir.
UAK İlke 31 -
HIV pozitif insanları destekleyen, dayanışma grupları ya da eşcinsel
örgütlenmeler gibi kulüp ya da örgütlenmelerin faaliyetleri askıya alınamaz ya
da durdurulamaz.
5.2. (B) YASALARIN İNCELENMESİ,
YENİLENMESİ VE DESTEK HİZMETLERİ
Yasalar Devlet ile birey
arasındaki ilişkiyi düzenlediği gibi bireyler arasındaki ilişkileri de düzenler
ve HIV ile ilgili olanlar dahil olmak üzere insan haklarının hayata
geçirilmesinin zeminini oluştururlar. Bir toplumda insan haklarının korunması o
toplumun yasal sisteminin gücü ve bireylerin bu sisteme erişim düzeyi ile
yakından ilişkilidir. Ne var ki pek çok ülkenin yasal sistemi zayıftır ve
incinebilir toplulukların insan haklarından yararlanmalarına olanak sağlayamaz
durumdadır.
Diğer yönden HIV’e verilen yanıt
çerçevesinde bazen yasaların rolü çok fazla abartılmakta ve baskılayıcı ve
istismar edici politikaların aracı haline gelebilmektedir. Yasaların eğitsel ve
normatif özelliklerinden dolayı HIV programlarının uygulanmasında insan
haklarının korunması doğrultusunda önemli işlevleri olabilmesine karşılık;
eğitim, tutum ve davranış değişikliğinin sağlanması veya insan haklarının
korunmasında tek başlarına etkili değildirler. Bu bölümde yer alan 3-7 arası
rehberler HIV ile ilgili insan haklarının korunması ve etkili önleme ve destek
hizmeti sunumu için gerekli olan temel yasaları tanımlayan, anlamlı ve olumlu
mevzuatın geliştirilmesi ile ilgilidir.
5.3. REHBER 3: Halk Sağlığı Mevzuatı
Halk sağlığı mevzuatı gözden geçirilmeli ve HIV salgını nedeniyle
ortaya çıkan halk sağlığı sorunlarına yanıt verecek biçimde yeniden
oluşturulmalıdır. Halk sağlığı mevzutında diğer salgın hastalıklar için zorunlu
olan önlemlerin, uygun olmayan biçimlerde HIV vakalarında uygulanması önlenmeli
ve mevzuat insan hakları ilkeleriyle uyumlu olmalıdır.
Halk sağlığı mevzuatı
aşağıdaki bileşenleri içermelidir:
(a) Halk sağlığı mevzuatı HIV ve
AIDS önleme ve tedavi hizmetlerine mali kaynak sağlamalı ve güçlendirmelidir.
Önleme ve tedavi hizmetleri, bilgi ve eğitim sağlama, gönüllü test ve
danışmanlığa ulaşım, kadın ve erkekler için CYBE, cinsel ve üreme sağlığı
hizmetleri sunumu, kondom temini, madde bağımlıları için tedavi ve steril
enjektör dağıtımını ve ağrı profilaksisi dahil HIV ve AIDS’le bağlantılı
hastalıklarda gerekli tedaviyi içerir.
(b) Sürveyans amacıyla yapılan
testler ve epidemiyolojik amaçlı bağlantısız testler (unlinked testing) hariç
HIV testleri bireylerin aydınlatılmış onamı alınarak yapılmalıdır. Zorunlu test
uygulamalarında mahkeme kararı aranmalı, test uygulanacak kişinin özel
yaşamının gizliliği korunmalı ve diğer özgürlükleri kısıtlanmamalıdır.
(c) Test sonuçlarının ciddi
trajedilere yol açabileceği göz önüne alınarak tüm vakalarda HIV testleri
mümkün olduğunca test-öncesi ve test-sonrası danışmanlıkla birlikte
uygulanmalıdır. Evde yapılan testler için kalite kontrolü sağlanmalı, testleri
kullananlar için danışmanlık ve yönlendirme hizmetleri oluşturulmalı ve evde
yapılan testlerin kötü amaçlı kullanımı engellenmelidir. Test yapılmaya
zorlanan kişilere yasal koruma ve destek hizmeti sunulmalıdır.
(d) Halk sağlığı mevzuatı HIV
durumlarından dolayı bireylere izolasyon, gözaltı veya karantina tedbirlerinin
uygulanmasını yasaklamalıdır. HIV ile yaşayan bir bireyin özgürlüğünün
kısıtlanması gerekiyorsa bu kısıtlama bireyin diğer haklarının da kısıtlanması
olarak uygulanmamalıdır.
(e) Halk sağlığı mevzuatında HIV
ve AIDS vakalarının epidemiyolojik amaçlarla sağlık makamlarına bildirimi için
kesin gizlilik ve veri koruma kuralları tanımlanmalıdır.
(f) Halk sağlığı mevzuatında
bireylerin HIV durumları ile ilgili bilginin yetkili olmayan kişilere verilmesi
engellenmeli, bu bilginin sağlık kuruluşlarında veya diğer bir ortamda
kullanılması veya açıklanması HIV ile yaşayan bireyin aydınlatılmış onamı ile
yapılmalıdır.
(g) Halk sağlığı mevzuatı HIV ile
yaşayan bireylerin cinsel partnerlerinin bilgilendirilmesi için sağlık
personeline yetki vermeli ancak zorunlu tutmamalıdır. Sağlık personeli her
vakayı kendi durumu çerçevesinde değerlendirerek ve etik ilkeleri göz önüne alarak
hastasının cinsel eşini bilgilendirmek konusunda karar verebilmelidir. Karar
alırken aşağıdaki kriterlerin gözetilmesi uygundur:
(i) HIV pozitif bireye her
hususta danışmanlık verilmiş olmalıdır;
(ii) Danışmanlık verilmiş olan
HIV pozitif birey uygun davranış değişikliğini göstermemiş olmalıdır;
(iii) HIV pozitif birey eşini
bilgilendirmeyi reddetmiş veya eşinin bilgilendirilmesi için onam vermeyi
reddetmiş olmalıdır;
(iv) Cinsel eş için gerçek bir
HIV bulaşma riski söz konusu olmalıdır;
(v) HIV pozitif bireye karar
vermesi için yeterli süre tanınmış olmalıdır;
(vi) Eğer mümkünse HIV pozitif
eşin kimliği cinsel eşten saklanmış olmalıdır; ve
(vii)
Taraflara gereken desteğin sağlanabilmesi için izleme sağlanmış olmalıdır.
(h) Halk sağlığı mevzuatında
kan/organ/doku/ bağışı esnasında HIV ve diğer kan nakli ile geçen hastalıkların
önlenmesi yer almalıdır.
(i) Halk sağlığı mevzuatı ile
sağlık kuruluşlarında ve diğer kan ve vücut sıvıları ile temas edilen
ortamlarda evrensel enfeksiyon kontrol önlemlerinin uygulanması sağlanmalıdır.
Bu tür yerlerde çalışan kişilerin önlemleri uygulayabilmelerini sağlamak için
gerekli ekipman sağlanmalı ve eğitim verilmelidir.
(j) Halk sağlığı mevzuatı ile
sağlık çalışanlarının hizmet öncesinde gizlilik ve tedavi yükümlülüğü gibi
HIV’i ilgilendiren konularda asgari düzeyde bir insan hakları veya etik eğitimi
almaları sağlanmalıdır. Sağlıkla ilgili meslek kuruluşlarının HIV ile ilgili
insan hakları ve meslek etiği konularını, meslek uygulama ilkelerinin
belirlendiği belgelere dahil etmeleri desteklenmelidir.
Halk
sağlığı ondokuzuncu yüzyıldan itibaren devletin bir işlevi olarak görülmeye
başlanmıştır. Halk sağlığı kapsamında salgın hastalıkların tedavisi ve
önlenmesinin yanı sıra, sağlık hizmetlerine erişim, fiziksel ve sosyal çevre
gibi konulara da (örneğin çevre kirliliğinin önlenmesi, gıda standartları, ilaç
güvenliği, su hijyeni) ilgi duyulmuştur. Toplumun sağlıklı olabilmesi için
bireylerin sorumluluklarından ziyade toplumsal sorumluluklara önem verilmiş ve
gerekli koşulların toplumca oluşturulmasının zorunluluğu vurgulanmıştır.
Yararcı ilkeler doğrultusunda vatandaşların refahını korumak için pozitif
girişimler (örneğin tedavi) gerekli görülmüş ve başkalarının zarar görmemesi
için de önleyici tedbirlere (örneğin aşılama) başvurulmuştur. Veba, cüzam,
kolera, çocuk felci, çiçek gibi salgınların veya zührevi hastalıklar ve
tüberküloz gibi hastalıkların ortadan kaldırılmasında bilimsel bilgi yol
gösterici olmuştur. Ne yazık ki tarih boyunca marjinal gruplarla salgın hastalıklar
arasında damgalayıcı bir ilişki varolagelmiş, zamana ve mekana göre değişmekle
birlikte yoksullar, göçmenler, bazı etnik ve toplumsal gruplar günah keçisi
olarak kabul edilmişlerdir.
HIV dünyada ciddi bir salgın olarak algılanmasının hemen
ardından geçen yüzyılda cüzam ve kolera gibi hastalıklar nedeniyle geliştirilen
mevzuat, uygun olmayan bir biçimde HIV ve AIDS için kullanılmaya başlanmıştır. Ne
var ki gündelik ilişkiler aracılığıyla bulaşmadığı için bu tür mevzuat HIV/AIDS
için uygun değildir. Gündelik ilişkiler aracılığıyla bulaşan enfeksiyonlara
örnek olarak damlacık enfeksiyonları verilebilir. Bu tür enfeksiyonlarda
bulaşma hapşırma, öksürme veya gündelik eşyaların paylaşılması (bardak, tabak,
havlu) aracılığıyla gerçekleşir. HIV ile yaşayan bireylerin bazı iş kollarında
çalışmalarının yasaklanması (örneğin gıda sektöründe) veya toplu taşıma
araçlarını kullanmalarının engellenmesi salgının önlenmesinde etkili olmadığı
gibi gerekli de değildir.
HIV salgınından etkilenen bireylerin sağlık haklarından
yeterli derecede yararlanmaları ve bu amaçla uygun halk sağlığı mevzuatı
geliştirmek yönetimlerin sorumluluğundadır. Halk sağlığı mevzuatı aşağıdaki
geniş kapsamlı önleme ve tedavi hizmetlerinin yerine getirilmesi için sorumlu
birimleri harekete geçirebilmeli ve yeterli kaynağı sağlamalıdır:
·
Toplumun geneline ve
hedef gruplara yönelik bilgilendirme ve eğitim;
·
Gönüllü test ve
danışmanlık;
·
Herkesin ulaşabildiği
CYBE, cinsel ve üreme sağlığı hizmetleri;
·
Kondom ve çamaşır
suyu, temiz enjektör benzeri korunma araçlarının temini;
·
Madde bağımlılığı
tedavisi;
·
Ağrı tedavisi dahil
AIDS ile ilişkili hastalıklarda bakım ve tedavi ve
·
Epidemiyolojik
sürveyans.
5.3.1.
Gönüllü Test ve Aydınlatılmış Onam
Yasalarda test öncesinde aydınlatılmış onam alınması
zorunlu olmalıdır. Onam alınmaması bireyin özerkliği ve özel yaşamının
gizliliğine bir tehdit oluşturmaktadır. Ayrımcılığa uğrama olasılığı dahil
olmak üzere pozitif bir tanının bireyler üzerindeki ekonomik ve toplumsal
sonuçları test için karar vermeden önce kapsamlı bir biçimde bilgilendirilmeyi
gerekli kılmaktadır. Tedaviye ulaşımın kolay olduğu ülkelerde risk altındaki
bireylerin test olmaya yönlendirilmeleri ve hastalıklarının erken bir döneminde
ilaç kullanmalarının sağlanması mümkündür. Test öncesi ve test sonrası
danışmanlık sadece psikolojik nedenlerden dolayı değil önleme amaçlı mesajların
iletilmesi ve hizmetlerin tanıtımı için de gereklidir. Bazı ülkelerde test
sonuçlarının karşılıklı görüşme yoluyla iletilmesi ve test sonuçlarının
açıklanmasında gizliliğin sağlanması ve destek sunulması zorunlu tutulmuş,
telefon ve diğer dolaylı yollardan test sonuçlarının iletilmesi önlenmiştir.
Ülkelerinde çoğunda bireylerin kimliklerini açıklamadan
başvuru yaptıkları anonim test merkezleri bulunmaktadır. Bazı ülkelerde sadece
negatif test sonuçların kimliklerinin gizlenmesi şartına yasalarda yer
verilerek gizliliğin sağlanması konusundaki koruma zayıflatılmıştır. Evde
yapılan testlerin yasalarca izin verildiği ülkelerde testlerin kalitesi güvence
altına alınmalı ve kullanıcılar için danışmanlık ve yönlendirme hizmetleri
sağlanmalıdır. Evde kullanılan testlerin işverenler ve sigorta şirketleri
tarafından kötüye kullanımı engellenmelidir.
Bazı ülkelerde sağlık hizmeti sunan personelin paternalist
(buyurgan) yaklaşımından dolayı sağlık hizmeti sunumundan önce zorunlu HIV
testi yaptırılması yaygın hale getirilmiştir. Diğer yönden Avrupa Adalet Divanı
(The European Court of Justice) işbaşvurularında başvuranın aydınlatılmış onamı
olmadan HIV testi yapılmasını yasaklamıştır.
Hukuki süreçlerin gerekli kıldığı durumlarda onam alınmadan
HIV testi yapılmasının sınırları ve koşulları yasalarda açıkça belirtilmelidir.
Aydınlatılmış onam alınmasının yasa gereği olduğu bazı ülkelerde laboratuar
istek formlarında hastanın aydınlatılmış onamının alındığının bir kanıtı olarak
onam bölümleri bulunmaktadır. Hekimleri yasal yaptırımlardan korumakta olan bu
formlar hastanın özel yaşamının gizliliğini koruyacak biçimde tasarlanmalıdır.
Bu formlar iki bölüm halinde, hastanın kimlik bilgilerinin olduğu bölüm hekimin
kendisinde kalacak ve diğer bölümü laboratuara gönderilecek biçimde
hazırlanabilir. Laboratuara gönderilen bölümde başvuranın sadece alfanümerik
kodlar içeren (örneğin doğum tarihi, cinsiyet veya adının baş harfleri)
bilgiler bulunur.
Bazı ülkelerde aşağıdaki gruplar için aydınlatılmış onam
alınmadan zorunlu test yapılması öngörülmüştür:
·
Göçmenler, mülteciler
ve sınır girişi yapanlar;
·
Askeri personel;
·
Gebe kadınlar;
·
Evlatlık verilen veya
vasi tayin edilen çocuklar;
·
Evlenecek çiftler;
·
Sigorta yaptırmak için
başvuran kişiler;
·
Yatılı okullara
başvuranlar;
·
Boks benzeri sporları
yapmak için müracaat edenler;
·
Operasyon öncesi
hastalar;
·
Hükümlüler ve
bakımevleri, düşkünlerevi, akıl hastanesi benzeri yerlerde kalmakta olanlar;
·
Sağlık çalışanları,
pilotlar, eğlence sektörü çalışanları, uzun yol sürücüleri, balıkçılık benzeri
meslek sahipleri ve
·
Seks işçileri,
damariçi madde bağımlıları ve erkeklerle cinsel ilişki kuran erkekler gibi
çoğunlukla ceza yasası kapsamında tanımlanan gruplar.
Sayılan bu grup üyelerine zorunlu test uygulanması uluslar
arası insan hakları yasalarının ayrımcılık karşıtı ilkeleri ile çelişki
halindedir. Sadece kan, doku ve organ nakillerinde alıcının nakil için
aydınlatılmış onamının sağlanmasında hizmet sunucular için vericinin HIV
durumunun bilinmesi bir zorunluluktur ve zorunlu test için bu durum tek
istisnayı oluşturmaktadır. Diğer yönden zorunlu testlerin yasaklanması gönüllü
testlerin teşvik edilmemesi anlamına gelmemelidir. Bazı gruplar ise özellikle gönüllü
test uygulamaları için teşvik edilmelidirler. Örneğin hamile kadınlara
uygulanan gönüllü test ile HIV pozitif anne adaylarının tedavi olanaklarından
yararlanmaları sağlanabilir.
Zorunlu test uygulamalarının sınırlanması için halk sağlığı
gerekçeleri:
·
Zorunlu test uygulamaları
maliyetleri oranında bir etkinlik sağlayamadıklarından önleme ve destek
programlarında kullanılabilecek kaynakları sınırlamaktadır;
·
Test uygulanan kişi
pencere döneminde olabileceğinden sonuç negatif olabilir ve ileriki bir tarihte
test tekrarı gerekebileceğinden edinilen bilgi güvenilir değildir;
·
Zorunlu testler
insanların davranışlarını gizlemelerine ve HIV enfeksiyonu için risk almalarına
neden olabilir, önleme ve destek programlarına ulaşmalarını sınırlayabilir;
·
Evlilik öncesi zorunlu
testlerde olduğu gibi bazı durumlarda insanlar bu uygulamadan kaçmanın
yollarını kolayca bulabilirler. Çiftler resmi nikah yapmadan birlikte yaşamayı
seçebilir, testlerin zorunlu olmadığı veya yapılamadığı bir bölgede
evlenebilirler veya sahte sağlık raporları elde edebilirler (seks işçileri ve
seyahat için de bu durum geçerlidir);
·
Zorunlu test işbaşvurusunun
reddedilmesi, HIV pozitif mahkumların tecrit edilmesi ve göçmenlik başvurusunun
kabul edilmemesi gibi ayrımcılıkla sonuçlanan kullanımlara neden olabilir. Bu
durumda uzun bir verimli iş yaşamı göz ardı edilmiş olur. Sağlık sistemi için
eşit düzeyde veya daha da fazla sorun oluşturan diğer hastalıklar için tarama
testleri öngörülmezken HIV için zorunlu test uygulanması kaynakların kötü
kullanımı anlamına gelmektedir;
·
Bazı kişiler zorunlu
test uygulamaları dışındaki kişilerin HIV negatif olduklarını kabul ederek
bireysel sorumluluklarını yerine getirmek için çaba göstermeyebilirler;
·
Sağlık
uygulamalarından önce zorunlu HIV testi yapılması sağlık çalışanlarının
evrensel enfeksiyon önleme kurallarına uyumunu olumsuz yönde etkileyebilir.
Sağlık çalışanları uygulamalarda daha az dikkatli bir çalışma biçimini
benimseyebilir ve
·
Topluma HIV/AIDS’in
sadece “risk gruplarının” bir hastalığı olduğu yönünde yanlış bir mesaj
verilmiş, “biz ve diğerleri” mentalitesi desteklenmiş ve korku, inkar ve
damgalama için ortam oluşturulmuş olmaktadır.
Belli gruplara yönelik (örneğin yenidoğanlar) başka
amaçlarla verilen kan örneklerinde bağlantısız HIV testlerinin yapılması etik
sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu durumda kan örneği alınan
bireyin özel yaşamının gizliliği hakkı ile toplanacak verinin toplum için
yararlılığı arasında bir denge oluşturulmalıdır.
5.3.2.
Kodlu Bildirim
Veri toplamanın halk sağlığı açısından çeşitli yararları
bulunmaktadır. Veri toplama ile;
·
Bireysel vakalarda
bulaşma zincirinin kırılması için önlemlerin alınması ve bulaş izlemi olanaklı
hale gelebilir;
·
Risk faktörlerinin
izlenmesi benzeri çalışmalar ile salgının gidişatı konusunda bilgi edinilebilir
ve hastalıkla ilgili sürveyans çalışmaları gerçekleştirilebilir;
·
Önleme programlarının
planlanması ve değerlendirilmesi için insidans ve prevelans bilgileri elde
edilebilir;
·
Güvenilir
epidemiyolojik verinin varlığı etkin planlamayı mümkün kılar ve salgının
kontrol altına alınabilmesi için kaynakların maliyet etkin kullanımını sağlar.
Birinci durum hariç (bir sonraki bölümde bahsedilecektir)
verilerin kodlu aktarımı yukarıdaki amaçların tümüne hizmet edecektir. HIV
enfeksiyonu tanısı genellikle laboratuarlar, AIDS tanısı ise klinik olarak
hekimler, hemşireler veya diğer eğitimli personel tarafından konur. Doğrulanmış
HIV vakalarının sağlık otoritelerine, kodlanmış veriler halinde iletilmesi
sağlık, yaşam ve bilgiye ulaşım haklarını desteklediği için insan hakları
bağlamında koruma sağlamaktadır.
5.3.3.
Eşin Bilgilendirilmesi
HIV/AIDS’le yaşayan bireylerin eşlerinin bilgilendirilmesi
konusu birçok yasal sistem için tartışma konusu olmuştur. Birçok ülkede ciddi
enfeksiyon vakalarında hastalığa yakalanmış kişilerden diğer insanlara hastalık
bulaşmasını engellemek sağlık çalışanlarının etik ve yasal yükümlülükleri
arasındadır. Diğer yönden sır saklama hasta-hekim ilişkisinin yasalarca da
tanınmış önemli bir öğesidir. Sır saklama hemşireler, sosyal çalışmacılar ve
danışmanlar için de geçerlidir. Enfeksiyon riski altında olanların danışmanlık,
test, tedavi ve destek hizmetlerine ulaşımını engellediği gerekçesi ile bu
konudaki zorlayıcı önlemlerin etkisiz olduğu kabul edilmektedir. Henüz HIV için
bir tedavi olamamasına rağmen CYBE’ler ve tüberküloz için önerilen zorunlu
bildirim modellerinin HIV için etkin olmadığı öne sürülmektedir. HIV vakaları
için geniş kapsamlı bir bulaş izleme sistemi geniş kapsamlı ve pahalıya mal
olabilecek bir sürveyans tekniğini gerektirir ve kamu özgürlüklerini
sınırlamaksızın bu izlemi gerçekleştirmek mümkün değildir.
“Uluslar arası HIV/AIDS ve İnsan Hakları Rehberi” istisna
durumlar hariç eşin gönüllü olarak bilgilendirilmesini desteklemektedir.
Rehbere göre halk sağlı mevzuatı HIV ile yaşayan bireylerin cinsel
partnerlerinin bilgilendirilmesi için sağlık personeline yetki vermeli ancak
zorunlu tutmamalıdır. Sağlık personeli her vakayı kendi durumu çerçevesinde
değerlendirerek ve etik ilkeleri göz önüne alarak hastasının cinsel eşini
bilgilendirmek konusunda karar verir. Bazı yasal sistemlerde halk sağlığı
mevzuatı eşin bilgilendirilmesinde konsültasyon sürecinin işletilmesini
öngörmüştür. Bu sistemlerde eşin bilgilendirilmesi konusunda sağlık personeli
ya bir başka meslektaşının görüşüne başvurur ya da uzmanlardan oluşan bir kurul
eşin bilgilendirilmesi konusunda etik ve yasal danışmanlık sağlar.
Dünya Sağlık Örgütü ve UNAIDS tarafından 2000 yılında
yayınlanan bir rehberde, sağlık personelinin ısrarlı tutumuna karşın başvuran
kişi eşini bilgilendirmeyi reddediyorsa ve eğer bilgilendirilmeme durumu eş
için bir tehlike oluşturuyor ve kimliği sağlık personeli tarafından
biliniyorsa, sağlık personelinin onam almadan kaynak kişinin eşini
bilgilendirmeye yetkili olduğu belirtilmektedir. Sağlık personelinin bu kararı
almadan önce aşağıdaki koşulların yerine getirildiğinden emin olması
gerekmektedir:
·
HIV-pozitif kişiye
(başvuran kaynak kişi) eşini bilgilendirme doğrultusunda yeterli biçimde
danışmanlık verilmiş olmalı.
·
Danışmanlık sonucunda
güvenli cinsel davranış dahil olmak üzere uygun davranış değişikliğinin
sağlanmamış olması.
·
HIV-pozitif kişi
eş(ler)ini bilgilendirmeyi reddetmiş ya da eş(ler)inin bilgilendirilmesine onam
vermemiş olmalı.
·
Saptanabilen eş(ler)
için gerçek bir bulaşma riski bulunmalı.
·
HIV-pozitif kişiye
sağlık personeli tarafından yeterli süre tanınmış olmalı.
·
Eğer pratik olarak
mümkünse HIV-pozitif kişinin kimliği eşinden gizlenmeli.
·
Her iki taraf için
gerekli destek sağlanmalı ve şiddet ve aile sorunlarının ortaya çıkmasını
önlemek için izleme sistemi oluşturulmuş olmalıdır.
Özellikle HIV-pozitif kadınların eşlerinin
bilgilendirilmeleri sonucunda cinsiyet eşitsizliğine bağlı nedenlerden dolayı
kadınlar sık olarak şiddete maruz kalabilmektedir. Her vaka ayrı olarak ele alınmalı
ve bilgilendirme durumundaki yararlar ile bilgilendirmeme durumundaki olumsuz sonuçlar
değerlendirilerek karar verilmelidir. Ayrıca sağlık personelinin güvenliği de
göz önüne alınmalıdır.
5.3.4.
Gözaltına alma veya izolasyon/karantina
Bireysel davranışlar haricinde sadece HIV durumundan dolayı
bir kimsenin gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına halk sağlığı açısından
gerek yoktur. Bazı ülkelerde yasalar HIV yayılmasına neden oldukları saptanan
sauna veya masaj salonu gibi yerlerin kapatılmasına izin vermektedir. Oysa bu
yerler güvenli cinsel ilişki eğitimi amaçlı olarak kullanılabilecek
mekanlardır. Bazı ülkelerde ise gündelik yaşamdaki ilişkilerle bulaşan ve
genellikle tedavisi olan hastalıklarda uygulanan karantina tedbirleri uygun
olmayan bir biçimde HIV vakalarında uygulanmaktadır. HIV ile yaşayan kişilerin
özgürlükleri ancak istisnai yasadışı durumlarda sınırlandırılmalı ve bu sınırlamanın
ölçütleri yasa tarafından tanımlanmalıdır.
Halk sağlığı mevzuatında başkalarını kasıtlı olarak
enfeksiyon riskine maruz bırakan HIV pozitif bireylerin özgürlüklerinin
kısıtlanması için öngörülen yaptırımlar, vakanın istisnai durumu göz önüne
alınarak ve dereceli olarak uygulanmalıdır. İzolasyona en son çare olarak ve
sınırlı bir süre için başvurulmalıdır. Yaptırımların mahkeme kararı ile
uygulanması, en azından mahkemenin verdiği yetki ile uygulanması ve kısa süreli
olması tercih edilmelidir. Cezaların sağlık otoritelerinin basit güç gösterisi
haline dönüşmesi önlenmelidir. Cezaların dereceli olarak uygulanması mümkündür.
Örneğin ilk aşamada sağlık görevlileri tarafından bireye sorumsuzca davranışını
terk etmesi yolunda bir uyarı yapılabilir ve davranışından vazgeçmediği
taktirde ceza uygulamasına gidileceği anlatılır. Kişiye zorlayıcı tedbirlerin
hangi koşullarda uygulanacağı açıkça anlatılmalıdır:
·
Kişi geçmişte
isteyerek ve bilerek başkalarını enfeksiyon riskine maruz bırakacak biçimde
davranmıştır;
·
Gelecekte de bu
davranışını sürdürmek eğiliminde olduğu anlaşılmaktadır;
·
Uygun ve sorumlu
davranış göstermesi doğrultusunda verilen danışmanlık işe yaramamıştır ve
·
Başkaları için tehlike
arz etmektedir.
İlk uyarı etkili olmadığı taktirde belli bir yerde ikamet
etmeye zorlamak (örneğin bir STK’nın gözetiminde ikamet etmek), bir sağlık
personelinin gözetimi altına girmek, belirli etkinliklerin yasaklanması,
belirli işlerde çalışmasının yasaklanması (örneğin seks işçiliği) gibi önlemler
uygulanabilir. Özgürlüklerin kısıtlanması HIV ile yaşayan bireyin tüm yasal
haklarının kısıtlanması (bir üst mahkemeye başvurma, yasal temsilci bulundurma)
anlamına gelmemelidir.
Bazı ülkelerde tercüman sağlanması, yasal yardım, mahkeme
masraflarından muaf olma gibi konular yasal haklar kapsamındadır. HIV/AIDS’in
neden olabileceği damgalanma tehlikesi ve HIV durumunun açığa çıkmasının ortaya
çıkarabileceği toplumsal ve ekonomik sorunlar nedeniyle halk sağlığı yasası
kapsamında görülen davalar kapalı olarak görülmelidir. Eğer davanın açık olarak
görülmesinde davalı açısından bir yarar söz konusu ise veya davalı HIV durumunu
açıklamak yönünde bir karar almışsa mahkemeler açık olarak görülebilir.
Çocukların veya kısıtlıların taraf olduğu davalar hariç, mahkemelerde oturumlar
genellikle adaletin yerine gelmiş olmasının bir kanıtı olarak açık biçimde
uygulanır. Gücün kötüye kullanımını engelleyen bu uygulamada yayın yasağı
konularak veya sanıkların adlarının açıklanması yasaklanarak gizlilik ilkesi
korunabilir.
5.3.5.
Kan güvenliği
Kontamine olmuş kan transfüzyonu ile bulaş riskinin %90’ın
üzerinde olduğu bilinmektedir. Sağlık hakkının tam olarak korunması için halk
sağlığı mevzuatında kan/organ/doku temininde HIV ve diğer kan kaynaklı
patojenlere yönelik önlemlerin alınması zorunludur. UNAIDS verilerine göre
dünyada her yıl 4 milyon civarında kan transfüzyonu HIV veya diğer enfeksiyon
kontrolü yapılmadan gerçekleşmektedir. Kanların uygun biçimde test edilmesi ve
donörlerin riskli davranışlarının sorgulanması kan güvenliğini bir ölçüde
sağlayabilir. Donörlerin riskli davranışları bir soru formu kullanılarak
sorgulanabilir. Formlardaki sorular davranışlarla ilgili olmalı ve donörlerin
belli bir gruba mensup olup olmadıklarını sorgulanmamalıdır. İnsan hakları ile
ilgili pek çok nedenden dolayı alıcıdan aydınlatılmış onam alınması önemlidir
ancak sınırlı kaynakların israf edilmesi de önlenmelidir.
Pek çok ülkede yasalar, usulüne uygun davranıldığında, yani
tarama testleri uygulandığında ve donör bildirimleri alındığında (en fazla 12
saat önce) hastaneleri, kan bankalarını, organ/doku vericilerini, sağlık
çalışanlarını koruyan özelliğe sahiptir. Tazminat ancak ihmal, kasıt veya
yanlış beyan için yeterli kanıt olduğunda söz konusu olmaktadır. Ülkeler
arasında kan, kan ürünleri, organ değişimi söz konusu ise ülkelerin ilgili
mevzuatının birbirleriyle çelişmemesi önemlidir. Kan/organ/doku nakillerinde
bulaş sorumluluğunu sınırlayan nedenler arasında kan naklinin hayat kurtarıcı
özelliğinin olması, taramanın genellikle güvenilir olmasına karşın pencere
dönemindeki vakaların ayırt edilememesi, kan yerine her zaman daha güvenli
sentetik maddelerin kullanılamaması ve çoğu ülkede kan nakillerinin bağış
karşılığı yapılabilmesi sıralanabilir.
Birçok ülkede kan bağışlarını, tarama ve nakilleri
düzenleyen yasalar olmasına karşın kuralların yeterince uygulandığı söylenemez.
Güvenli kan temini için UNAIDS’in belirlediği üç temel unsur aşağıda
sıralanmıştır:
·
Ulusal sağlık sistemi
bünyesinde oluşturulmuş, hükümete karşı sorumlu, kar amacı gütmeyen bir kan
nakil sisteminin oluşturulması;
·
Para karşılığında kan
satışı yapan profesyonel donörler yerine düşük enfeksiyon riski taşıyan
gönüllülerden kan bağışı alınması;
·
Bağışlanan kanların
HIV ve diğer hastalıklar yönünden tarama testlerine tabi tutulması (hepatit B/C
ve firengi).
Para karşılığında kan bağışının önlenmesinin nedeni
genellikle kanlarını satan kişilerin toplumun incinebilir kesimine dahil
olmaları, sağlık durumlarının kötü olması ve enfeksiyonlar açısından riskli
davranışta bulunan kesimlerden olmasıdır. Oysa gönüllü donörler uygun
aralıklarla kan bağışı yapan ve sağlık açısından risk almayan toplum
kesimlerinden seçilirler. Çoğu ülkede toplanan kanlara gerekli testlerin
yapılamamasının nedeni ekonomik ve/veya lojistiktir. Genellikle testler belli
başlı kentlerde yapılır, kırsal kesimde test olanağı yoktur. Kanların
depolanmasında sorunlar yaşanmaktadır, eğitimli personel sıkıntısı mevcuttur
veya test yapmak için gerekli materyalin merkezlere ulaşmasında sorunlar
yaşanmaktadır. Bu durumu değiştirmek için gereken mali ve idari kaynağı
sağlamak, hizmet sunan kuruluşları denetleyecek bağımsız izleme sistemini
kurabilmek için politik kararlılık gerekir.
5.3.6.
Enfeksiyon kontrolü
Kan veya beden sıvılarıyla temas olasılığı olan sağlık
birimlerinde ve gerekli diğer mekanlarda evrensel enfeksiyon kontrol önlemleri
alınmalıdır. Halk sağlığı mevzuatında personel eğitimi ve gerekli ekipmanın
(eldiven, tek kullanımlık eldiven ve enjektör, otoklav ve diğer dezenfeksiyon
malzemeleri) nasıl sağlanacağı belirtilmelidir. Enfeksiyon kontrolü
kurallarının yaygınlaştırılması için özellikle sağlık sisteminin dışında
enjeksiyon yapılmasının yaygın olduğu yerlerde eğitim kampanyalarının
düzenlenmesi gerekebilir.
5.3.7.
Türkiye’de Durum
Türkiye’de bulaşıcı hastalıklar konusunda halk sağlığı ile
ilgili temel yasa Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’dur. Salgın hastalıkların önlenmesi
ve denetim altına alınması sürecindeki ihbar, zorunlu tedavi, tecrit,
bilgilendirme benzeri uygulamalar 1930 yılında yürürlüğe girmiş olan bu yasa
ile tanımlanmıştır. Yasanın 3. maddesinde Sağlık Bakanlığı’nın halk sağlığı
konusundaki görevleri sıralanmaktadır ve bu görevlerden bir tanesi “Memlekete
sari ve salgın hastalıkların hulülüne mümanaat” olarak belirtilmiştir. Cinsel
yolla bulaşan enfeksiyonlarla (CYBE) veya yasadaki tanımı ile “zührevi
hastalıklarla mücadele” konusu, yasanın “sari ve salgın hastalıklarla mücadele”
bölümünün beşinci kısmını oluşturmaktadır. Bu kısımdaki ilk madde kapsamında
tedavi zorunluluğu getirilen CYBE’ler frengi, belsoğukluğu ve yumuşak şank
olarak sıralanmış olmasına karşın diğer maddelerde sıralanan önlemler için daha
geniş kapsamlı olarak zührevi hastalıklar terimi kullanılmıştır. Yasanın önlem
ve denetim gerektiren CYBE’ler için sadece ilk maddede sıralanan üç hastalığı
mı yoksa genel olarak bütün CYBE’leri mi kabul ettiği açık değildir. Diğer
yönden yasanın 57. maddesinde ihbarı zorunlu “sari ve salgın” hastalıkların bir
listesi verilmiş ve bu hastalıklarla mücadelede alınacak genel ve hastalığa
özel önlemler sonraki maddelerde sıralanmıştır. Yasanın 64. maddesi listede
varolmayan bir hastalığın tehdit haline geldiğinde Sağlık Bakanlığı’nın bu
hastalığa karşı yasada genel olarak bahsedilen önlemlerden hangilerinin
uygulanması gerektiğine karar vereceği ile ilgilidir:
Madde 64 - 57
nci maddede zikredilenlerden başka her hangi bir hastalık istilai şekil aldığı
veya böyle bir tehlike baş gösterdiği takdirde o hastalığın veya her hangi bir
hastalık şeklinin memleketin her tarafında veya bir kısmında ihbarı mecburi
olduğunu neşir ve ilana ve o hastalığa karşı bu kanunda mezkür tedabirin
kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti salahiyettardır.
Fuhuş, CYBE’lerin yayılımı için önemli görüldüğünden Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu’nda fuhşun düzenlemesi gereği belirtilmiş ve bu amaçla1933 tarihinde
“Fuhuş Yüzünden Bulaşan Hastalıklarla Mücadele Nizamnamesi” yayınlanmıştır. Bu
nizamname 1961 yılında yapılan değişikliklerle “Genel Kadınlar ve Genelevlerin
Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Hastalıklarla Mücadele”
Tüzüğü adını almıştır.
Salgın hastalıklarda vaka bildirimleri Sağlık Bakanlığı
tarafından yayınlanan genelgeler doğrultusunda yapılmaktadır. Bu genelgeler
“Bulaşıcı Hastalıkların İhbarı ve Bildirim Sistemi Genelgesi” ve “Bulaşıcı
Hastalıklarla Mücadele Genelgesi” dir. Ayrıca “Bulaşıcı Hastalıklar Sürveyans
ve Kontrol Esasları Yönetmeliği” bulaşıcı hastalıkların izlenmesi,
değerlendirilmesi ve alınacak önlemleri düzenler. Sağlık Bakanlığı’nın halk
sağlığı alanındaki sorumluluklarını ve kurumsal yapılanmasını “Sağlık
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ve
“Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu” düzenler.
Sağlık hizmeti alımı, sunumu ve araştırma konularında özel
yaşamın gizliliği, sır saklama, üçüncü şahısların bilgilendirilmesi ve
aydınlatılmış onam gibi konular için geçerli mevzuatın en önemlileri arasında
“Hasta Hakları Yönetmeliği”, “Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi” ve “Biyoloji ve
Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması
Sözleşmesi: İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun” sayılabilir. Ülkemizde özel sigorta sistemleri hariç
HIV/AIDS tanı ve tedavi giderleri sosyal güvelik sistemi kapsamında
ödenmektedir ve ödeme güçlüğü içinde olanların masraflarının karşılanması Yeşil
Kart sistemi tarafından ücretsiz olarak sağlanmaktadır.
Ülkemizde halk sağlığı mevzuatında Sağlık Bakanlığı
tarafından yayınlanan yakın tarihli genelgeler hariç HIV ve AIDS konusu
doğrudan yer almamaktadır. Dolayısıyla salgın için bildirim sistemi ve
genelgeler hariç kanun, tüzük ve yönetmelik düzeyinde özel bir düzenleme yapılmamıştır.
Özellikle Umumi Hıfzıssıhha Kanunu oldukça eski tarihli bir yasadır ve HIV
salgınının özellikli durumuna yanıt verecek nitelikleri ve yaptırımları
barındırmamaktadır. Ne var ki geçen yüzyılın başında etkili olmuş frengi,
belsoğukluğu ve yumuşak şankr gibi cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar veya
tüberküloz benzeri solunum yolu ile bulaşabilen hastalıklar için geliştirilmiş
özel ve genel önlemler HIV salgını için de uygulanmaya çalışılmakta ve gereksiz
biçimde insan hakları ihlallerine yol açıldığı gibi, salgınla mücadele için hiç
gerekli olmayan uygulamalar için zaten yetersiz olan kaynaklar harcanmaktadır.
5.3.7.1.
Bilgilendirme ve Eğitim
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda HIV ve AIDS için özel bir
düzenleme bulunmamasına karşın salgın hastalıklardan korunmak amacıyla eğitim
ve bilgilendirme konusunda Sağlık Bakanlığı’nın sorumlu olduğu
bildirilmektedir.
Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu Madde 280 - Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti sari ve salgın
hastalıklardan korunma, çocuk büyütme ve sıhhi şartlar dairesinde yaşama gibi
sıhhi meseleler halkı tenvir için kitap, levha, risale neşreder, sıhhi
propaganda müessesatı yapar ve konferanslar verdirir ve her nevi sinema
filimleri gösterir. Bu gibi hizmetler meccanidir. İcabı takdirinde lazım gelen
vasıtaları haiz seyyar sıhhi propoganda kolları teşkil olunur.
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun “Zührevi Hastalıklarla
Mücadele” kısmında CYBE’lere (zührevi hastalıklar tanımı altında) yakalanmış
kimselerin hekimler tarafından bilgilendirilmesi istenmektedir. Daha önce de
belirtildiği gibi bu zorunluluğun bütün CYBE’ler için mi geçerli olduğu
belirgin değildir.
Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu Madde 109 - Her tabip tedavi altında bulunan zührevi hastalıklar
musaplarının ellerine bu hastalığın tehlikesini ve sirayet yollarını
bildirecek, nümunesi Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tesbit edilmiş bir
(Vesayayi sıhhiye varakası) vermeğe mecburdur. Hasta çocuk olduğu takdirde bu
izahat ve vesaya varakası hastanın ana ve babasına ve olmazsa sair yakınına
verilir.
Salgın hastalıklarda eğitim ve bilgilendirme konusunda bir
diğer sorumluluk yine Umumi Hıfzıssıhha Kanunu dayanak alınarak çıkartılan
“Bulaşıcı Hastalıklar Sürveyans ve Kontrol Esasları Yönetmeliği” ile
düzenlenmiştir (Resmi Gazete: 30.5.2007 – 26537). Bu genelgede HIV ve AIDS
doğrudan genelgenin kapsamındadır. Genelge ile salgın hastalıkların önlenmesi
ve denetimi amaçlanmaktadır. Genelge ile Sağlık Bakanlığı bünyesinde salgın
hastalıklar listesinin belirlenmesi, olay ve vaka tanımlarının yapılması,
iletişim ağı yapısı ile ihbar ve bildirim sisteminin oluşturulması,
hastalıklara özgü genel veya özel sürveyans ve kontrol mekanizmalarının veya
programlarının geliştirilmesi ve salgınların saptanması ve kontrolü için
gerekli olan müdahale yöntemlerinin belirlenmesi için birimlerin oluşturulması
istenmektedir. Bu birimlerden biri olan Koordinasyon Komitesi’nin salgın
hastalıklara özgü eğitim ve bilgilendirme materyalleri hazırlaması
öngörülmüştür.
Bulaşıcı
Hastalıklar Sürveyans ve Kontrol Esasları Yönetmeliği Madde 5 - (1) Bakanlık bulaşıcı hastalıkların sürveyansı ve
kontrolü çalışmalarının koordinasyonu, epidemiyolojik sürveyansta bildirim
sisteminin etkin işlemesi ve bu çerçevede bilginin tek tip ve standart olmasını
sağlamak amacıyla, Bakanlığın ilgili birimlerinin temsilcilerinden oluşan bir
komite kurar.
(2) Koordinasyon komitesinin görevleri aşağıda
belirtildiği gibidir.
e) Bulaşıcı hastalıklarla ilgili halka yönelik bilgi ve
rehber dokümanları hazırlamak veya
hazırlatmak.
Genelgenin yayınlanması üzerinden henüz kısa bir süre
geçmiş olduğu için henüz bu düzenlemenin sonuçlarını değerlendirmek mümkün
olmamıştır.
Bilgilendirme
ve eğitim konusunda Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu tarafından belirlenen AIDS’in
önlenmesinde insan hakları ve kamu özgürlüklerinin korunmasına yönelik temel
ilkeler aşağıda belirtilmiştir (ilkelerin numaralandırılması kitaptaki sıraya
göredir):
UAK İlke 8 –
Ç ocuklar, HIV/AIDS ile savaş konusunda bilgilendirilme ve eğitilme hakkına
sahiptir ve korunma konusundaki gerekli önlemlerden yararlanırlar.
UAK İlke 9 –
HI V/AIDS hakkında kullanılan dil, insan onuruna yakışır düzeyde, destekleyici,
duyarlı, kesin ve anlaşılır olmalıdır.
UAK İlke 16 –
K ültür, eğitim ve din kurumları AIDS'le ilgili konularda eğitim vermeli, bilgi
ve korunma malzemesi temin etmeli, hoşgörü ve işbirliğini teşvik etmeli ve
HIV/AIDS ile yaşayanlara yönelik ayrımcılığa göz açtırmamalıdır.
UAK İlke 17 –
Kültür, eğitim ve din kurumları; HIV/AIDS'le ilgili konularda resmi ve sivil
toplum kuruluşları ile diyalog içinde olmalı, bu kurumları doğru ve sorumluluk
taşıyacakları biçimde bilgilendirmelidir.
UAK İlke 74 –
Tıbbi sağlık personeli, HIV pozitif olanlara ya da AIDS hastalarına,
HIV/AIDS'in özellikleri, riskler, bulaşma yolları, sağlık durumunun bozulmasını
engelleme yolları ve cinsel eş/lere ya da üçüncü şahıslara bulaştırmama
yöntemleri hakkında gereken bütün bilgileri sağlamak zorundadır. Sağlık
Personeli bir HIV pozitif kişinin ya da AIDS hastasının bu hastalığa nasıl
yakalandığı üstüne görüş belirtme ya da ahlaki yargılar ve değerlendirmeler öne
sürme hakkına sahip değildir.
UAK İlke 75 –
HIV testinin sonuçları ikinci kez sınandıktan sonra da pozitif ise doktor vakit
kaybetmeden gerekli taraflara bu sonucu bildirmek zorundadır. Hastalığın
bulaşıcı özelliği göz önünde tutularak sonuçlar her durumda bildirilmelidir.
Sonuçlar hastaya şahsen, duyarlılıkla ve hastanın mahremiyetini koruyarak özel
olarak eğitilmiş personel ve psikolojik ve sosyal destek eşliğinde
bildirilmelidir.
5.3.7.2.
Gönüllü Test ve Aydınlatılmış Onam
1219 Sayılı Tababet ve Şuabatı
Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesi, hekimlerin yapacakları
her çeşit ameliye için hastanın rızasını almaları zorunluluğunu getirmiştir.
Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nün 13. maddesi ile Medeni Kanun’un 23. ve 24.
maddeleri, hastanın rızası olsa dahi tedavi amacı dışında onun maddi ve manevi
yapısını bozacak tıbbi el atmaları ve davranışları yasaklamıştır. Hasta Hakları
Yönetmeliği, hastaların bilgilendirilmeleri ve aydınlatılmaları bakımından
ayrıntılı kurallar getirmiştir:
Hasta Hakları
Yönetmeliği Madde 5 – d) Tıbbi zorunluluklar ve kanunlarda yazılı haller
dışında, rızası olmaksızın kişinin vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına
dokunulamaz.
e) Kişi, rızası ve Bakanlığın izni olmaksızın tıbbi
araştırmalara tabi tutulamaz.
Hasta Hakları
Yönetmeliği Madde 7 – Hasta, sağlık hizmetlerinden nasıl faydalanacağı
konusunda bilgi isteyebilir. Bu hak, hangi sağlık kuruluşundan hangi şartlara
göre faydalanılabileceğini, sağlık kurum ve kuruluşları tarafından verilen her
türlü hizmet ve imkanın neler olduğunu ve müracaat edilen kuruluşta verilen
sağlık hizmetlerinden faydalanma usulünü öğrenme hakkını da kapsar.
Hasta Hakları
Yönetmeliği Madde 15 – Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbi
işlemleri, bunların faydaları ve tıbbi sakıncaları, alternatif tıbbi müdahale
usulleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel
sonuçları ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü ve yazılı olarak
bilgi isteme hakkına sahiptir.
Sağlık durumu ile ilgili gereken bilgiyi, bizzat hasta
veya hastanın küçük, temyiz kudretinden yoksun veya kısıtlı olması halinde
velisi veya vasisi isteyebilir. Hasta, sağlık durumu hakkında bilgi almak üzere
bir başkasına da yetki verebilir. Gerek görülen hallerde yetkinin
belgelendirilmesi istenebilir.
Hasta, tedavisi ile ilgilenen tabip dışında bir başka
tabipten de sağlık durumu hakkında bilgi alabilir.
Hasta Hakları
Yönetmeliği Madde 18 – Bilgi, gerektiğinde tercüman kullanılarak, hastanın
anlayabileceği şekilde, tıbbi terimler mümkün olduğunca kullanılmadan, tereddüt
ve şüpheye yer verilmeden ve hastanın ruhi durumuna uygun ve nazik bir ifade
ile verilir.
Madde
22 - Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimse, rızası
olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi
tutulamaz.
Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 26. maddesi ise
aydınlatılmış onamı açıklamaktadır:
Hekimlik
Meslek Etiği Kuralları Madde 26 - Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve
konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi
yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların
kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi
durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri
konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve
ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta
tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında
bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim,
kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı,
tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.
Tıbbi
işlemlerde aydınlatılmış onam alınmasında biçim ile ilgili bir düzenleme yoktur
ve aydınlatılmış onam almaksızın hastaya girişimde bulunmak disiplin
suçu oluşturmaktadır.
Türk Tabipleri Birliği Disiplin Yönetmeliği Madde 4/s – Hastanın
aydınlatılmış onamını usulüne uygun almaksızın tıbbi girişimde bulunmak. (Para
cezası gerektirir)
Suç
soruşturulması ve yargı süreci kapsamında bireyin rızası olmadan kan, doku,
vücut sıvısı örneklerinin alınması veya muayene yapılması Ceza Muhakemesi
Kanununda düzenlenmiştir. Ceza hukuku dışında sağlık hizmetleri kapsamında veya
adli işlemler sırasında aydınlatılmış onam alınmadan zorunlu HIV testi
uygulanacak gruplar ise Sağlık Bakanlığı tarafından 29.04.1993 tarihinde
yayınlanan 5300 sayılı genelge ile belirlenmiştir. Bu genelge doğrultusunda kan
bağışında bulunanlar, yurtdışından askerlik görevi için başvuranlar, kayıtlı
seks işçileri, haklarında işlem uygulanan kayıtsız seks işçileri, doğum öncesi
bakım hizmeti alan gebeler, sağlık kuruluşlarına başvuranlar, operasyon
uygulanacak hastalar ve evlilik için başvuranlar HIV testi yaptırmak
zorundadırlar. Sağlık Bakanlığı tarafından tedavi kurumlarına başvuru yapan her
kişiden HIV testi için kan alınması yaygınlık kazanmamıştır ancak cerrahi
girişimler öncesinde ve evlilik muayenelerinde HIV testleri yaygın olarak
uygulanmaktadır. Diğer yönden giderek artan biçimde spor salonları, havuz, yurt
benzeri mekanlara katılım için test zorunluluğunun gündeme getirildiği
bilinmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın 5300 sayılı genelgesi ile evlilik
muayenelerinde HIV testi zorunlu olarak açıklanmasına karşın evlilik
muayeneleri ile ilgili temel mevzuatı teşkil eden Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve
Evlenme Muayenesi Hakkındaki Nizamnamede gerekli düzenlemelerin yapılmaması bu
genelgenin uygulanabilirliği konusunda tartışmalara neden olmaktadır. Organ
nakillerinde yasal bir zorunluluk olmamasına karşın HIV testi yaygın olarak
uygulanmaktadır.
Türkiye’de
test öncesi ve sonrası danışmanlık hizmetlerinin yeterli düzeyde verildiğini
söylemek mümkün değildir. Çoğu zaman pozitif bir sonuç, uygun olmayan
koşullarda ve gizlilik ihlallerine yol açacak biçimde açıklanmaktadır. Telefon
yoluyla test sonuçlarının açıklanmasının çok yaygın olmasa bile mümkün
olabildiği, hak ihlalleri raporlarında gösterilmiştir. Türkiye’de HIV önleme
programları açısından önemli bir eksiklik olduğunun belirtilmesine karşın gönüllü
test ve danışmanlık merkezleri son yıllara kadar sağlık hizmetleri kapsamında
yer almamıştır. Sağlık Bakanlığı tarafından Küresel Fon desteğiyle yürütülen
“Türkiye HIV/AIDS Önleme ve Destek Programı” kapsamında İstanbul, Ankara, İzmir
ve Eskişehir’de ilk kez 2006 yılında 14 gönüllü test ve danışmanlık merkezi
açılmıştır. Evde kullanılan HIV testleri ile ilgili bir düzenleme
bulunmamaktadır. Ulusal AIDS Komisyonu evde kullanılabilen testlerin
danışmanlık verilmeden yapılmasının önlenmesi konusunda karar almıştır.
UAK İlke 26 – Evlilik
için AIDS testi şart koşulamaz.
UAK İlke 29 – AIDS
testi, evlat edinme konusunda her iki taraf için de şart koşulamaz.
UAK İlke 33 –
Hiçbir özel ya da devlet okuluna ya da yurda kayıt olmak için AIDS testi
uygulanması şart koşulamaz.
UAK İlke 37 –
AIDS testi, işe alınmak için şart koşulamaz.
UAK İlke 45 – AIDS
testi, askerlik görevini yapmak zorunda
olan ya da yapmakta olan insanlar için zorunlu tutulmamalıdır.
UAK İlke 48 – Ülkeye
giriş ve çıkışlarda gidilen ya da dönülen yer neresi olursa olsun, AIDS testi
zorunlu olamaz.
UAK İlke 49 –
Ülkeden oturma izni alabilmek için AIDS testi şart koşulamaz.
UAK İlke 51 –
İltica için başvuranlar ve mülteciler AIDS testine tabi tutulamaz.
UAK İlke 53 –
Hükümlü ve tutuklular bilgilendirilmiş onamları alınmadan zorla AIDS testine
tabi tutulmamalıdır.
UAK İlke 93 –
Sağlık personeline, bir özel hastanede, devlet hastanesinde, özel doktor
muayenehanesinde ya da herhangi bir tıbbi alanda işe alınabilmesi için AIDS
testinden geçmesi şart koşulmamalıdır.
UAK İlke 61 –
HIV virüsünün saptanması ancak bireyin bilgilendirilmiş açık onayıyla
gerçekleştirilebilir. Testin herhangi bir birey tarafından reddedilmesi, onun
için sakıncalı sonuçlar yaratmamalıdır.
UAK İlke 62 –
Nüfusun tamamı ya da bir bölümünün zorunlu olarak genel bir taramadan
geçirilmesi kabul edilemez. HIV pozitif olduğu konusunda "şüpheli"
bulunan ya da öyle olduğuna "inanılan" insanların bile zorunlu
muayeneye tabi tutulmalarına hiçbir gerekçeyle izin verilemez. Belirli ya da
özgül bir sosyal grubun zorunlu muayeneden geçirilmesi kabul edilemez.
UAK İlke 63 –
Üçüncü şahısların korunmasıyla ilgili gerekçelerle kan, organ, doku ve sperm
verenler 62. Maddenin kapsamına girmez. Ancak kan, organ, doku ve sperm
verenlerin değil alınan materyallerin kontrol edilmesi hem diğer maddelerde
belirtilen hak ve özgürlüklerle çelişmez hem de etik açısından doğru bir
yaklaşımdır.
UAK İlke 66 –
Tedavi için başvuran kişinin bilgilendirilmiş onayı alınmadan, sağlık
personelinin güvenliği için ya da herhangi bir gerekçeyle AIDS testinin şart
koşulmasına izin verilemez.
UAK İlke 67 –
Hastalara tıbbi gereklilik dışında AIDS testi uygulanmaz. Test, ancak hasta
ayrıntılı olarak bilgilendirildikten ve onayı alındıktan sonra uygulanır.
UAK İlke 68 –
Sağlık hizmetinde çalışanlar HIV/AIDS yönünden düzenli muayeneden
geçirilemezler.
5.3.7.3.
Kodlu Bildirim
Umumi Hıfzıssıhha
Kanununda bulaşıcı ve salgın hastalıkların ihbarı için geniş bir yer
ayrılmıştır. Kanunun 57. maddesinde yer verilen hastalıklar için genel olarak ve
her hastalığa özgün zorunlu bildirim yöntemleri kanunun farklı maddelerinde
açıklanmaktadır. Bilindiği gibi aynı kanunun 64. maddesinde yeni bir salgın ve
bulaşıcı hastalık varlığında Sağlık Bakanlığının hangi maddelerin
uygulanacağına karar verme yetkisinin olduğu belirtilmiştir. Sağlık Bakanlığı
tarafından 18.04.1994 tarihinde 4800 sayılı ve 01.07.1994 tarihinde 7789 sayılı
genelgeleri HIV pozitif laboratuar sonuçlarının ve AIDS vakalarının
bildirilmesinde kullanılacak yöntemi tarif ederek D-86 formunun kullanımını
zorunlu tutmuştur. D-86 formu vakanın kimlik bildirimlerinin gizlenerek
bilgilerin kodlu olarak gönderilmesini sağlamaktadır. Kodlu bildirimde vakanın
adı, soyadı ve baba adının ilk iki harfi ve doğum tarihinin son iki rakamı
kullanılmaktadır. Kodlu bildirim ile vakanın özel yaşamının gizliliği ve
ayrımcılığa uğramama hakkı sağlanmış olmaktadır. Ulusal AIDS Komisyonu kodlu
bildirim konusunda aşağıdaki ilkeyi benimsemiştir.
UAK İlke 64 – Doktorlar, kesin gizlilik ilkesine sadık kalarak ve HIV pozitif ya da AIDS
hastası kişinin kimlik verilerini kayıt etmeden her vakadan Sağlık Bakanlığı’nı
bilgilendirmek zorundadır. Bildirim kodlama yöntemi ile yapılır.
UAK İlke 88 – HIV pozitif ya da AIDS hastalarının durumu kodlama sistemi kullanılarak
gizlilik ilkesi korunarak Sağlık Bakanlığı'na bildirilir.
5.3.7.4.
Eşin Bilgilendirilmesi
Türkiye ‘de HIV-pozitif kişilerin eşlerinin sağlık
personeli tarafından bilgilendirilmesi konusunda standart bir uygulama olmadığı
gibi bu konuda özel bir düzenleme de bulunmamaktadır. Hasta hakları ile ilgili
mevzuatın HIV-pozitif kişinin eşinin bilgilendirilmesi konusunda, özel yaşamın
gizliliği ve sağlık personelinin sır saklama ödevi doğrultusunda sınırlayıcı
özellikte olduğu ileri sürülebilir. Diğer yönden hem Umumi Hıfzıssıhha Kanunu
hem de Yeni Türk Ceza Kanunu’nda kasıtlı veya taksirli olarak HIV-pozitif
kişinin eş(ler)ine hastalık bulaştırması, cezayı gerektirecek suç olarak
tanımlamıştır ve bu tür bir suçun varlığında sağlık görevlilerinin güvenlik
güçlerine ihbarı zorunlu tutulmuştur. Bununla birlikte sağlık personelinin
eş(ler)i bilgilendirmeleri konusunda bir düzenleme öngörülmemiştir. Bu konuya
bir istisna Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 109. Maddesinde zührevi hastalıklar
söz konusu olduğunda ebeveynlerin sağlık personeli tarafından bilgilendirilmesi
zorunluluğudur.
Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu Madde 109 – Her tabip tedavi altında bulunan zührevi hastalıklar
musaplarının ellerine bu hastalığın tehlikesini ve sirayet yollarını
bildirecek, nümunesi Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tesbit edilmiş bir
(Vesayayi sıhhiye varakası) vermeğe mecburdur. Hasta çocuk olduğu takdirde bu
izahat ve vesaya varakası hastanın ana ve babasına ve olmazsa sair yakınına
verilir.
Ceza hukuku yönünden sağlık personelinin HIV-pozitif kişinin
hastalığı başkalarına bulaştırdığından şüphesi varsa suçu ihbar zorunluluğu
bulunmaktadır ve bildirim yapılmaması suç teşkil etmektedir ancak bu ihbar
zorunluluğu eş(ler)i kapsamamaktadır. Diğer yönden Ceza Yasası göreve ilişkin
sırların açıklanmasını da yasaklamaktadır. Ülkemizde çok sık olarak resmi
görevliler tarafından medya aracılığıyla HIV pozitif olan veya olmasından şüphelenilen
kimselerin kimlikleri yayınlanmakta ve bu kişilerle ilişkisi olanların sağlık
kuruluşlarına başvurmaları istenmektedir. Toplum sağlığı yönünden bir yarar
sağlamayan bu uygulamalar ayrımcılık ve dışlanmaya neden olduğu gibi kişi hak
ve özgürlüklerine ciddi zarar oluşturma niteliğini taşımaktadır. Ayrıca bu tür
uygulamalar ceza yasasında suç olarak tarif edilmiştir.
Türk Ceza Kanunu:
Sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi Madde 280 – (1) Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile
karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta
gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(2) Sağlık mesleği mensubu
deyiminden tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire ve sağlık hizmeti veren
diğer kişiler anlaşılır.
Türk Ceza Kanunu:
Göreve ilişkin sırrın açıklanması Madde 258 – (1)
Görevi nedeniyle
kendisine verilen veya aynı nedenle bilgi edindiği ve gizli kalması gereken
belgeleri, kararları ve emirleri ve diğer tebligatı açıklayan veya yayınlayan
veya ne suretle olursa olsun başkalarının bilgi edinmesini kolaylaştıran kamu
görevlisine, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir.
Sağlık personeli tarafından eş(ler)in bilgilendirilmesi
konusunda Dünya Sağlık Örgütü ve UNAIDS’in önerdiği biçimde destek ve
danışmanlık hizmetlerinin sunumunun oldukça kısıtlı olduğu ve açıklama sonucu
oluşabilecek şiddet içeren sonuçlar konusunda gerekli önlemlere yönelik
düzenlemelerin olmadığı ülkemizde, sadece sağlık personeline yönelik bir ihbar
zorunluluğu istenen toplumsal yararı sağlamayacaktır. Türkiye Ulusal AIDS
Komisyonu’nun eşin bilgilendirilmesi konusundaki ilkeleri aşağıda sunulmuştur:
UAK İlke 76 – Her tür psikolojik ve sosyal destek sağlanarak HIV pozitif kişi, eşi ya da
partnerini koruyacak biçimde hareket etmeye teşvik edilmelidir.
UAK İlke 77 – HIV pozitif kişi, eşi ya da partnerine HIV pozitif olduğunu bildirmeye ikna
edilememişse, bütün ikna yöntemleri tüketildiğinde doktor, meslek etiğine uygun
olarak seçim yapar.
UAK İlke 78 – Henüz rüştünü ispat etmemiş gençler
de hastalıkları konusunda haberdar edilmelidir. Bu da her zaman için anne-babalarının
işbirliğiyle, bu yaşlarda kişinin uzun süre seropozitif kalabileceği özellikle
vurgulanarak ve mutlaka güçlü psikolojik ve sosyal destek eşliğinde
yapılmalıdır.
5.3.7.5.
Gözaltına alma veya izolasyon/karantina
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 72. Maddesinde bulaşıcı ve salgın
hastalıklarda hastalığa yakalananların evlerinde veya sağlık kuruluşlarında göz
altına alınabileceği veya tecrit edilebilecekleri bildirilmiştir. Bu maddedeki
uygulama Kanunun 57. Maddesinde sıralanan hastalıklar içindir.
Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu Madde 72 – 57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği
veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik
olunur: 1 - Hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenlerin ve
hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenlerin fennen
icap eden müddet zarfında ve sıhhat memurlarınca hanelerinde veya sıhhi ve
fenni şartları haiz mahallerde tecrit ve müşahede altına vaz’ı.
HIV enfeksiyonu 57. Maddede listelenmiş olmamasına karşın
Kanunun 64. Maddesi eğer bir hastalık salgın halini alır ve toplum sağlığını
tehdit etmeye başlarsa Sağlık Bakanlığı’nın bu hastalığı listeye dahil etmesi
ve gerekli önlemlerin belirlenmesi istenmiştir. HIV enfeksiyonu için yasada
herhangi bir değişikliğe gidilmemiş ve Sağlık Bakanlığı’nın HIV salgını
nedeniyle yayınladığı genelgelerde karantina ve gözaltına alma benzeri önlemler
yer almamasına karşın resmi görevlilerin toplum sağlığını gerekçe göstererek
kısıtlayıcı önlemlere başvurma olasılığı mevcuttur.
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun cinsel yolla bulaşan
enfeksiyonlarla ilgili bölümünde ayrıca hastalık yaydığından şüphe edilen
kişilerin sağlık kuruluşlarında tecrit ve tedavi edilmesi istenmekte ve bu
doğrultuda güç kullanılmasının mümkün olduğu bildirilmektedir. Bu uygulamanın
sadece 103. Maddede belirtilen frengi, belsoğukluğu ve yumuşak şankr
hastalıkları için mi geçerli olduğu belirgin olmadığından HIV enfeksiyonu için
de uygulanabilmesi mümkündür.
Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu Madde 107 – Zührevi bir hastalığa müptela olduğu tahakkuk ederek
hastalığı etrafına neşir ve sirayet ettirdiğinden şüphe edilen kimseler cebren
tedaviye sevk olunabileceği gibi hastalığın sirayetine mani olmak üzere bir
hastanede tecrit ve tedavi altına alınabilir. Bu hususta kuvvei cebriye
istimali dahi caizdir.
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu “umumi kadınlar hakkında ahkam”
bölümünde seks işçilerinin yasada belirtilen hastalıklar veya Sağlık
Bakanlığı’nın gerek gördüğü diğer hastalıklarda tedavi amacıyla bir kuruluşta
tecrit edilebilecekleri bildirilmektedir.
Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu Madde 129 – Fuhşu, sanat ve maişet vasıtası ittihaz eden kadınlardan
zührevi hastalıkların her türlü eşkaline, cüzzam, cerp, empetigo, entertrigo,
müterakki verem veya Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin fennen lüzum
göreceği sair hastalıklara musap olanların sanatlarının icrasına icap ederse
kuvvei cebriye istimali ile mümanaat olunur. Bunlar lüzum görülürse bir
müessesede tecrit ve tedavi edilir.
Seks işçileri için öngörülen tecrit önlemi Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu dayanak alınarak çıkartılmış olan “Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi
Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele
Tüzüğü” kapsamında da tekrar edilmiştir. Tüzük seks işçileri ile birlikte olan
erkeklerin de cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar yönünden muayenelerini ve
gerek görüldüğünde tecrit edilmelerini istemektedir.
Zührevi
Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü Madde 34 - Bulaşıcı devrede firengi belirtileri gösteren
genel veya 23 üncü maddede yazılı kadınların, behemahal hastanede bulaşıcı
devre geçinceye kadar yatırılarak tedavisi gerekir.
Zührevi
Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü Madde 88 - Teftiş sırasında kadınlarla beraber
rastlanacak olan ve zührevî hastalıklardan birine tutulmuş olduğundan şüphe ve
endişe olunan erkeklerin de Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 106 ncı maddesi
gereğince bu hastalıkları bulunmadığına dair rapor göstermeleri veya
kendilerini muayene ettirip zührevî hastalıkları olmadığını ispat eylemeleri
için adresleri alınır. Belirli ve açık adresleri olmıyanlarla kimliklerini
ispat edemiyenler muayeneye sevk olunur. Hasta olduğu anlaşılanlar hakkında adı
geçen kanunun 107 ve 108 inci maddelerine göre işlem yapılır.
Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu’nun Gözaltına alma veya
izolasyon/karantina konusundaki ilkeleri aşağıda sunulmuştur:
UAK İlke 54 – HIV pozitif hükümlü ve tutuklular, cezaevi içinde ayrı yerlere
kapatılmamalı, tecrit edilmemelidir. Bu durum ancak koğuştaki diğer hükümlü ve
tutuklulara karşı tehlikeli ve saldırgan tavırlar sergileyen özel vakalar için geçerli
değildir.
UAK İlke 69 – Korunmayla ilgili gerekçeler dışında AIDS hastalarının diğer hastalardan
tecrit edilmesine izin verilemez.
5.3.7.6.
Kan güvenliği
Ülkemizde 300’ün üzerinde kan merkezi bulunmaktadır.
Bunların yüzde 8’i Türkiye Kızılay Derneği’ne, yüzde 76.5 i de başta Sağlık
Bakanlığı Hastaneleri olmak üzere üniversiteler ve diğer kurumlara aittir.
Kanların yüzde 23.5’u Türkiye Kızılay Derneği tarafından toplanmaktadır.
Toplanan kanlara 1985 yılından beri anti-HIV testi yapılmaktadır. Ancak tüm önlemlere
rağmen resmi kaynaklara göre 40’ın üzerinde
olguda kan nakli sonrası HIV virüsü görüldüğü belirtilmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerdeki HIV enfeksiyonlarının
%5-15’inin güvensiz kan transfüzyonları esnasında oluştuğu düşünülmektedir.
DSÖ’nün bir çalışmasına göre, yaklaşık 60 ülkede, bağışlanan kanlarda, HIV ve
diğer kan kaynaklı enfeksiyonlar da dahil olmak üzere bir ya da daha fazla
sayıda enfeksiyon için tarama yetisine sahip bulunulmadığı belirtilmektedir.
Bu doğrultuda Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ülkelerin ulusal
kan politikalarını belirlerken güvenli ve yeterli kanın temini konularına
dikkat edilmesi önerisinde bulunmaktadır. Avrupa Birliği de üye ülkelerden
ulusal kan politikalarını bu yönde oluşturmalarını istemekte, güvenli kan
temininin bütün dünyanın sorunu olduğunu belirtmektedir.
Kan güvenliği için bütün dünyada Donör sorgulama formları
kullanılmaktadır. Bu formlarda donörün enfeksiyöz bir ajan taşıma potansiyelini
değerlendirmek için hazırlanmış sorular ile donorün riskli olup olmadığı sorgulanmaktadır.
Ancak maalesef ülkemizde bu formlar yeterince uygun kullanılmamaktadır.
Hedefi biran önce kan verip hastasına kan götürmek olan
donör adayı, formları çoğu zaman özensiz doldurmaktadır. Doldurulmuş formlar
gelişigüzel masa üzerinde bulunabilmektedir. Bu da hasta güvenliğini önemli
ölçüde sarsmaktadır.
Oysa ki hasta güvenliği,
sağlık hizmeti kalitesinin yükseltilebilmesi açısından kritik ve önemli
bir konudur. Hasta güvenliğinin sağlanması için gerekli işlemlerden biri de
güvenli kanın sağlanmasıdır. Güvenli kanın sağlanması, transfüzyonla bulaşan
infeksiyonların önlenmesinde en önemli
adımdır. Bu nedenle tüm ülkeler kan ve kan ürünü alan tüm hastaların
güvenliğini sağlayabilmek için gerekli
önlemleri almak zorundadır. Bu amaçla hasta güvenliği için her ülkede
kan transfüzyonunun beklenmeyen ve istenmeyen etkileri ile ilgili olarak
bilgilerin saptanması, toplanması, saklanması ve meydana gelen sorunların
çözümlenmesi için “haemovigilance” organizasyonlarının yapılması gereklidir.
Haemovigilance organizasyonları transfüzyon almış hastalarda istenmeyen
etkilerin takibinden, kan bağışçısının seçiminden, transfüzyon yapılmış hastaya
kadar, herhangi bir aşamada istenmeyen etkiler ortaya çıkabileceği için bütün
bir transfüzyon sürecini kapsamaktadır. Haemovigilance organizasyonu kan
güvenliğinden sorumlu ve yetkili ulusal otoritenin sorumluluğunda olmalıdır.
Haemovigilance ağı, hastaneler, kan merkezleri ve ulusal otoritenin arasında
kullanılan bağlantı zincirine dahil edilmelidir. Bu organizasyonun hazırlanması
ve uygulanması, yeterli insan ve finans kaynaklarının sağlanmasına bağlıdır.
Ancak bu sistemler oluşturulabildiğinde transfüzyon sonrası meydana gelen bulaş
ve oluşan infeksiyonların tıbbi ve hasta hakları ile ilgili hukuksal çözümleri
bulunabilinir. Ülkemizde 11/4/2007 tarih ve 5624 sayılı kan ve kan ürünleri
kanunu ile bu konuda bir düzenleme getirilmiştir.
Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu’nun kan güvenliği konusundaki
ilkeleri aşağıda sunulmuştur:
UAK İlke 63 – Üçüncü şahısların korunmasıyla ilgili gerekçelerle kan, organ, doku ve
sperm verenler 62. Maddenin kapsamına girmez. Ancak kan, organ, doku ve sperm
verenlerin değil alınan materyallerin kontrol edilmesi hem diğer maddelerde
belirtilen hak ve özgürlüklerle çelişmez hem de etik açısından doğru bir
yaklaşımdır.
5.3.7.7.
Enfeksiyon Kontrolü
Yataklı
tedavi kurumlarında sağlık hizmetleri ile ilişkili olarak gelişen enfeksiyon
hastalıklarını önlemek ve kontrol altına almak amacıyla 11.08.2005 tarihinde
“Yataklı Tedavi Kurumları Enfeksiyon Kontrol Yönetmeliği” yayımlanmıştır. Bu
yönetmelik ile hastanelerde enfeksiyon kontrol komitelerinin kurulması ve bu
komitelerin konu ile ilgili sorunları tespit etmeleri, ve sorunların çözümüne
yönelik faaliyetleri düzenleyip yürütmeleri ve yataklı tedavi kurumları
düzeyinde alınması gereken kararları gerekli mercilere iletmeleri
beklenmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı genelgeler doğrultusunda 80’li
yılların ortalarından itibaren sağlık kuruluşlarında tek kullanımlık
enjektörlerin kullanılması zorunlu tutulmuştur ve tüm ülkede yaygın bir
uygulama halini almıştır. Sağlık kuruluşlarında iğne batması, laboratuar veya
cerrahi işlemler sırasında kaza ile enfeksiyon bulaşması şüphesi varlığında HIV
enfeksiyonunu önleme amacıyla erken dönem ART tedavisi konusunda herhangi bir
düzenleme bulunmamaktadır.
Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu’nun enfeksiyon kontrolü
konusundaki ilkeleri aşağıda sunulmuştur:
UAK
İlke 90 – HIV pozitif kişiler ve
AIDS hastalarının bakımıyla görevli sağlık personeli için devlet, rehberler ve
yönetmeliklerle; HIV pozitif kişilerin ya da AIDS hastalarının güvenli
bakımlarıyla ilgili yöntemleri, epidemiyoloji bilgilerini, hastaların
psikolojik ve sosyal olarak desteklenmesine katkıda bulunacak yöntem ve
teknikleri de içeren kapsamlı bir eğitim programı sağlamalıdır. Bu eğitim,
hastalığın bulaşma riskini en aza indirilebilmek, en iyi ve etkin hizmeti
sağlayabilmek amacıyla HIV virüsüyle ilgili etik ve yasal tartışmaları da
içermelidir.
UAK
İlke 91 – Devlet, hastalığın
bulaşma riskini en aza indirebilmek için sağlık personeline uluslararası
standartlara uygun biçimde teçhizat
sağlamalıdır.
UAK
İlke 92 – Sağlık personeli, hangi
şikayetle başvurmuş olursa olsun her hastayı potansiyel bir HIV virüsü, Hepatit
B ya da C taşıyıcısı olarak görmeli ve buna uygun şekilde korunma önlemleri
almalıdır.
UAK
İlke 95 – Bir sağlık personelinin
HIV/AIDS ile yaşayan bir kişinin vücut sıvısına maruz kalması durumunda söz
konusu sağlık personeline test yapılmalı ve hemen tedavinin başlanması için
gereken tedbirler alınmalıdır. Testin sonuçları kesin gizlilik ilkesi uyarınca
saklı tutulmalıdır.
UAK
İlke 99 – Mesleki faaliyetleri
sonucu HIV virüsü taşıyan sağlık personelinin durumu meslek hastalığı
kategorisine girmelidir.
5.3.7.8.
HEKİMLERİN YASAL SORUMLULUKLARI
Hekimlik
Mesleği ile ilgili temel Sağlık
Mevzuatı; 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatının İcrası’na dair kanun, 1593
sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu, 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu,
Tıbbi Deontoloji Tüzüğü ve Hasta Hakları Yönetmeliği olarak düzenlenmiştir.
Hekimin
Yasal Sorumluluğu, Disiplin Yönünden (Tabip Odası nezdinde ve ayrıca kamu
görevlisi ise idari açıdan) ve Ceza Hukuku ile Tazminat yükümlülüğü
açısındandır. Hekim, yasal ceza sorumluluğunun yanı sıra kamuda yada serbest
çalışmasına bakılmaksızın Hekimlik Meslek Kurallarına aykırı davranışı halinde
meslek odası olan Tabip Odası tarafından hakkında soruşturma açılarak kusurlu
bulunduğunda; uyarı, para cezası ya da meslekten alıkoyma cezaları ile
cezalandırılabilir.
Tabip
Odası; Anayasa’nın 135. maddesi ile 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununa
göre kurulmuş kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Tabip Odası’nın
görevleri arasında; hekimlerin hak ve yararlarını korumak, meslek kurallarına
aykırı davranışları denetlemek, kamu sağlığının korunması için çalışmak en
temel hususları oluşturmaktadır. Her hekim, çalıştığı bölgedeki Tabip Odası’na
en geç bir ay içinde üye olmaya ve üyelik görevlerini yerine getirmeye
zorunludur. Kamuda çalışan hekimler dilerlerse Tabip Odaları’na üye olurlar.
Hekim,
mesleki çalışmasında; hekimlik meslek kurallarına – deontolojiye uygun
davranmak, hasta haklarına özen göstermek, malpraktisten (kötü hekimlik
uygulamasından) kaçınmak, bilgi ve deneyimini sürekli geliştirmek ve dikkatli
olmakla yükümlüdür. Malpraktis (kötü hekimlik uygulaması); hekimin bilgi ve
uygulama yönünden tanı ve tedavide gerekli olanı yapmaması ya da yeterli dikkat
ve özeni göstermemesi sonucu hastanın zarar görmesidir. Bu koşullarda zararın
hasta hakları açısından ele alınarak incelenmesi gereklidir.
Hasta
hakları, Sosyal Haklar kapsamında yer alır. Devlet, hasta haklarının temini ve
korunması için gerekli çalışmaları, eylem ve işlemleri yapmak durumundadır.
Hekimin aslî borcu hastayı sağlığına kavuşturmak için gerekli tıbbî müdahaleyi
yapmaktır. Bu, hasta-hekim sözleşmesindeki iş görme borcunu oluşturur. Hasta
ile hekim arasında sözleşme, sarih (açık) olarak kurulabileceği gibi, zımnî
(üstü kapalı) olarak da kurulabilir. Örneğin, hekim hastaya “şuraya uzanın” ya
da “sırtınızı açın” dediği anda sözleşme zımnî şekilde kurulmuş olur. Hasta
hekimi, hekim de hastayı reddetme hakkına sahiptir. Ancak, hekim hastayı kabul
etmek istemiyorsa, bunu derhal ve açıkça hastaya bildirmelidir. Aksi halde,
hekim hastanın talebine karşı sessiz kalır ve hiçbir cevap vermezse, sözleşme
kurulmuş olur ve hekim hastaya sözleşmeyle bağlı kalır. Bu andan sonra hastayı
reddetmeye kalkarsa, sözleşmeye aykırılıktan dolayı tazminat sorumluluğuyla
yükümlüdür.
Hekimin
tedavi sözleşmesini ihlalden dolayı sorumluluğu için;
▬
tedavi sözleşmesinin kurulmuş olması,
▬
tedavi sözleşmesinden doğan bir yükümlülüğün
ihlali,
▬
kusur,
▬
zarar ve
▬
kusur ve zarar arasında neden sonuç ilişkisi
(uygun illiyet bağı) gereklidir.
Burada
açıklanması gereken en önemli konu, tedavi sözleşmesinden doğan yükümlülüklerin
neler olduğudur.
Hekimin Tedavi Sözleşmesinden Doğan Yükümlülükleri
1. Teşhis (tanı) koyma yükümlülüğü: Tanı, meslek kurallarına uygun olarak koyulmalıdır. Bu bakımdan “anemnez” (hastalık öyküsü) alınması gerekmektedir. Anemnez, hasta ya da ailesi tarafından bildirilen somut bir hastalık hikayesidir. Hasta anemnez verecek durumda değilse, bu ailesinden alınmalıdır. Anemnezin alınmaması veya eksik alınması meslek kusuru teşkil eder.
Tam
teşhis için;
- anemnez alınmalı,
- fizik muayene yapılmalı ve
- gerekli laboratuar tetkiklerine başvurulmalıdır.
- anemnez alınmalı,
- fizik muayene yapılmalı ve
- gerekli laboratuar tetkiklerine başvurulmalıdır.
Hekim
bunlardan birini eksik yapar ve zarar ortaya çıkarsa, meslekî kusurdan söz
edilir ve hastanın tazminat hakkı doğar.
Hekimin
her tanı hatası hukukî sorumluluk doğurmaz. Özellikle semptomlar (hastalık
belirtileri) belli bir hastalığa açıkça işaret ettiği halde teşhis edilenden
farklı bir hastalık ortaya çıkarsa, hekimin yaptığı bu tanı hatası kusuru
olmadığı için sorumluluğuna yol açmaz.
Ancak hekim tanıyı tedavi sürecinde sürekli gözden geçirmelidir ve yanlış tanıdan korkarak gereksiz tetkiklere başvurup hastayı maddî zarara uğratmamalıdır.
Ancak hekim tanıyı tedavi sürecinde sürekli gözden geçirmelidir ve yanlış tanıdan korkarak gereksiz tetkiklere başvurup hastayı maddî zarara uğratmamalıdır.
2.
Tanıya uygun tedavi seçme ve yürütme yükümlülüğü: Tedavi faaliyeti hastanın
iyileştirilmesi amacını taşır. Hekim tedaviyi meslek kurallarına uygun olarak
seçmelidir. Aksi halde tanı kusuru ortaya çıkar ve zarardan sorumlu olur.
Hekim
tedaviyi kendi yöntemlerine göre yürütür, bu konuda hastadan talimat almaz.
Zaten hasta hekim arası vekâlet sözleşmesinde de hastanın hekime talimat verme
hakkı yoktur. Hasta ile aralarında güven ilişkisi yoksa, hekim acil durumlar
hariç olmak üzere tedaviyi bitirmeden hastayı bırakabilir. Bu iki durum,
“hekimin tedavi özgürlüğü ilkesi”ni oluşturur.
Tıbbî
Deontoloji Tüzüğü’ne göre de, hekim şahsî veya meslekî sebeplerle hastayı
reddedebilir ya da devam eden tedaviyi bitirmeden hastasını bırakabilir. Ancak,
hastasını önceden haberdar edip, ona yeni bir hekim bulabileceği kadar zaman
tanımalıdır. Yoksa, hastaya karşı sorumlu olur.
Alışılmamış tedavi yöntemlerinin kullanılması Hasta Hakları Yönetmeliği’nde düzenlenmiştir. Ancak hayvanlar üzerinde yeterince denenirse ve klasik tedavi metotlarının hiçbir fayda sağlamayacağı sabitse buna başvurulabilir.
Alışılmamış tedavi yöntemlerinin kullanılması Hasta Hakları Yönetmeliği’nde düzenlenmiştir. Ancak hayvanlar üzerinde yeterince denenirse ve klasik tedavi metotlarının hiçbir fayda sağlamayacağı sabitse buna başvurulabilir.
Öte
yandan hekim, oturmuş tedavi metotları yerine, şart olmadığı halde yeteri kadar
denenmemiş ve yeni yeni uygulanmaya başlayan bir tedavi yöntemi kullanmaya
karar verirse, kötü sonuç doğduğu takdirde sorumlu tutulur. Bu konuda hastanın
rızasını almak da yeterli değildir. Hekimin özellikle kronik hastalıklarda
tedavi sonrası düzenli kontrol yükümlülüğü vardır. Fakat hasta, hekimin uyarı
ve tavsiyelerine uymazsa, hekimin bu konudaki yükümlülüğü ve sorumluluğu
ortadan kalkar. Hekim reçeteye hastanın istediği ilaçları değil, bu hususta en
optimal ilaç isimlerini yazmak zorundadır. Birden fazla ilaç seçeneği varsa en
uygunu yazılmalıdır.
3.
Hastanın rızasını alma yükümlülüğü: Hasta Hakları Yönetmeliği’ne göre, acil
durumlar dışında kişinin rızası alınmadan vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik
haklarına dokunulamaz. Ayrıca, hiç kimse rızası alınmadan ve Sağlık
Bakanlığı’nın izni olmaksızın tıbbî araştırmalara tâbi tutulamaz. Bu hükümlere
uymadan yapılan tedaviler sadece tazminat hukuku anlamında değil ceza hukuku
anlamında da sorumluluğa neden olur. Ancak hasta küçükse, kısıtlıysa (hacir
altına alınmışsa) ya da temyiz kudreti (iyiyi kötüden ayırt edebilme yeteneği
ve yeterliliği) yoksa ve veli veya vasisi de bulunamazsa, rıza koşulu aranmaz.
Uygulamada genellikle, çocuklarda 15 yaşından sonra, tıbbi girişimlerde fikrinin
sorulması kabul edilmektedir. Hasta
Hakları Yönetmeliği’nde de bununla bağlantılı olarak “kanunda gösterilen
istisnalar hariç olmak üzere”, kimse rızasına aykırı olan bir tıbbî müdahaleye
tâbi tutulamaz hükmüne yer verilmiştir. Ayrıca suç işlediği şüphesi altında
bulunan bir kişinin, bu şüphenin aydınlatılması için tıbbî müdahaleye tâbi
tutulmasının hakimin kararına bağlı olduğu vurgulanmıştır. Aynı yönetmelik 13.
maddesiyle ötenaziyi kesin olarak yasaklamıştır. HHY ’ne göre, kanunî
temsilcisi kişiye tıbbî müdahale yapılmasına rıza göstermezse ve fakat müdahale
tıbben gerekli ise, bunun yapılabilmesi için mahkeme kararı gerekir. Ancak acil
durumlarda hiç kimsenin ve hiçbir kurumun rızasını ya da iznini aramadan hekim
müdahalesini yapar.
Acil durumlardan kasıt, “hayatı veya hayati organlardan birisini tehdit eden acil haller”dir. Aynı maddenin devamına göre, söz konusu acil durumlar dışında hasta rızasını her zaman geri alabilir. Rızanın geri alınması, hastanın tedaviyi reddetmesi anlamına gelir. Rızanın müdahale başladıktan sonra geri alınması, ancak tıbbî yönden sakınca bulunmaması şartına bağlıdır. Tıbbi sakınca kesin olarak tespit edilirse, hasta rızasını geri almamalıdır. Çünkü hastanın tedaviye rıza vermesi ya da verdiği rızayı geri alması kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Dolayısıyla, hastanın bu hakkını kullanabilmesi her zaman sağlanmalıdır. Hastanın rızasını geri alması durumunda, doğabilecek zararlardan dolayı sorumluluk hastaya geçer. Bu durumda hekim, hastaya tedavinin uygulanmaması nedeniyle meydana gelebilecek olumsuz sonuçları anlatmalıdır ve hastadan rızasını geri aldığına dair yazılı belge almalıdır. Bu belge sayesinde hekim, doğan zarardan kendisinin sorumlu tutulamayacağını her zaman ispat edebilecektir.
Acil durumlardan kasıt, “hayatı veya hayati organlardan birisini tehdit eden acil haller”dir. Aynı maddenin devamına göre, söz konusu acil durumlar dışında hasta rızasını her zaman geri alabilir. Rızanın geri alınması, hastanın tedaviyi reddetmesi anlamına gelir. Rızanın müdahale başladıktan sonra geri alınması, ancak tıbbî yönden sakınca bulunmaması şartına bağlıdır. Tıbbi sakınca kesin olarak tespit edilirse, hasta rızasını geri almamalıdır. Çünkü hastanın tedaviye rıza vermesi ya da verdiği rızayı geri alması kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Dolayısıyla, hastanın bu hakkını kullanabilmesi her zaman sağlanmalıdır. Hastanın rızasını geri alması durumunda, doğabilecek zararlardan dolayı sorumluluk hastaya geçer. Bu durumda hekim, hastaya tedavinin uygulanmaması nedeniyle meydana gelebilecek olumsuz sonuçları anlatmalıdır ve hastadan rızasını geri aldığına dair yazılı belge almalıdır. Bu belge sayesinde hekim, doğan zarardan kendisinin sorumlu tutulamayacağını her zaman ispat edebilecektir.
Hastanın
rızasını alarak başlanılan ameliyat esnasında, başka bir hastalık tespit
edilirse ve hekim buna da müdahale ederse, “ameliyatın genişletilmesi” söz
konusu olur. Ancak bu müdahalenin hastanın sağlığı için zorunlu olması gerekir.
Çünkü hastanın ameliyat sırasında uyandırılarak yeni tespit edilen hastalık
için tıbbî müdahaleye rıza gösterip göstermediğini sormak mümkün değildir. Bu
durumda hukuken, hastanın “varsayımsal rızası”nın olduğu kabul edilir.
Ancak rıza alma yükümlülüğünün geçerlilik kazanabilmesi için daha önce “hastayı aydınlatma yükümlülüğü”nün yerine getirilmesi şarttır. Hekim, her tıbbî müdahaleden önce hastayı her konuda aydınlatmalıdır ve rıza bundan sonra alınmalıdır. Aksi halde, rıza alınsa dahi verilen rıza geçersiz olur ve doğacak kötü sonuç hekime yükletilir. Hastalık, uygulanacak olan tedavi yöntemleri tehlikeler ve doğabilecek sonuçlar konusunda hasta aydınlatılmalıdır. Bununla birlikte, hekim, hastanın moralini bozabilecek konuları açıklamayabilir. Örn: Kanser ve benzeri hastalıklar.
Ancak rıza alma yükümlülüğünün geçerlilik kazanabilmesi için daha önce “hastayı aydınlatma yükümlülüğü”nün yerine getirilmesi şarttır. Hekim, her tıbbî müdahaleden önce hastayı her konuda aydınlatmalıdır ve rıza bundan sonra alınmalıdır. Aksi halde, rıza alınsa dahi verilen rıza geçersiz olur ve doğacak kötü sonuç hekime yükletilir. Hastalık, uygulanacak olan tedavi yöntemleri tehlikeler ve doğabilecek sonuçlar konusunda hasta aydınlatılmalıdır. Bununla birlikte, hekim, hastanın moralini bozabilecek konuları açıklamayabilir. Örn: Kanser ve benzeri hastalıklar.
4. Sır saklama yükümlülüğü: Hekim, tedavi sürecinde hastasının bazı sırlarını öğrenirse, bunları saklamak zorunluluğundadır. Aksi takdirde, hastanın hekime karşı tazminat hakkı doğar.
Ancak hekim, hastasının vücudunda suç işlediğine dair ya da bir suça maruz kaldığına dair yara veya iz gibi bir işaret görürse, bu durumu adlî makamlara bildirmelidir.
Psikolog
ya da psikiyatr, seanslarda hastasında bir suç işleme amacı olduğunu
öğrenebilir. Bu durumu sadece hastanın ailesine gizlice anlatabilir. Ancak,
öğrendiği suç işleme amacı değil de işlenmiş ya da işlenmekte olan bir suç
olursa, bunu adlî makamlara bildirmelidir.
Hekimin
hastasının tanı ve tedavisini üçüncü kişilere açıklama hakkı çok sınırlıdır.
Ancak hastanın yararına konsültasyon amaçlı tıbbi bilgiler diğer hekimlerle paylaşılabilinir.
Bunun dışındaki tüm bilgilerin gizliliği hekimin sorumluluğundadır. Hastalık
tanısının reçete ya da sağlık karnesine yazılması durumunda bu tanının da
başkalarının eline geçmesi hastanın yararına olacak şekilde önlenmelidir. Ancak
günümüzdeki mevcut tıbbi uygulamalarda bu tanıların yazılmasının yasal bir
zorunluluk oluşturması hasta hakları ile ciddi bir şekilde çelişmektedir.
Hastanın çalıştığı iş yerine hastalık tanısını bildirmesi ya da aile ve arkadaş
çevresinin ulaşabileceği kaynaklarda bu tanının varlığı hastayı çok zor durumda
bırakmakta, zaman zaman tedavinin aksamasına ve hastalık seyrinin ağırlaşmasına
yol açmaktadır.
5.
Dosya tutma yükümlülüğü: Tedavinin daha özenli şekilde yürütülmesi için hekim
dosya tutmalıdır. Aksi halde, doğacak zararda kusursuzluğunu ispat yükü hekime geçer.
Bunun için hekim, gerekli tıbbi dokümantasyonları hazırlamalıdır. Anamnez,
ameliyat protokolü, röntgen filmleri, tedavi süreci ile ilgili bilgiler hasta
dosyasında yerini almalıdır. Bilimsel görüşlere göre, belgeler üzerinde
hastanın mutlak bir inceleme ve görme hakkı vardır. Hastanın sağlığı açısından
ortaya çıkabilecek özel ve olumsuz durumlar ise bu kuralın dışında
tutulmalıdır, hastayı karamsarlığa sürükleyecek belgeler kendisine
gösterilmeyebilinir. Bunun dışında hasta, bu belgelerin fotokopilerini alma
hakkına sahiptir. Röntgen, elektrokardiyografi, elektroansepologram, odiagram
gibi objektif belge denilen belgeler, istek halinde hastaya iade edilmelidir.
Kusur
Hekimin
kusuru “ihmâl” olarak karşımıza çıkar. Yukarıda açıklanan hekimin tedavi
sözleşmesinden doğan ve yerine getirmesi gereken yükümlülüklerinden birini
ihmâl ettiği takdirde hekim kusurlu sayılır.
Zarar
Hastanın
hekimden maddî ya da mânevî tazminat talep edebilmesi için hekimin kusurlu olması
yetmez; bir zararın da oluşmuş olması gerekir. Örneğin, hastayı aydınlatma
yükümlülüğünün ihlali mânevî zarar olarak sadece mânevî tazminata konu
olabilirken, sır saklama yükümlülüğünün ihlali hem maddî hem mânevî tazminata
konu olabilir.
Uygun
İlliyet Bağı
Hekimin
davranışı kusurluysa ve zarara yol açtıysa, kusur ve zarar arasında neden sonuç
ilişkisinin olduğu kabul edilir.
Hekimin
mesleki uygulamasında kişilere haksız zarar verdiği hallerde, zarar görenin
maddi ve manevi zararlarının temin için mahkemeye başvuru hakkı bulunmaktadır.
Bu durumda TCK’nun ilgili maddeleri devreye girer. Hekim kamu görevlisi ise
tazminat davası öncelikle kuruma açılır ve kurum kusuru oranında hekime rücu
eder.
Hekimin
kusurunun belirlenmesinde tıbbi bilirkişilik uygulaması geçerlidir. Bu konuda
mahkemenin tayin edeceği konunun uzmanı bir kişi bilirkişilik görevini
üstlenir. Ancak genel uygulamada Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu,
üniversitelerin Adli Tıp Anabilim Dalları ve Yüksek Sağlık Şurası resmi
bilirkişi olarak kabul edilir.
5.4.
REHBER: 4 Ceza Yasaları ve Ceza Sistemi
Devletler, ceza
yasalarının uluslar arası insan hakları yükümlülüklerine uyumluluğunu ve
yasaların HIV bağlamında kötüye kullanılmadığını ya da risk altındaki grupları
hedef haline getirmediğini garanti altına almak için ceza yasalarını gözden
geçirmeli ve reform yapmalıdır.
5.4.1.
Bulaşmayla İlgili Suçlar ve Yargı Usulleri
Cezai ve/veya kamu sağlığı hakkındaki mevzuat, kasten HIV
bulaştırmaya karşı özel olarak hazırlanmış suç tanımlamaları içermekten ziyade,
bu tür istisnai vakalar için de yine en genel anlamdaki cezai işlemlere
başvurmalıdır. HIV’le yaşayan kişilerin hiçbir gerekçe yokken özgürlüklerinin
kısıtlanması gereksizdir ancak hastalık taşıyan bir kimsenin
bilerek ve isteyerek hastalığı bir başkasına bulaştırması söz konusu olduğunda
durum farklıdır. Bu durumda toplumsal sözleşmenin bir kuralı olan herkesin
diğer insanların zararına olacak davranışlardan kaçınması ilkesi zedelenmiş
olur ve bu insanların cezalandırılması gündeme gelir. Genelde bu türden
vakalara çok az rastlanmaktadır. Bir insanın bir neden
yokken diğer bir insanı öldürmesi sık rastlanan bir olgu değildir. HIV/AIDS ile
yaşayan insanların da hastalığı kasten başkalarına bulaştırmak için çaba
sarfettiklerini söylemek hem ahlaki açıdan hem de gerçeklere bakıldığında doğru
değildir. Seyrek karşılaşılan bu olgularda ceza kanunlarının öngördüğü
yaptırımların uygulanması yeterlidir. HIV/AIDS bağlamında yeni uygulamaların
ortaya çıkarılmasına gereksinim bulunmamaktadır.
5.4.1.1.
Bulaşma ile ilgili TCK ve CMK düzenlemesi ve yaşanan sorunlar:
Türkiye’de HIV bulaştırma ve bulaştan mağduriyetine
ilişkin fazlaca uygulama bulunmamaktadır. Basından öğrenildiğine göre yargıya
intikal eden ilk bulaş vakası Kızılay tarafından test yapılmadan/hatalı yapılan
test sonucu HIV içeren kanın hastaya nakli ve hastanın bundan zarar görmesi
sonucu tazminat davasıdır. Suçlama bakımından ilk bilinen ve basın tarafından
uzunca süre takip edilen vaka Antalya vakasıdır. Konu ile ilgili kısa karar
şöyledir:
Bir başka dosyada şikayetçi HIV taşıyıcısı
olduğunu bildiği kişiyi kendine HIV bulaştırdığı gerekçesi ile şikayet etmiş,
şikayetçinin yapılan testleri negatif çıkmıştır. Aslında şikayetçi dava açmadan
önce de testleri yaptırmış ve negatif çıkmıştır. Dava henüz sonuçlanmamıştır
5.4.1.2.
TCK da bulaştırma ile ilgili suçlar:
Yürürlükteki TCK’ya göre
yaralama suçu Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar başlığı ile düzenlenmiştir.
Kasten
Yaralama
MADDE 86 - (1)
Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin
bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin
basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde,
mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para
cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak
durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye
kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
İşlenmesi halinde,"şikayet aranmaksızın, verilecek ceza
yarı oranında artırılır."
Neticesi
Sebebiyle Ağırlaşmış Yaralama
MADDE 87 - (1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin
sürekli zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden
önce doğmasına,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir
kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan,
(Değişik ibare: 5377 - 29.6.2005 / m.11)
"üçüncü" fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.
(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya
bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin
yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki
kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde beş
yıldan,"üçüncü" fıkraya giren hallerde sekiz yıldan az olamaz.
(3) Kasten yaralamanın vücutta kemik
kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre
belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre,
yarısına kadar artırılır.
(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse,
yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla
kadar, "üçüncü" fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla
kadar hapis cezasına hükmolunur.
Kasten
Yaralamanın İhmali Davranışla İşlenmesi
MADDE 88 - (1) Kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi
halinde, verilecek ceza üçte ikisine kadar indirilebilir. Bu hükmün
uygulanmasında kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesine ilişkin koşullar
göz önünde bulundurulur.
Taksirle Yaralama
Madde 89- (1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya
sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir
yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin
sürekli zayıflamasına,
b) Vücudunda kemik kırılmasına,
c) Konuşmasında sürekli zorluğa,
d) Yüzünde sabit ize,
e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
f) Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı
oranında artırılır.
(3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya
bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin
yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir
kat artırılır.
(4) Fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması
halinde, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(5) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması
şikayete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun
bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikayet aranmaz.
5.4.2.
Enjektör
değişim programları
Ceza hukukundaki hükümler HIV ile ilgili
yardım ve tedavi hizmetlerinin uygulanmasında engelleyici bir rol
üstlenmemelidir. Damar içi madde kullanan kişilerin yetkili makamlara
bildirilmesi hususundaki ceza yasasındaki ilgili hükümler sebebiyle enjektör
değişimleri programlarının oluşturulması güçleşmektedir.
Ceza hukuku, enjektör değişim
programlarının oluşturulması ve bu programların yasal hale getirilerek
yaygınlaştırılması için tekrar gözden geçirilmelidir
5.4.3.
Cinsel
Eylemler
Ceza hukukunun, erişkin bireylerin
kendi rızalarıyla, umuma açık olmayan mekanlarda gerçekleştirdikleri cinsel
davranışları (zina, aldatma, anal ilişki ve ticari amaçlı cinsel birleşmeleri
içeren) yasaklayan kısımları, yürürlükten kaldırılmaları amacıyla tekrar gözden
geçirilmelidir. Vakaların hiçbirinde, kişilerin, HIV’in önlenmesi ve yardım
hizmetlerinin teminini engellemelerine izin verilmemelidir.
5.4.4.
Seks
İşçiliği
Seks işçiliği toplumda cinsel
yolla bulaşan enfeksiyonların (CYBE) yayılım hızını belirleyen en önemli
değişkenlerden biridir. Seks işçileri, sık eş değiştirmeleri nedeniyle bir
taraftan enfeksiyon riski altındadır, diğer taraftan eğer güvenli cinsel ilişki
kurallarını uygulamıyorlarsa hastalıkları yayma eğilimindedirler. Başta seks
işçiliğini düzenleyen mevzuat ve bu mevzuatın uygulanmasından kaynaklanan
sorunların yanı sıra, toplumda öteden beri varolan ve seks işçilerine karşı
ayrımcılık, dışlama ve etiketleme ile sonuçlanan önyargılar nedeniyle; seks
işçileri kendilerini ve müşterilerini hastalıklardan yeterince koruyamamaktadırlar.
Diğer bir deyişle seks işçileri yürürlükteki yasal uygulamaların baskısı ve
kendilerine uygulanan şiddet, ayrımcılık, dışlama ve etiketleme nedeniyle
sağlıklarını ve toplumun sağlığını gündemlerinin ilk basamağında
görememektedir.
Ülkelerin ticari seks ile ilgili
yasaları incelendiğinde üç grup yasal düzenleme biçimi göze çarpmaktadır:
- Düzenleyici (regulatory) yasalar: Sadece belirli koşullarda çalışıldığı taktirde seks işçiliğinin ceza yasası kapsamı dışında değerlendirildiği sistemdir.
- Yasaklayıcı (abolitionist) yasalar: Bu tür yasaların genel olarak gerekçesi seks işçiliğinin ahlaki açıdan reddedilmesidir.
- Yasallaştıran ve suç olmaktan çıkaran (decriminalization) yasalar: Son yıllarda giderek artan bir biçimde seks işçiliğini ceza yasası kapsamından çıkartılmasını savunan, hatta seks işçilerine aracılık eden kişilerin de uygulamalardan yararlanmasını isteyen görüşler seslerini duyurmaya başlamıştır.
5.4.4.1.
Türkiye’de
Seks İşçiliği ile İlgili Mevzuat
Türkiye’de seks işçiliği
konusundaki yasal düzenleme, devlet tarafından ruhsatlandırılmış genelevlerde
kayıtlı seks işçilerinin (genel kadınların) çalışmasını öngören bir özellikte
olduğu için “düzenleyici” niteliktedir.
Türk Ceza Kanunu
Haziran 2005'te yürürlüğe giren
yeni Türk Ceza Kanununun “Fuhuş” başlığını taşıyan 227. maddesi çocuk veya
yetişkin bir kimseyi fuhşa özendiren, bunun yolunu kolaylaştıran, barındıran ve
insan ticareti yoluyla ülkeye sokan, fuhşa sürükleyen kişilerin eylemlerini
“suç” saymakta ve cezalandırmaktadır. Hile, tehdit, cebir yolu ile bir kimsenin
çaresizliğinden yararlanarak, bir kimseyi fuhuş yapmaya sürükleyen kişiler ile,
söz konusu eylemlerin eş, ana-baba, kardeş, eşin ana-babası ya da bir kimseyi
yasal açıdan koruma görevini üstlenmiş olanlar tarafından yaptırılması
durumunda ise ağırlaştırıcı cezalar verilmesini öngörmektedir. Özetlenecek
olursa; yasa koyucu tek başına fuhuş yapmayı “suç” saymamakta; bireyi fuhşa
sunmak, çalıştırmak, çıkar sağlamak için onu “meta” gibi kullanarak mağdur
etmek “suç” sayılmaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun insan ticareti ana başlığı
altındaki 80. Maddesi ise uluslar arası bağlantılı fuhuş suçlarını düzenler
niteliktedir. Her iki madde birbirleriyle örtüşen suçları içerdiğinden hukuk
çevrelerinde yabancıları zorla fuhuş sektöründe çalıştıranların
cezalandırılması konusu tartışmalı durumdadır.
Pasaport Kanunu
Pasaport Kanununun 8. maddesi “bulaşıcı hastalığı olanların, fahişelerin
ve kadınları fuhşa sevk ederek geçinmeyi meslek edinenlerle, beyaz kadın
ticareti yapanların” Türkiye'ye girmelerini yasaklamaktadır. Fuhuş
yaptıkları polis baskınıyla ortaya çıkarılarak sınırdışı edilenlerin tekrar
ülkeye girişleri yasaktır.
Polis Vazife ve
Selahiyet Kanunu
Türk Ceza Kanunu fuhuş yapmayı
suç olarak tarif etmemektedir ancak bu konu fuhuş yapılmasının serbest olduğu
biçiminde yorumlanmamalıdır. Fuhuş “suç” değildir ancak “yasaktır” ve güvenlik
güçlerinin önlemesi gereken bir olgudur. Güvenlik güçleri bu yasağın
uygulanması için görevlendirilmiştir.
·
Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu Madde 8/C: Polisin
kat'i delil elde etmesi halinde mevzuata aykırı faaliyet gösteren genelevler,
birleşme yerleri ve fuhuş yapılan yer ve evleri mahallin en büyük mülki
amirinin emriyle faaliyetten men edilir/kapatılır.
·
Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu Madde 12/2: 18
yaşından küçük olanların korunması ile ilgili madde: Yasal istisnalar dışında
eğlence, oyun, içki vb. amaçlı umuma açık ve açılması izne bağlı yerlerde 18
yaşından küçükler çalıştırılamaz. Bar, pavyon, gazino, meyhane gibi içkili
yerler ile kıraathane ve oyun oynatılan benzeri yerlere yanlarında veli ve
vasileri olsa bile 18 yaşını doldurmamış küçüklerin girmesini polis men eder.
Umumi Hıfzısıhha Kanunu
Birinci maddesi “Memleketin sıhhi
şartlarını ıslah ve milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair
muzır amillerle mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini
temin ve halkı tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet
hizmetlerindendir” olarak başlayan Umumi Hıfzısıhha Kanunu 1930 yılında
yürürlüğe girmiştir.
Kanunun Üçüncü bölümü “umumi
kadın” lar hakkındadır. Kanun, Sağlık (ve Sosyal Yardım – eski adıyla) ve
İçişleri Bakanlıklarının bir tüzük yayımlayarak cinsel yolla bulaşan
enfeksiyonların önlenmesi amacıyla “umumi kadınlar ve evlerin” uyması gereken
kuralların saptanmasını gerekli görmüştür.
Genel Kadınlar ve
Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi
Hastalıklar Tüzüğü
Umumi Hıfzısıhha Kanunu”na
dayanılarak yayımlanan ilk tüzük, 1933 tarihinde yürürlüğe giren “Fuhuş
Yüzünden Bulaşan Hastalıklarla Mücadele Nizamnamesi” dir. Bu nizamname 1961
yılında yenilenmiş ve “Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler
ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü” adını
almıştır.
Tüzük 1960’lı yıllarda
çıkarıldığı biçimi ile çok az bir değişiklikle günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
Tüzüğün 1973 yılında bazı maddeleri yürürlükten kaldırılmış ve eklemeler
yapılmış olsa da 1800’lü yıllarda dünyada başlayan düzenleyici mevzuatın halen
yürürlükte olan nadir örneklerinden birini oluşturmaktadır. Tüzüğe göre fuhuşla
ilgili idari işleri illerde valilikler tarafından oluşturulan “Fuhuşla Mücadele
Komisyonu” yürütür. Komisyonun amacı fuhşu denetlemek, fuhuş nedeniyle bulaşan
zührevi hastalıkların yayılmasına ve bu yüzden amme düzeninin bozulmasını
engellemektir. Komisyonun temel sorumluluk alanları şunlardır:
·
Genelevlerin açılmasına karar vermek ve
ruhsatlandırmak,
·
Genel kadın olarak tanımlanan seks işçilerinin
kayıt altına alınmasını sağlamak,
·
Genel kadınların düzenli sağlık muayeneleri
olmalarını sağlamak,
·
Tek başına fuhuş yapılan birleşme evlerini
ruhsatlandırmak.
Tüzüğe göre genel kadın, seks
işçiliğini alışkanlık haline getirmiş, 21 yaşını bitirmiş, evli olmayan,
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kadındır. Bu kadınlar seks işçiliğine devam etmek
için “vesika” almak (tescil edilmek) zorundadır. Genel kadın olarak tescil
edilen kadınlar haftada iki kez muayene olmak koşulu ile komisyon tarafından
ruhsatlandırılmış “genelev” lerde çalışmak zorundadır. 21 yaşından küçük ve 18
yaşından büyük olanlar ve komisyon tarafından kaydı uygun görülmeyenler “sağlık
tedbiri uygulanacak kadın” kapsamında değerlendirilirler. Bu seks işçileri
genelevlerde çalışamazlar ve on günde bir muayene olmak zorundadır. Tüzüğün
kapsamında olan birleşme evleri, tek başına fuhuş yapılmasına olanak sağlayan
yerlerdir ancak uygulamada ruhsat verilen yer bulunmamaktadır.
Tüzüğün önemli bir bölümü
genelevlerin ruhsatlandırılması ve muayenelerin yapılma biçimine ilişkindir.
Okul, cami benzeri yerlerin yakınlarına genelev açılamayacağı gibi genelevlerde
içki satışı ve küçüklerin genelevlere kabul edilmesi yasaktır.
Tüzüğün Uygulanmasında
Sorunlar
Türkiye’de ruhsatlı olarak
çalışan 56 genelev bulunmaktadır ve bu genelevlerde yaklaşık 3.000 kadar seks
işçisi çalışmaktadır. Sağlık tedbiri kapsamındaki seks işçileri (seks işçiliği
yaptığı saptanan ancak tescil edilmeyen) dahil toplam kayıtlı seks işçisi
sayısı ise yaklaşık 15.000 kadardır. Buna karşın Türkiye’deki kadın ve
transgender (travesti ve transseksüel) seks işçilerinin sayısının 100.000 civarında
olduğu ifade edilmektedir. Diğer bir deyişle 85.000 seks işçisi yasadışı
(tüzüğün tanımı ile gizli) çalışmaktadır. Bu toplama sayıları giderek artmakta
olan yabancı seks işçileri dahil değildir. Ayrıca sayıları yabancı seks
işçileri kadar olmamasına ve lokal özellik göstermelerine karşın erkek seks
işçileri de bu sayıya dahil edilmemiştir. Başta İstanbul olmak üzere onbinlerce
seks işçisi sokak ve caddelerde, özel randevu evlerinde, masaj salonlarında,
bar, gece kulübü ve pavyon benzeri mekanlarda hatta otobüs ve minibüslerde
çalışmaktadır.
İstanbul dahil olmak üzere pek
çok ilde seks işçiliği yapmak için müracaat eden ya da yasadışı fuhuş yaparken
yakalanan seks işçilerinin tescili yapılmamaktadır. Bu nedenle İstanbul’da
kayıtlı seks işçisi sayısı çok azalmıştır ve genelevde 126 kadın çalışmaktadır.
Çok az ilde yeni kayıt yapılmaktaysa da bu illerden İstanbul dahil olmak üzere
diğer illere nakil konusunda zorluklar yaşanmaktadır.
Yasal olarak genelevlerde
çalışmak sadece kadınlar için olanaklı olduğundan travesti ve transseksüel seks
işçilerinin çalışmaları yasaktır. Transseksüel seks işçileri ancak cinsiyet
değiştirme operasyonu sonrası genelevlerde çalışabilirler.
Geçmişte genelevlerde
çalıştırılan kadınların pek çoğu kandırılmış ve zorla fuhuş yaptırılan kadınlar
olmasına karşın son yıllarda kendi onayları dahilinde çalışan seks işçileri
özellikle İstanbul Genelevinde çalışanların çoğunluğunu oluşturmaktadır.
Kadınların zorla çalıştırılmasına olanak sağlayan borçlandırma, şiddet uygulama
ve tehdit benzeri uygulamaların büyük ölçüde ortadan kalktığı bildirilmektedir.
Bu nedenle seks işçiliği için elverişli yerler olma konumunu kazanan
genelevlerde çalışmak isteyen seks işçilerinin Fuhuşla Mücadele Komisyonları
tarafından tescil edilmemesini anlamak zordur. Benzer biçimde komisyonlar yeni
genelev açılışlarını da onaylamakta isteksiz davranmaktadır.
Tek başına fuhuş yapmaya olanak
veren ve birleşme evi olarak adlandırılan mekanlar geldiğimiz noktada çok önem
kazanmasına karşın fuhuşla mücadele komisyonları tarafından ruhsat
verilmemektedir. Birleşme evleri sokakta yasadışı olarak çalışmak istemeyen
seks işçileri için elverişli bir alternatif olabilir.
Genelevlerin İstanbul’daki önemli
sorunlarından biri yabancı seks işçiliği ve özel randevu evleri ile rekabet
etmedeki yetersizlikleridir. Genelevlerde içki ve eğlence yasaktır.
Müşterilerin cinsel ilişki yanı sıra eğlence de taleplerinin olduğunu ileri
süren genelev sahipleri, işlerinin eskisi gibi yürümediğinden şikayetçidir.
Benzer şikayetler seks işçileri tarafından da ifade edilmektedir. Ayrıca zaman
zaman evlerin dış ortamdan soyutlanmasını amaçlayan tedbirlere
başvurulmaktadır. Bunların arasında evlerin bir anlamda vitrini olan alt kat
camekanlarının buzlu cam ile kaplanması ya da boyanması gibi tedbirler
sayılabilir. Seks işçilerinin bazıları ailelerinden gizli olarak çalıştıklarını
vurgulayarak bu uygulamaya karşı çıkmaktadır. Camekanlı ortamda çalıştıklarında
kalabalık arasında bir tanıdıklarına rastladıklarında kolayca gizlenmelerinin
mümkün olduğunu ileri süren seks işçileri camların kaplanmasıyla
güvenliklerinin tehlikeye gireceğini bildirmektedir.
Ülkemizdeki yasal sistemin olumlu
yönleri:
·
Genelevler seks işçileri için yasadışı çalışma
koşullarına göre daha güvenli yerlerdir.
·
Genelevlerde niteliği konusunda yetersizlikler
bulunsa da düzenli sağlık kontrolleri yapılmaktadır.
·
Şiddet, sömürü ve zorla çalışmanın önlenmesi
bakımından genelevler daha denetlenebilir mekanlardır.
·
Genelevler STK’ların çalışmaları için elverişli
yerlerdir.
·
Seks işçileri sosyal güvenlik sistemine bağlı
olmak zorundadır.
Olumlu yönlerin yanı sıra
düzenlemenin olumsuz yönleri de bulunmaktadır.
·
Seks işçileri idarenin keyfi uygulamalarına
maruz kalabilmektedirler.
·
Seks işçileri sadece çalışan konumunda ve ruhsatlı
yerlerde çalışmak zorundadır.
·
Seks işçileri müşteri seçme konusunda daha
elverişsiz konumdadır.
·
Seks işçileri kayıt altına alındıktan sonra
kendilerine çalışmama konusunda seçim hakkı tanınmamaktadır.
·
Seks işçileri her ne kadar sigortalı olsalar da
hastalık sigortası kapsamında değillerdir.
·
Kayıt altına alınmak aynı zamanda adli
sicillerine de fuhuş yaptıklarının işlenmesi anlamına gelmekte ve bu durum
kendilerinin ve çocuklarının sosyal yaşamlarında ayrımcılığa uğramalarına neden
olmaktadır.
·
Seks işçilerinin seyahat hakları sınırlıdır.
Bulundukları ilin sınırlarının dışına çıkabilmeleri için resmi izin almaları
gerekir.
·
Seks işçileri İstanbul hariç genelevde yaşamak
zorundadır. Genelevi terketmeleri izne tabidir.
·
Seks işçileri evlenemezler. Evlendikleri
taktirde seks işçiliğini bırakmak zorundadırlar.
Yukarıda sıralanan olumsuzluklara
karşın yine de genelev sisteminin yasadışı fuhuş sektöründe yaşanan insan
hakları ihlalleri, şiddet, sömürü ve riskler göz önüne alındığında seks
işçileri açısından daha elverişli bir düzenleme olduğu ileri sürülebilir. Kaldı
ki bu olumsuzluklar idari tedbirlerle ortadan kaldırılabilecek nitelikteki
sorunlardan oluşmaktadır. Ne var ki bir taraftan resmi kesimi oluşturan Sağlık
Bakanlığı ve İçişleri Bakanlıkları yetkilileri, diğer taraftan sivil toplum
kuruluşları mensupları ve seks işçileri tüzüğün değişmesi yönünde fikir
birliğinde olmalarına karşın henüz sonuç alınabilecek bir adım atılmamıştır.
5.4.5.
Hapishaneler
Cezaevinde olan kimselerin beden ve ruh sağlığı içinde yaşamaya ilişkin
temel hakkı devam eder. Ayrıca, en azından toplumun kalan kısmına sunulan
sağlık hizmetleriyle aynı düzeyde olacak sağlık hizmetlerinden yararlanmaya
hakkı vardır.
Bütün insanların sahip olduğu bu temel haklar dışında, mahkumlar
özel konumlarından dolayı ek hükümler tarafından korunurlar. Devlet insanların
özgürlüğünü ellerinden aldığı zaman kendilerini sağlıklı koşullar altında
alıkoymak ve alıkonuldukları koşullardan dolayı hastalanacak olurlarsa
bakımlarını gerçekleştirmek yükümlülüğünü de üstüne alır.
Sağlığının iyi olması herkes için önemlidir. Sağlık durumu bir
insanın nasıl davrandığını ve toplumun bir üyesi olarak yaşayabilme gücünü
etkiler. Cezaevi gibi kapalı bir toplumda sağlık özellikle önemlidir.
Cezaevinde olmak mahkumların hem beden, hem de ruh sağlığını etkileyebilir.
Dolayısıyla, cezaevi yönetimi yalnız mahkumlara bir sağlık hizmeti sunmaktan
değil, hem mahkumların, hem de personelin sağlığını koruyacak koşullar
sağlamaktan da sorumludur. Bir mahkum cezaevinden tahliye edildiğinde cezaevine
girdiğinde olduğundan kötü durumda olmamalıdır. Bu, cezaevi hayatının bütün
boyutları açısından, ama özellikle de sağlık açısından geçerlidir.
Çoğu kez bir mahkum cezaevine girdiğinde bakımsızlıktan, kötü
muamele görmekten ya da hayat tarzından kaynaklanan sağlık sorunları bulunur.
Mahkumlar çoğu kez toplumun en yoksul kesimlerindendir ve sağlık sorunları bunu
yansıtır. Cezaevine bakım görmemiş hastalıklarla, bağımlılıklarla ve aynı
zamanda da ruhsal sorunlarla girerler. Bu durumda olan mahkumlara ve ruh
sağlığı cezaevinde olmaktan ciddi ölçüde olumsuz bir şekilde etkilenecek birçok
başka mahkuma özel bir destek sağlanması gerekir. Hastalığa yakalanmış
mahkumların bulunduğu, nüfus yoğunluğu yüksek ve sağlık koşulları kötü olan
cezaevleri bulaşıcı hastalıklar açısından yöredeki en büyük tehlikedir.
Devlet reisleri tarafından 4.
Baltık Devletleri Bulaşıcı Hastalıklar Zirvesi dolayısıyla 10 Haziran 2002
tarihinde St. Petersburg’da yayınlanan bildiriye göre birçok ülkede
cezaevlerinde bulunanların çoğunda verem, karaciğer iltihabı ve HIV/AIDS gibi
bulaşıcı hastalıklar vardır. Cezaevi yönetimleri - mahkumlar başta olmak, ama personel
ve ziyaretçiler de dahil olmak üzere - cezaevlerine giren herkesi bulaşıcı hastalık
tehlikesine karşı korumaktan sorumludurlar. Bu görevi gerektiği gibi yerine getirmezlerse
sonuç, personelin, ziyaretçilerin ve zamanla da tahliye edilen mahkumların
toplumun diğer kesimleriyle temas etmeleri yoluyla, bölgede genel olarak
sağlık sorunlarının görülmesi
olur.
Bazı ülkeler bir bütün olarak
topluma kaliteli sağlık hizmetleri sunmakta zorlanırlar. Böyle bir durumda bile
mahkumların en iyi sağlık hizmetlerinden yararlanmaya ve bunu ücretsiz olarak
yapmaya hakkı vardır. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (İÖK) ekonomik
güçlüklerin yaşandığı dönemlerde bile hiçbir şeyin devletin üstündeki, özgürlüğünü
elinden aldığı kimselere hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli olanakları sağlama
yükümlülüğünü kaldırmayacağını belirtmiştir. İÖK ayrıca bu olanaklara yeterli miktarda
gerekli tıbbi malzeme ve ilacın da dahil olduğunu açıklamıştır.
Cezaevi yetkilileri, mahkumları
tecavüz, cinsel şiddet ve zorlamadan koruyabilmek amacıyla, yeterli personelin
çalıştırılması, etkili gözetim ve uygun disiplin tedbirlerini de kapsayan tüm
gerekli önlemleri almalıdır. Ayrıca cezaevi yetkilileri, gizliliğin garanti
edilmesinin yanısıra, mahkumlara (ve uygun görüldüğü oranda, cezaevi
personeline), HIV’in önlenmesi hakkında bilgiye erişim, eğitim, gönüllü test
yaptırma ve danışmanlık, önlenme yolları (kondomlar, temizlik maddeleri ve
hijyenik enjeksiyon teçhizatı), tedavi ve bakım, ve HIV ile alakalı klinik
deneylere gönüllü katılım hakkı da sunabilmelidirler, ve zorunlu olarak test
yaptırılması, ayrım gözetilmesi ve cezaevindeki olanaklara erişimin
reddedilmesi, HIV-pozitif mahkumlara yönelik uygulanan ayrıcalıklar ve af
programları da yasaklamalıdır. AIDS ile yaşayan mahkumların, iyi halden ötürü
vaktinden evvel salınması üzerinde düşünülebilir.
Sağlık
hizmetlerinden yararlanma hakkı
Mahkumlar, işledikleri suç ne
olursa olsun, insan olarak sahip oldukları temel haklara sahip olmaya devam
ederler. Bu haklara en üst düzeyde beden ve ruh sağlığı hakkı da dahildir.
Bunun cezaevi yönetimlerinin sunması gereken sağlık hizmetleri açısından sonuçları
konuya ilişkin uluslararası belgelerde belirtilmiştir.
Mahkumlara Uygulanacak
Muameleye İlişkin Temel İlkeler, İlke 4:
Cezaevlerinin mahkumları alıkoyma
ve toplumu suçlulardan koruma yükümlülüğü devletin diğer sosyal hedeflerine ve
toplumun bütün üyelerinin iyiliğinin ve gelişiminin korunmasına ilişkin temel
yükümlülüklerine uyan bir şekilde yerine getirilecektir.
Mahkumlara Uygulanacak
Muameleye İlişkin Temel İlkeler, İlke 9:
Mahkumlar, yasal durumlarından
dolayı kendilerine karşı ayırım yapılmaksızın, ülkede mevcut olan sağlık
hizmetlerinden yararlanabileceklerdir.
Herhangi Bir Şekilde Tutuklu
ya da Hapiste Olan Bütün Kimselerin Korunmasına İlişkin İlkeler Demeti, İlke 24:
Alıkonulan ya da hapsedilen
herkese alıkoyma yerine veya cezaevine kabulünden sonra
mümkün olduğu kadar kısa bir süre
içinde gereken düzeyde bir tıbbi muayene sunulacak ve
bundan sonra da her gerektiğinde
tıbbi bakım ve tedavi sağlanacaktır. Bu bakım ve tedavi
ücretsiz olacaktır.
Mahkumlara Uygulanacak
Muameleye İlişkin Standart Asgari Kurallar, Kural 22:
(1) Her cezaevinde en az bir adet
vasıflı doktor bulunacak ve bu doktor ruh hekimliği
konusunda da bir miktar bilgi
sahibi olacaktır. Sağlık hizmetleri genel olarak topluma ya
da ülkeye sunulan sağlık
hizmetleriyle yakın bir ilişki içinde düzenlenmelidir. Bu hizmetlere,
ruhsal anormalliklerin teşhis ve
mümkünse tedavi edilmesi için, ruh hekimliği hizmetleri
de dahil olmalıdır.
(2) Uzman tedaviye ihtiyacı olan
mahkumlar özel cezaevlerine ya da sivil hastanelere
nakledilecektir. Hastane
olanakları bulunan cezaevlerinde bu olanaklara ilişkin aygıt ve
gereçler, mobilyalar döşemeler ve
ilaçlar hasta mahkumların bakım ve tedavisi için uygun
olacak ve gerekli eğitimi görmüş
görevlilerden oluşan bir kadro bulunacaktır.
(3) Her mahkum vasıflı bir
dişçiden bakım ve tedavi görebilecektir.
Mahkumlara Uygulanacak
Muameleye İlişkin Standart Asgari Kurallar, Kural 25:
(1) Doktor mahkumların beden ve
ruh sağlığından sorumludur ve her gün bütün hasta mahkumları, bir şikayeti
olanları ve özellikle dikkatinin çekildiği mahkumları görmelidir.
Mahkumlara Uygulanacak
Muameleye İlişkin Standart Asgari Kurallar, Kural 62:
Cezaevinin sağlık hizmetleri,
beden ve ruh hastalıklarını ve mahkumların namuslu insanlar
olarak yeniden topluma
kazandırılmalarını engelleyebilecek bozuklukları fark ve tedavi etmeye
çalışacaktır. Bu amaç için
gerekli bütün tıp, ameliyat ve ruh hekimliği hizmetleri mevcut olacaktır.
Mahkum ve Tutukluların
İşkenceden ve Başka Zulüm, İnsanlıkdışı ve Aşağılayıcı Uygulama ve Cezalardan
Korunmasına İlişkin Olarak Sağlık Görevlileri ve Özellikle de Doktorlar İçin
Geçerli Olan Birleşmiş Milletler Tıbbi Ahlak İlkeleri, Kural 1:
Mahkum ve tutukluların bakımından
sorumlu olan sağlık görevlileri ve özellikle de doktorlar bu kimselerin beden
ve ruh sağlığını mahkum ya da tutuklu olmayan kimselerinkini koruyacakları
düzeyde korumakla, kendilerine aynı düzey ve kalitede tedavi sunmakla yükümlüdür.
Mümkün olan her durumda
mahkumlar toplumun kalan kısmına sunulan sağlık hizmetlerini bütünüyle
kullanabilmelidir. Çoğu ülkede mahkumlar cezaevi dışında ancak uzman
hizmetlerden yararlanabilir, genel tıbbi hizmetler ise ya cezaevi içinde ya da
belli cezaevlerinde sağlanır. Cezaevlerinin sunacağı tıbbi bakım ve
hastabakıcılık hizmetleri en azından cezaevi dışındaki hizmetlerle karşılaştırılabilir
düzeyde olmalıdır.
Her cezaevinde asgari olarak şunlar sunulmalıdır:
_ cezaevine kabul aşamasında
tıbbi muayene;
_ düzenli olarak ayakta muayene;
_ acil durum bakımı;
_ hastaların muayene ve bakımı
için gerekli şekilde donatılmış mekanlar;
_ vasıflı eczacıların vereceği
gerekli ilaçlardan yeterli bir miktar;
_ fizik tedavisi olanakları ve
tedavi sonrası rehabilitasyon olanakları;
_ tıbbi olarak gerekli
görülebilecek türden yiyeceklerin sağlanması.
Standart Asgari Kural 52
Cezaevi yönetimleri genel tıbbi
hizmetlere her an erişilebilmesini, acil durumlarda ise
vakit geçirmeden erişilebilmesini
sağlamalıdırlar
HIV-pozitif olan dört mahkum 1997
yılında Güney Afrika Yüksek Mahkemesi’nde dava açarak kendilerine ve
HIV-pozitif olan başka mahkumlara, AZT gibi özel ilaçların da verilmesi dahil
olmak üzere, gerekli tedavinin uygulanmadığını ileri sürmüş ve bu tedaviyi
ücretsiz olarak görmeye hakları olduğunu iddia etmişlerdir. Ceza İşleri
Bakanlığı böylesine ileri düzeyde bir tedavi için yeterli para bulunmadığını
ileri sürmüştür. Hakim mahkumların haklı olduğuna ve masrafları devlet
tarafından karşılanacak şekilde tedavi görmeye hakları olduğuna karar vermiştir
(Van Biljon ile Ceza İşleri Bakanı’nın taraf oldukları dava 1997 SACR 50 (C))
Avrupa İşkencenin ve
İnsanlıkdışı veya Onurkırıcı Ceza veya
Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) CPT/Inf/E (2002) Raporu
CPT standartları
Avrupa İşkence ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele ya
da Cezayı Önlenme Komitesi (CPT), aynı adı taşıyan 1987 Avrupa Konseyi Konvansiyonu (buradan sonra “Konvansiyon” olarak
anılacaktır) kapsamında kurulmuştur.
Konvansiyonun 1. Maddesine göre:
“Avrupa İşkence ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele ya
da Cezayı Önlenme Komitesi oluşturulacaktır...
Komite, özgürlüğünden mahrum edilen kişilerin gerekirse işkenceden ve
insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezadan korunması amacıyla, denetim
ziyaretleri yaparak bu tür kişilere yapılan muameleyi inceleyecektir.”
CPT’nin çalışmaları, insan haklarını korumak için Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’nin mevcut reaktif yargı mekanizmasına, proaktif ve
yargı dışı bir mekanizma eklenerek Avrupa Konseyi’nin oluşturduğu sistemin
ayrılmaz bir parçası olarak düzenlenmiştir.
Bulaşıcı Hastalıklar
Bulaşıcı hastalıkların, özellikle de verem, hepatit ve
HIV/AIDS’in yayılması birçok Avrupa ülkesinde çok büyük bir kamu sağlığı sorunu
haline gelmiştir. Bu hastalıklar bütün
toplumu etkilemekle birlikte, belli cezaevi sistemlerinde dramatik bir sorun
haline gelmiştir. CPT bazı durumlarda bu
sorunlarla mücadele etmek için alınan önlemlerin yetersizliği hakkında ciddi
endişelerini ortaya koymak zorunda kalmıştır.
Bunun ötesinde, tutukluların bulunduruldukları fiziki ortam bu
hastalıkların yayılmasına son derece uygun bulunmuştur.
CPT, günümüzde ziyaret ettiği ülkelerin bir çoğunda olduğu
gibi, ekonomik sorunların yaşandığı dönemlerde cezaevleri de dahil olmak üzere
her alanda bir takım fedakarlıkların yapılması gerektiğinin bilincindedir. Ancak herhangi bir dönemde yaşanan zorluklar
ne olursa olsun, bir kişiyi özgürlüğünden mahrum bırakmak aynı zamanda önleme,
tarama ve tedavi ile ilgili etkin yöntemleri içeren bir bakım sorumluluğunu da
beraberinde getirir. Kamu yetkililerinin
bu sorumluluğu yerine getirmeleri, sözkonusu bakım yaşamı tehdit eden
hastalıkların tedavisini gerektiriyorsa daha da önem kazanmaktadır.
Tarama için güncel yöntemlerin kullanılması, ilaç ve gerekli
malzemelerin düzenli olarak temin edilmesi, tutukluların reçete edilen ilaçları
doğru dozlarda ve doğru aralıklarla almalarını sağlayacak personelin
bulundurulması ve gerektiğinde özel bir beslenme diyetinin sağlanması yukarıda
sözü geçen hastalıklarla mücadelede ve sözkonusu tutuklulara uygun bakımı
sunmada etkin bir stratejinin ana unsurlarını oluşturmaktadır. Bunun gibi, bulaşıcı hastalıkları bulunan
tutukluların kaldığı yerlerdeki fiziki şartların da sağlıklarında iyileşme
sağlamaya yönelik olması gerekmektedir.
Buralarda gün ışığı ve havalandırmaya ek olarak, hijyen koşulları uygun
olmalı ve fazla kalabalık olmamalıdır.
Ayrıca sözkonusu tutuklular tıbbi ve diğer nedenlerle şart
olmadıkça diğer cezaevi nüfusundan ayrılmamalıdır. CPT bu bağlamda,
tutukluların sadece HIV pozitif olmaları nedeniyle diğerlerinden ayrılmaları
gerektiğine dair tıbbi bir gerekçe bulunmadığını vurgulamak ister.
Bu konulardaki yanlış bilgileri ortadan kaldırmak için, hem
tutuklulara hem de cezaevi personeline bulaşıcı hastalıklar konusunda kapsamlı
bir eğitim programı sağlanması ulusal yetkililerin görevleri arasındadır. Böyle bir program, bulaşma ve korunma
yöntemleri ile yeterli önleyici yöntemlerin uygulanmasını ele almalıdır. Özellikle HIV ve hepatit B/C enfeksiyonunun
cinsel temas ve intravenöz uyuşturucu kullanımı ile bulaşma riski üzerinde
durulmalı ve vücut sıvılarının HIV ve hepatit virüslerinin taşınmasındaki rolü
açıklanmalıdır.
Aynı zamanda herhangi bir tarama testi yapılmadan önce ve
testin sonucunun pozitif çıkması halinde uygun bilgilerin ve danışmanlığın
verilmesi gerektiği vurgulanmalıdır.
Bunun dışında hastaya ait bilgilerin tıbbi mahremiyet çerçevesinde
korunması gerektiği açıktır. İlke
olarak, bu konuda yapılacak bütün müdahaleler sözkonusu kişilerin
bilgilendirilmiş onayına tabi olmalıdır.
Ayrıca, yukarıda söz edilen
hastalıkların kontrolünün etkili olabilmesi için bir ülkede bu alanda çalışan
bütün bakanlıkların ve kurumların çabalarını ellerinden geldiğince eşgüdümlü
hale getirmeleri gereklidir. Bu anlamda
CPT, cezaevinden salıvermeyi takiben tedavinin devamının teminat altına alınması
gerektiğini vurgular.
Aşağıdaki paragraflarda, cezaevlerinde sağlık hizmetlerini
incelerken CPT heyetleri tarafından dikkate alınan bazı konular ele
alınmaktadır. Ancak, CPT her şeyden
önce, bugüne kadar Komite tarafından ziyaret edilen ülkelerin tamamında olmasa
da birçoğunda zaten kabul edilen, tutukluların toplumda yaşayan insanlarla aynı
düzeyde tıbbi bakım hakkına sahip olduğu yönündeki genel ilkeye verdiği öneme
işaret etmek istemektedir. Bu ilke
bireyin temel hakları arasında yer almaktadır.
Cezaevi sağlık bakım hizmetlerine yaptığı ziyaretlerde
CPT'yi yönlendiren konular, aşağıdaki başlıklar altında ele alınabilir:
a. Doktora erişim
b. Bakımda eşitlik
c. Hastanın onayı ve gizlilik
d. Önleyici sağlık hizmetleri
e. İnsani yardım
f. Mesleki bağımsızlık
g. Mesleki yetkinlik
Özgürlüğünden
Mahrum Edilen Çocuklar
CPT, 3. Genel Rapor’da cezaevlerindeki sağlık hizmetleri
konusunu ele alırken, çalışmalarını yönlendiren bazı genel kriterleri (doktora
erişim; bakımda eşdeğerlik; hasta onayı ve gizlilik; önleyici sağlık
hizmetleri; mesleki bağımsızlık ve mesleki yeterlilik) belirlemiştir. Bu kriterler, çocuklar için gözaltı
merkezlerinde de aynı düzeyde geçerlidir.
CPT, doğal olarak özgürlüğünden mahrum çocukların özel tıbbi
ihtiyaçlarına özellikle dikkat etmektedir.
Çocuklara sunulan sağlık hizmetinin, birden fazla disiplini
bir araya getiren bir bakım programının temel bir parçası olması çok
önemlidir. Bu, kurumun sağlık hizmeti
ekibi (doktorlar, hemşireler, psikologlar, vs.) ile mahkumlarla düzenli teması
olan diğer uzmanların (sosyal hizmet uzmanları ve öğretmenler dahil)
çalışmalarını yakın işbirliği içinde yürütmesi anlamına gelmektedir. Amaç, özgürlüğünden mahrum çocuklara verilen
sağlık hizmetlerinin sorunsuz bir destek ve terapi sisteminin parçası olmasını
sağlamaktır.
Gözaltı merkezi bakım programının içeriğinin yazılı olarak
belirlenmesi ve söz konusu programa katılan bütün personele verilmesi de tercih
edilen bir uygulamadır. Özgürlüğünden mahrum edilen bütün çocuklar, gözaltı
merkezine alınır alınmaz mümkün olan en kısa süre içinde bir tıp doktoruyla
uygun biçimde görüşmeli ve tıbbi muayeneden geçmelidir; istisnai durumlar dışında, görüşme/muayene
söz konusu kişinin merkeze alındığı gün yapılmalıdır. Ancak yeni gelen bir çocuğun, sağlık
hizmetleriyle temasını sağlayan ilk kişi, bir doktorun altında çalışan, gerekli
niteliklere sahip bir hemşire de olabilir.
Merkeze gelişte yapılan bu tür sağlık taramaları, olası
sağlık sorunu (örneğin uyuşturucu kullanımı, intihar eğilimi) olan gençlerin
kurumun sağlık hizmetleri bölümü tarafından belirlenmesini sağlar. Bu tür sorunların yeterince erken bir aşamada
belirlenmesi, söz konusu tesisin tıbbi, psikolojik ve sosyal bakım programı
çerçevesinde etkin önleyici adımların atılmasını mümkün kılar.
Ayrıca özgürlüğünden mahrum bütün çocukların, (disiplin
amaçlı kısıtlamalar dahil) uygulanan program ne olursa olsun, bir doktorla özel
görüşme yapma özgürlüğüne her zaman sahip olması gerektiği açıktır. Ayrıca diş hekimliği dahil çeşitli tıbbi
uzmanlıklara erişim imkanı de temin edilmelidir.
Herhangi bir gözaltı yerinde sunulan sağlık hizmetleri,
sadece hastaların tedavi edilmesiyle sınırlı olmamalıdır; ayrıca toplumsal ve önleyici tıp uygulamaları
da bu sorumluluk alanına girmektedir.
CPT, bu bağlamda özellikle özgürlüğünden mahrum çocuklarla ilgili iki
konuya, yani mahkumların beslenmesi ve sağlık konusunda eğitim verilmesi
konularına dikkat çekmektedir.
Sağlık görevlileri, mahkumlara verilen yiyeceklerin
kalitesini izleme konusunda aktif bir rol oynamalıdır. Bu konu, özellikle gelişmelerini tamamlamamış
olabilecek çocuklar açısından önemlidir.
Bu tür çocuklarda, yetersiz beslenmenin sonuçları, gelişimini tamamlamış
olanlara kıyasla çok daha hızlı bir biçimde ortaya çıkabilir ve çok daha ciddi
olabilir.
Ayrıca özgürlüğünden mahrum çocukların, özellikle (alkol
dahil) uyuşturucu ve seks konusunda genellikle riskli davranışlarda bulunma
eğilimi olduğu genel kabul görmektedir.
Bunun sonucu, gençlere yönelik sağlık eğitimi verilmesi, önleyici sağlık
programının önemli bir unsurudur. Bu tür
programlarda özel olarak uyuşturucu kullanımının riskleri ve bulaşıcı
hastalıklar konusunda bilgi verilmelidir.
Komite, özgürlüğünden mahrum kadınların ihtiyaçlarının
erkeklerinkinden önemli ölçüde farklı olduğuna, hijyen ve sağlıkla ilgili
konulara da dikkat çekmek istemektedir.
Kadınlara özel hijyen ihtiyaçları da uygun biçimde ele
alınmalıdır. Temizlik ve banyo
imkanlarına kolay erişim, kan lekeli giysilerin güvenli bir biçimde atılmasının
yanı sıra, kadın bağı ve tampon gibi hijyenik eşyaların sağlanması da özellikle
önemlidir. Bu tür temel ihtiyaçların
karşılanmaması aşağılayıcı davranış olabilir.
Özgürlüğünden mahrum kişilere sunulan sağlık hizmetlerinin,
toplumdaki hastalara sunulan hizmetlerle eşdeğer standartlara sahip olması da
şarttır.
Özgürlüğünden mahrum kadınlar söz konusu olduğunda, bakımda
eşdeğerlik prensibine uymak, jinekoloji dahil kadınlara ait sağlık sorunları
hakkında eğitim almış doktor ve hemşirelerin sağlık hizmeti sunmasını sağlamayı
gerektirir.
Ayrıca meme ve rahim kanseri taramaları gibi kadınlara özel
konularda önleyici sağlık hizmetleri toplumda sunulduğu oranda özgürlüğünden
mahrum kadınlara da sunulmalıdır.
Bakımda eşdeğerlik, toplumda olduğu gibi gözaltı yerlerinde
de kadınların vücudunun bütünlüğüne saygı duyulması hakkına sahip olması
anlamına gelmektedir. “Ertesi sabah
alınan hap” ve/veya gebeliğin ileri aşamalarında kürtaj için kullanılan diğer
imkanlar özgür kadınlara sunulduğu oranda, özgürlüğünden mahrum kadınlara da
aynı şartlar altında sunulmalıdır.
Prensip olarak, hapsedilmeden önce belirli bir tedaviye
başlamış mahkumlar, söz konusu tedaviyi cezaevinde de devam
ettirebilmelidir. Bu bağlamda, gözaltı
yerlerinde kadınlar için gerekli olan özel ilaçları yeterli miktarda bulundurmak
için çaba harcanmalıdır.
Doğum kontrol hapı konusuna gelince, bu ilacın gebeliği
önleme dışındaki tıbbi nedenlerle (örneğin ağrılı regli rahatlatmak için) de
hastalara verilebileceği unutulmamalıdır.
Bir kadının hapsedilmesinin, bu dönemde hamile kalma olasılığını önemli
ölçüde azaltması, söz konusu ilacı vermemek için yeterli neden değildir.
5.4.5.1.
Türkiye’de
Durum
5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun
İnfazda temel ilke
MADDE 2.- (1) ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar
hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefi
inanç, milli veya sosyal köken ve siyasi veya diğer fikir yahut düşünceleri ile
ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve
hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır.
(2)
Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı
ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.
Hapis Cezaları ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazında Gözetilecek İlkeler
MADDE
6.- (1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere
dayalı olarak düzenlenir:
b)Ceza İnfaz
kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti
bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının
korunmasını sağlayan maddi ve manevi koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin,
Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu
Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.
c) Cezanın infazında hükümlünün
iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün
kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak
üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunilik ve hukuka uygunluk
ilkeleri esas alınır.
d) İyileştirmeye gereksinimleri
olmadığı saptanan hükümlülere ilişkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin
kişilikleriyle orantılı bireyselleştirilmiş programlara yer verilmesine özen
gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde düzenlenir.
f) Ceza infaz kurumlarında
hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her
türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.
MADDE 16.- (1) Akıl hastalığına
tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye
kadar Türk Ceza Kanununun 57 enci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma
ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş
sayılır.
(2) Diğer hastalıklarda cezanın
infazına, resmi sağlık kuruluşlarının mahkumlara ayrılan bölümlerinde devam
olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkumun hayatı için
kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkumun cezasının infazı iyileşinceye kadar
geri bırakılır.
(3) Yukarıdaki fıkralarda
belirtilen geri bırakma kararı, Adli Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet
Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca
düzenlenip Adli Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer
Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkumun tabi olacağı
yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ
edilir. Mahkumun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal
temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkumun
sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun
istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet
Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı
takdirde üçer aylık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak
incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren
Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar
verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine,
mahkumun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk
makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı
hareket edilmesi halinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet
Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hakimliğine başvurulabilir.
(4) Hapis cezasının infazı, gebe
olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar
hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka birine verilmiş
olursa, doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur.
MADDE 17.- (1) Üç yıl ve daha az
süreli hapis cezalarının derhal infazının, hükümlü veya ailesi için
mahkumiyetin amacı dışında ağır bir zarara neden olacağı anlaşılırsa,
hükümlünün istemi üzerine infazı Cumhuriyet Başsavcılığınca ertelenebilir.
Erteleme süresi altı ayı geçemez.
(2) Üç yıl ve daha az süreli
hapis cezaları; hükümlünün yüksek öğrenimini bitirebilmesi, ana, baba, eş veya
çocuklarının ölümü veya adı geçenlerin sürekli hastalık veya malullükleri
nedeniyle ailenin tarım topraklarının işlenebilmesinin olanaksız hale gelmesi
veya hükümlünün hastalığının sürekli bir tedaviyi gerektirmesi gibi zorunlu ve
çok ivedi hallerde, Cumhuriyet Başsavcılığınca altı ayı geçmeyen sürelerle ara
verilerek infaz edilebilir. Ancak bu ara verme iki defadan fazla olamaz.
(3) Erteleme isteminin kabulü,
güvence gösterilmesine veya diğer bir koşula bağlanabilir
Hükümlünün Yükümlülükleri
Cezayı çekme, güvenlik ve iyileştirme programına uyma
MADDE 26.- (1)
Hükümlü, hapis cezasının yerine getirilmesine katlanma ve bu amaçla düzenlenen infaz
rejimine uygun tutum ve davranışlar içinde bulunmakla yükümlüdür
Sağlığın korunması kurallarına uyma
MADDE 27.- (1)
Hükümlü, sağlığının korunması ve salgın hastalıkların önlenmesi için gerekli ve
alınmış tedbirlere uymak, kişi sağlığı için tehlike doğuran durumları
gecikmeksizin kurum yönetimine bildirmek, kendi ve içinde yaşadığı ortamın
temizliğine uygun davranışlar göstermek zorundadır.
(2) Hükümlü, hem kendi, hem de
diğer hükümlülerin sağlığını tehlikeye düşürebilecek eylemlerden kaçınmakla
yükümlüdür.
Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri
MADDE 71.- (1)
Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene
ve tedavi olanaklarından, tıbbi araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun
için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması halinde Devlet veya
üniversite hastanelerinin mahkum koğuşlarında tedavi ettirilir.
Hükümlünün beslenmesi
MADDE 72.- (1)
Hükümlüye Adalet ve Sağlık bakanlıklarınca birlikte belirlenecek kalori esasına
göre, sağlıklı ve güçlü kalması için nitelik ve nicelik olarak besleyici,
sağlık koşullarına uygun, makul çeşitlilikte, yaş, sağlık, çalıştığı işin
özelliği, dini ve kültürel gerekleri göz önünde tutularak besin verilir ve içme
suyu sağlanır.
(2) Hükümlü, kendisine verilen
günlük besin ve ihtiyaç maddeleri dışındaki ihtiyaçlarını kurum kantininden
sağlayabilir. Kantini bulunmayan kurumlarda, bu maddeler, idarenin izin ve
kontrolü altında dışardan sağlanabilir.
(3) Hasta hükümlüye, kurum
hekiminin belirleyeceği besinler verilir.
(4) Kurumda annesiyle birlikte
kalan çocuklara ve süt emziren annelere durumlarına uygun gıda verilir.
Sağlığın Korunması ve Tıbbi Müdahaleler
Hükümlünün muayene ve tedavisi
MADDE 78.- (1)
Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene
ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle
yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve
dosyasında saklanır.
(2) Sağlık Bakanlığı ve Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile üniversitelerin sağlık kuruluşları, hükümlülerin
tedavileri bakımından gerekli yardımları yapmakla görevlidirler.
(3) Rızası olsa bile hiçbir
hükümlü üzerinde tıbbi deney yapılamaz.
Sağlık denetimi
MADDE 79.- (1)
Kurum hekimi, kurumu ayda en az bir kez denetleyerek genel ve özel önlem
alınması gereken hastalıklar ile kurumda sağlık koşulları yönünden alınması
gereken önerileri içeren bir rapor düzenler ve kurum yönetimine verir.
Hastaneye sevk
MADDE 80.- (1)
Hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum
hekimi tarafından derhal bir raporla ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir.
İnfazı engelleyecek hastalık hali
MADDE 81.- (1)
Kurum hekimi veya görevli hekim tarafından yapılan muayene ve incelemeler
sonucunda hükümlünün cezasını yerine getirmesine engel olabilecek hastalığı
saptanırsa durum, kurum yönetimine bildirilir.
Hükümlünün kendisine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmesi
MADDE 82.- (1)
Hükümlüler, hangi nedenle olursa olsun, kendilerine verilen yiyecek ve
içecekleri sürekli olarak reddettikleri takdirde; bu hareketlerinin kötü
sonuçları ile bırakacağı bedensel ve ruhsal hasarlar konusunda ceza infaz kurumu
hekimince bilgilendirilirler. Psiko- sosyal hizmet birimince de bu
hareketlerinden vazgeçmeleri yolunda çalışmalar yapılır ve sonuç alınamaması
halinde, beslenmelerine kurum hekimince belirlenen rejime göre uygun ortamda
başlanır.
(2) Beslenmeyi reddederek açlık
grevi veya ölüm orucunda bulunan hükümlülerden, birinci fıkra gereğince alınan
tedbirlere ve yapılan çalışmalara rağmen hayati tehlikeye girdiği veya
bilincinin bozulduğu hekim tarafından belirlenenler hakkında, isteklerine
bakılmaksızın kurumda, olanak bulunmadığı takdirde derhal hastaneye kaldırılmak
suretiyle muayene ve teşhise yönelik tıbbi araştırma, tedavi ve beslenme gibi
tedbirler, sağlık ve hayatları için tehlike oluşturmamak şartıyla uygulanır.
(3) Yukarıda belirtilen haller
dışında, bir sağlık sorunu olup da muayene ve tedaviyi reddeden hükümlülerin
sağlık veya hayatlarının ciddi tehlike içinde olması veya ceza infaz kurumunda
bulunanların sağlık veya hayatları için tehlike oluşturan bir durumun varlığı
halinde de ikinci fıkra hükümleri uygulanır.
(4) Bu maddede öngörülen
tedbirler, kurum hekiminin tavsiye ve yönetimi altında uygulanır. Ancak, kurum
hekiminin zamanında müdahale edememesi veya gecikmesi hükümlü için hayati
tehlike doğurabilecek ise, bu tedbirlere ikinci fıkrada belirtilen şartlar
aranmaksızın başvurulur.
(5) Bu madde uyarınca
hükümlülerin sağlıklarının korunması ve tedavilerine yönelik zorlayıcı
tedbirler, onur kırıcı nitelikte olmamak şartıyla uygulanır.
Hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesi
MADDE 100.- (1)
Cezanın infazına başlandıktan sonra hastalık nedeniyle hükümlünün ceza infaz kurumundan
hastaneye kaldırılması halinde burada geçirdiği süre, cezadan indirilir.
(2) Ancak, cezanın infazını
durdurmak için hükümlü, hastalığına kasten neden olmuşsa bu hükümden
yararlanamaz. Bu halde Cumhuriyet savcısı mahkemeden bir karar verilmesini
ister.
5.5.
REHBER 5: AYRIMCILIK
KARŞITI VE KORUYUCU YASALAR
Devletler incinebilir grupları, HIV/AIDS’le
yaşayan ve engelli bireyleri özel ve kamu sektöründe ayrımcılıktan koruyacak
yasaları yürürlüğe koymalı, varolan ayrımcılık karşıtı ve koruyucu yasaları
güçlendirmelidir. Bilimsel araştırmalarda özerklik, gizlilik ve diğer etik
ilkelerin uygulanması sağlanmalıdır. Ayrımcılığa uğrayan gruplara eğitim
olanakları sunulmalı, uzlaşma yolları araştırılmalı, sorunlarına idari çözümler
bulunmalıdır.
(a) Ayrımcılığa karşı
hazırlanmış olan genel yasalar, HIV enfeksiyonuyla ilgili herhangi bir belirti
göstermeden yaşayan, AIDS ile hayatını sürdüren, ve bir de HIV veya AIDS
konularında kendilerinden yalnızca şüphelenilen kişilerin korunabilmeleri
yönünde tasarlanmalı veya yeniden düzenlenmelidirler. Ayrıca bu gibi yasalar, maruz
kaldıkları ayrımcılık davranışlarından ötürü HIV/AIDS konusunda daha da
hassaslaşan grupları da korumalıdır. Maluliyet yasaları, HIV ve AIDS için
tanımlanan iş görememezlik durumlarını da kapsayacak şekilde tasarlanmalı veya
yeniden düzenlenmelidirler. Bu gibi bir kanun tasarısı, şu hususları
içermelidir:
(i) Güvence
altına alınan sahalar, bakım, sosyal güvence, ihtiyaç sahiplerine yardım,
istihdam, eğitim, sportif faaliyetler, konaklama, dernekler, sendikalar,
elemanların kalifiye hale getirilmesi, ulaştırma ve diğer hizmetlere erişimi de
içeren bir biçimde, mümkün olduğunca geniş tutulmalıdırlar;
(ii) HIV’in
ayrımcılık davranışının çeşitli sebeplerinden yalnızca bir tanesi olduğu
vakalar da, tıpkı doğrudan veya dolaylı yoldan maruz kalınan ayrımcılık vakalarında
olduğu güvence altına alınmalıdır, ve ayrıca HIV’in kötülenmesini yasaklamak
seçeneği de göz önünde bulundurulmalıdır;
(iii)
Davacının ölümcül derecede hasta olması durumunda davanın hızlı bir takibe
alınmasını içeren, tazminat arayışındaki bağımsız, hızlı ve etkin pozisyondaki
yasal ve/veya idari prosedürler, poliçe ve prosedürlerdeki sistemik ayrımcılık
vakalarının tespitine yönelik araştırma yetkisi, davaların kamu yararına
çalışan kurumların HIV ile yaşayan insanlar adına davalar açabilmesini de
mümkün kılacak şekilde, takma ad kullanılarak yürütülmesine ve temsili
şikayetlere imkan tanınması olanağı;
(iv)
Emeklilik hakkı ve hayat sigortasından muaf tutulma durumları yalnızca kabul
edilebilir hakikatlere dayandırılmalıdır, bu sayede HIV’e, diğer benzer tıbbi
durumlardan farklı şekilde muamele edilmemiş olur.
(b) Toplumdaki çeşitli
grupların sahip oldukları pozisyonlara ve maruz kaldıkları muamelelere etki
eden geleneksel ve alışılagelmiş kanunlar, ayrımcılık karşıtı yasaların
ışığında tekrar gözden geçirilmelidirler. Bu gibi kanunların suiistimali söz
konusu olduğunda, eğer gerekliyse, bazı kanunların yürürlükten kaldırılmasına
imkan tanınmalıdır, ve bilgilendirme, eğitim ve toplumsal örgütlenme
kampanyaları da, bu kanunları ve onlara bağlı olarak gelişen davranış
biçimlerini değiştirme konusuna yönlendirilmelidirler.
(c) Genel anlamda mahremiyet ve
kişisel gizlilik yasaları tasarlanmalıdır. Bireylere ait HIV ile alakalı
bilgiler, korunması mecburi olan kişisel/tıbbi veri konusunun tanımına dahil
edilmelidir, ve bireylerin HIV ile bağlantısı bulunan bilgilerinin izinsiz bir
biçimde kullanılması ve/veya duyurulması yasaklanmalıdır. Kişisel gizlilik
hakkında tasarlanan yasalar, bir bireyin kendi kayıtlarını inceleyebilmesine,
ve bu bilgilerin doğru, anlamlı, eksiksiz ve güncel olduklarının
garantilenebilmesi amacıyla istendiğinde düzeltme talebinde bulunabilmesine
olanak tanımalıdır. Mahremiyet ile ilgili hak ihlallerinin telafisi için
bağımsız bir kurum görevlendirilmelidir. Meslek gruplarından insanların
mahremiyet konusunda gerçekleştirebilecekleri hak ihlalleri konusunda görülecek
olan cezalandırma davalarının hükümleri, aşağıda belirtildiği gibi, idari
yasalar çerçevesinde mesleki yetkinin kötüye kullanılması başlığı altında
hazırlanmalıdır. Basın aracılığıyla kişisel gizlilik haklarına sebepsiz yere
saldırılması durumunda, gazetecilik de yasaların meslek gruplarını ilgilendiren
bileşenlerine dahil edilmelidir. HIV ile yaşayan insanlara, bu konuyla ilgili
bilgilerinin ortaya sürülmesi durumunda, kimliklerinin ve gizliliklerinin yasal
işlemlere dayalı olarak korunması talebinde bulunabilme izni verilmiş
olmalıdır.
(d) Yasalar, mevzuatlar ve
toplu sözleşmeler, çalışanların işyerlerindeki aşağıda sıralanmış olan
haklarını güvence altına alacak şekilde tasarlanmış veya o seviyeye çekilmiş
olmalıdır:
(i) HIV
hakkında uygulanan ulusal bir politika ve üç taraflı (işçi-işveren-devlet) anlaşmalara mutabık kalabilen bir işyeri;
(ii)
Çalışanların HIV taramasından geçirilmesi konusunda bağımsızlık, teşvik, eğitim
ve avantajlar sunulması;
(iii) HIV
hakkındaki pozisyonlarını da içermek suretiyle, çalışanlara ait olan tüm tıbbi
bilgilerin gizli kabul edilmesi;
(iv) HIV ile
yaşayan çalışanlara, artık daha fazla çalışamayacak duruma gelinceye dek, makul
pozisyon değişikliklerini de kapsayacak biçimde istihdam güvencesi sağlanması;
(v) Uygun biçimde
donatılmış ilk yardım çantaları ve ilk yardım konusunda tanımlanmış deneme
uygulamaları
(vi) HIV ile
yaşayan çalışanların, sosyal güvence ve diğer menfaatlerinin, hayat sigortası,
emekli maaşı, sağlık sigortası, işine son verilmesi ve ölüm durumlarında elde
edecekleri hakları da içerecek şekilde korunması;
(vii)
İşyerinden veya yakınlarından erişilebilir vaziyetteki uygun sağlık bakım
hizmeti;
(viii)
İşyeri çalışanlarına ücretsiz olarak sunulan uygun kondom temini;
(ix)
İşyerinde HIV ve AIDS konularında verilecek olan kararlar hakkında çalışanlara
da söz hakkı verilmesi;
(x) HIV
hakkındaki bilgi ve eğitim programlarının yanısıra, ilgili danışmanlık ve uygun
yönlendirme hizmetlerine erişim;
(xi) İş
arkadaşları, sendikalar, işverenler ve müşteriler tarafından sergilenebilecek
damgalama ve ayrımcılık eylemlerine karşı korunma;
(xii)
Çalışanlara mesleki yollarla HIV bulaşması (örneğin, iğne batması sonucu
meydana gelen yaralanmalar), bu tür olayların yaşanmasından hemen sonraki zaman
diliminin hastalığın henüz kendini belli edemediği bir evre olarak kabul
edilmesine dayanılarak, test yaptırılması, danışmanlık ve gizlilik haklarının
korunması konularıyla ilgili olan tazminatlar hakkında, kanun tasarılarına
yapılacak uygun eklemeler
(e) İnsanların, HIV ile alakası
bulunanları da kapsayan bir takım araştırmalara katılımlarını, yasal ve etik
açıdan müdafaa edecek olan koruyucu yasalar, şu hususlarla ilişkili olarak
tasarlanmalı veya sağlamlaştırılmalıdır:
(i)
Katılımcıların ayrımcılık gözetilmeyerek seçilmesi, örneğin, kadınlar,
çocuklar, azınlıklar;
(ii)
Katılımcıların, araştırmaya katılmayı kabul ederken, çalışmalar esnasında
karşılaşabilecekleri riskler hakkında önceden bilgilendirilmiş olmaları;
(iii)
Kişisel bilgilerin gizliliğinin sağlanması;
(iv)
Çalışmalardan elde edilen bilgi ve kazanımlara eşit ölçüde erişim hakkı;
(v) Katılım
esnasında ve sonrasında sağlanacak olan danışmanlık, ayrımcılıktan korunma,
sağlık ve destek hizmetleri;
(vi)
Bağımsız ve etik olarak sürdürülen bir denetimin garantisi için, araştırma
projesinden etkilenen toplumsal kesimlerin diğer üyelerinin de katılımı
sağlanarak, yerel ve/veya ulusal teftiş komiteleriyle bağlantıya geçilmesi;
(vii)
Güvenli ve etkili ilaçların, aşıların ve tıbbi gereçlerin kullanımına dair
onay;
(f) Ayrımcılık karşıtı ve
koruyucu yasalar, kadınların HIV enfeksiyonu, ve HIV ile AIDS’in yıkıcı
etkileri karşısındaki savunmasızlıklarının şiddetini azaltabilmek için, HIV
bağlamında maruz bırakıldıkları insan hakları ihlallerinin miktarını en aza
indirgeyecek biçimde tasarlanmalıdır. Daha da önemlisi, yasalar, mülk
edinebilme ve miras bırakabilme, sözleşme imzalayabilme ve evlilik
gerçekleştirebilme, kredi ve finansman edinebilme, ayrılık veya boşanma gibi
eylemlerde ilk adımı atabilme, ayrılık veya boşanma durumunda mal varlıklarının
eşit olarak paylaştırılması, ve çocukların velayetini elinde bulundurabilme
haklarıyla ilgili ayrımcılık çerçevesinde gelişen kısıtlamaların ortadan
kaldırılabilmesi için, kadınlara mülkiyet ve evlilikle ilgili münasebetleri ve
istihdama erişim ile ekonomik olanaklar bakımından eşit davranıldığının
garantilenebilmesi amacıyla yeniden incelenmeli ve geliştirilmelidirler. Ayrıca
yasalar, kadınların üreme ve cinsel haklarının güvenceye alınması konusunda,
üreme sağlığı ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar hakkındaki bilgi ve hizmetler
ile güvenli ve yasalara uygun olarak kürtaj yaptırabilmeyi de içeren doğum
kontrol yöntemlerine bağımsız erişim hakkının yanısıra, doğacak çocuk sayısı
ile doğumlar arasında geçecek olan süreye, cinsel ilişkinin korunarak
gerçekleştirilmesini talep edebilme, evlilik sırasında meydana gelebilecek
tecavüz vakalarına yönelik yasal hükümleri de içerecek biçimde, evlilik içinde
veya dışında gelişen cinsel şiddete karşı korunma talebinde bulunma gibi
konularda karar alabilme haklarını da kapsayacak şekilde de tasarlanmalıdırlar.
Erkeklere ve kadınlara evlenebilmeleri için belirlenmiş olan yaş sınırları
birbirleriyle tutarlılık göstermelidir, ve kadınlar ve kızların evlenmeyi ve
cinsel ilişkiye girmeyi reddetme hakları, yasalar tarafından korunuyor
olmalıdır. Velayet, bakımını üstlenme ve evlat edinme işlemleriyle ilgili
kararlar alınırken, çocuğun veya ebeveynlerin HIV konusundaki pozisyonları, diğer
tıbbi özelliklerden hiçbir farklılık gözetilmeden ele alınmalıdır.
(g) Ayrımcılık karşıtı ve
koruyucu yasalar, çocukların HIV enfeksiyonu, ve HIV ile AIDS’in yıkıcı
etkileri karşısındaki savunmasızlıklarının şiddetini azaltabilmek için, HIV
bağlamında maruz bırakıldıkları insan hakları ihlallerinin miktarını en aza
indirgeyecek biçimde tasarlanmalıdır. Bu gibi yasalar, çocukların HIV ile
ilgili bilgilere, eğitime, ve okul içi ve okul dışındaki önlem alma
yöntemlerine erişimini sağlamalı, bu sayılan sırayla; öncelikle zeka gelişimine
bağlı olarak çocuğun kendisinin, veya ebeveynlerinin ya da tayin edilen
velisinin izniyle gönüllü olarak test yaptırması işlemlerini yönetmeli,
özellikle çocukların AIDS tarafından öksüz bırakılmış olması durumlarında onları
kendi istekleri dışında test yaptırmaya zorlanmaktan korumalı, ve miras
edinebilme ve/veya yardımda bulunma konularını da kapsayacak şekilde, öksüz
olmak bağlamındaki diğer koruma hizmetlerini de sağlamalıdır. Ayrıca
hazırlanacak olan bu yasalar cinsel anlamda suistimale uğrayan çocukları da
koruma altına almalı, eğer tacize uğranmışsa, rehabilitasyonunu sağlamalı ve
onların, cezalandırılması gereken bir eylemi gerçekleştiren kişiler olarak
değil de, yanlış davranışlar yüzünden mağduriyete uğramış bireyler olarak
değerlendirileceğini de garanti edebilmelidir. Ayrıca çocukların, maluliyet
bağlamındaki yasalar tarafından korunacaklarının da güvencesi verilmelidir.
(h) Ayrımcılık karşıtı ve
koruyucu yasalar, erkeklerle cinsel ilişki kuran erkeklerin HIV enfeksiyonu, ve
HIV ile AIDS’in yıkıcı etkileri karşısındaki savunmasızlıklarının şiddetini
azaltabilmek için, HIV bağlamında maruz bırakıldıkları insan hakları
ihlallerinin miktarını en aza indirgeyecek biçimde tasarlanmalıdır. Bu önlemler
hemcinsleriyle cinsel ilişkiye girenlerin kötülenmesi karşısında uygulanacak
olan cezai işlemleri, eşcinsel evliliklerinin ve/veya birlikteliklerinin
yasalar önünde tanınmasını ve bu tür birlikteliklerin uygun mülkiyet, boşanma
ve veraset hükümleriyle yürütülmesini de içermelidir. Cinsel eğilimleri karşı
cinse yönelik olan bireylerle, hemcinslerine yönelik olan bireylerin, cinsel
ilişkiye girebilmeleri ve evlenebilmeleri için belirlenmiş olan yaş sınırları
birbirleriyle tutarlılık göstermelidir. Erkeklerle cinsel ilişki kuran erkeklere
saldırı mahiyetindeki yasalar ve polis uygulamaları, bu gibi durumlarda uygun
yasal korumanın sağlandığını garanti edebilmek amacıyla yeniden incelenmelidir.
(i) Hassas
gruplara HIV bağlamında getirilen hareket ve örgütlenme kısıtlamaları için konan
yasalar ve düzenlemeler, hem kanunen (meşrulaştırılmış olanlar) hem de kanuni
yaptırımlar bakımından ortadan kaldırılmalıdırlar.
(j) Kamu
sağlığı, ceza ve ayrımcılık karşıtlığı hakkında tasarlanacak olan yasalar,
hassas grupları da içerecek biçimde, hedef gruplara yönelik uygulanan mecburi
HIV testlerini yasaklamalıdırlar.
5.5.1.
HIV/AIDS ve KADINLAR
1980’lerin başında HIV/AIDS salgını henüz
yeni başlarken, HIV pozitif erkek sayısı kadın sayısından çok daha fazlaydı.
Ancak o dönemden bu yana HIV pozitif kadın oranı sürekli biçimde
yükselmektedir. Bugün HIV pozitif insanların hemen hemen yarısını kadınlar ve
genç kızlar oluşturmaktadır. Salgının bu anlamda ‘feminizasyonu’ Sahra Güneyi
Afrika’da çok belirgindir. Bu bölgede HIV pozitif olanların yaklaşık yüzde 60’ı
kadın ya da kızdır; bölgede 15-24 yaş grubundaki nüfus alındığında, bu yaş
grubunda enfeksiyonlu kişilerin yüzde 75’ini gene kadınlar ve kızlar
oluşturmaktadır.
HIV/AIDS salgınının kadın
nüfusu daha fazla etkilemesinin ardındaki nedenler arasında yoksulluk ve
toplumsal cinsiyet eşitsizliği yer almaktadır. Ekonomik güçlüklerle daha ağır
biçimde karşı karşıya olan kadınlar ve kızlar, fuhuş ve kaçakçılık gibi yollara
daha kolay düşmekte, bu da onların en azından güvenli seks yapmalarını
önlemektedir. Ayrıca, kadınlar para, temel ihtiyaç maddeleri ve diğer temel
hizmetler karşılığında daha yaşlı ya da varlıklı kişilerle ilişkiye girmenin
cazibesine de kapılabilmektedirler. Bu anlamda ‘çıkar’ seksi HIV kapma riskini
daha da artırmaktadır.
HIV/AIDS’in en fazla
etkilediği bazı ülkelerde hayli yerleşik olan kadınlara karşı şiddet, ayrıca
cinsel konular ve HIV kapma gibi konuları perdeleyen sessizlik kültürünün
ardındaki sosyal tabular da kadınların ve kızların enfeksiyon kapma riskini
artırmaktadır. Ayrıca, kadınlar ve kızlar HIV enfeksiyonu kapmaya erkeklerden
daha yatkındırlar; çünkü, cinsel ilişki sırasında virüsün erkekten kadına geçme
olasılığı, kadından erkeğe geçme olasılığından iki kat daha yüksektir.
HIV/AIDS’in kadınlar
arasında görece daha hızla yayılması Sahra Güneyi Afrika’da çocukların
kimsesizlik biçimini de değiştirmiştir. Şimdi, AIDS yüzünden annesini yitiren
çocuk sayısı, gene aynı nedenle babasını yitiren çocuk sayısını aşmıştır. Sahra
Güneyi Afrika’da AIDS’den en fazla etkilenen ülkelerde anne ve/ya da babasını
yitiren çocuklar arasında annesini yitirenlerin oranı yüzde 60 iken bu oran
Asya, Latin Amerika ve Karayip bölgesinde yüzde 40’tır. Bir çocuğun annesini
yitirmesi ile babasını yitirme sinin yol açabileceği sonuçların hangi farklılıkları
gösterebileceği konusunda tam bir açıklık olmamakla birlikte, son dönemde
yapılan hanehalkı araştırmaları, Afrika’nın güneyindeki ülkelerde, baba çekip
başka bir yere gitme eğiliminde olduğundan annelerini yitiren çocukların
babalarını bu anlamda babalarını da yitirebildiklerini göstermektedir.
Kadınlar ve kızlar,
enfeksiyonlu kesimin çoğunluğunu oluşturmanın ötesinde salgının yükünü başka
yönlerden de ağır biçimde taşımaktadırlar. Birçok ülkede kadınlar aile
yaşamının sürdürücüleri ve bekçileridir. Aileden biri hastalandığında, bu
kişinin bakımını üstlenen kadındır. Bu yük, son derece kapsamlıdır ve yaşla da
ilgili değildir. Hasta yakınlara bakma ya da yitirilen geliri telafi etme
gereği duyulan ailelerde bunlar için okuldan ilk alınanlar kız çocuklar
olmaktadır. Böylece kızların eğitimi ağır bir darbe almakta, bunun ötesinde HIV/AIDS’in nasıl geçtiği,
bundan nasıl korunulabileceği gibi bilgilere ulaşmak da olanaksızlaşmaktadır. Kuşkusuz
bu enfeksiyon riskini de artırmaktadır. Yetişkin çocukları AIDS yüzünden
hastalandıklarında ya da öldüklerinde yükü üzerine alanlar arasında daha yaşlı
kadınlar da vardır. Salgın daha çok sayıda yaşama mal oldukça, geriye kalan
çocukların bakımını üstlenenler de bu yaşlı kadınlar olmaktadır.
Aile gelirini kazanan başlıca
kişi hastalandığında ya da öldüğünde, geriye kalanların daha azla yetinmeleri
gerekecektir. Ailenin yiyeceğini sağlamak ve barınacağı yeri gözetmek
genellikle kadınların işidir ve kadınlar kazandıkları sınırlı gelirle bunların
üstesinden gelemeyebilirler. Böylece, aralarından bazıları ‘çıkar’ seksine
yönelmekte, başkalarıyla ilişkiye girerek yiyecek ve diğer temel ihtiyaç
maddelerini sağlamaya çalışmaktadır. Kocalarını, babalarını ve erkek
kardeşlerini AIDS yüzünden yitiren kadınlar, özellikle de mülkiyet haklarının
baba tarafından devredildiği kültürlerde yaşayanlar, bu kez ailenin sahip
olduğu toprağı ve diğer varlıkları da yitirmektedir. Bazı durumlarda ise
kadınlar HIV taşıdıklarını kocalarına söylediklerinde bu haklardan yoksun
bırakılmaktadır.
Kadınlar, bunların dışında, HIV/AIDS’le ilgili
damgalanmalara da daha fazla maruz kalabilmektedir. HIV testi genellikle önce
kadınlara uygulanmakta, enfeksiyonun asıl kaynağı erkek olsa bile test
sonucunda kadınlar aileye, haneye ya da topluluğa bu hastalığı bulaştırdığı
için suçlanabilmektedir. HIV pozitif kadınlara karşı öç alıcı girişimlerde
bulunulduğundan, hastalığın aynı zamanda şiddeti körüklediğini gösteren
örnekler de artmaktadır. Böyle bir şiddete maruz kalma korkusu yüzünden bazı
kadınlar ve kızlar testlerden, eğer enfeksiyonlu iseler de tedaviden
kaçınmaktadırlar. Kadınlar arasında istihdam oranlarının düşüklüğü de,
enfeksiyon durumlarında kadınların sağlık sigortasından yararlanma ya da tedavi
masraflarını karşılama olanaklarının sınırlı olduğu anlamına gelmektedir.
AİDS’Lİ kadın sayısındaki
çarpıcı artışın başlıca nedenlerinden birinin toplumsal cinsiyet eşitsizliği
olduğu düşünüldüğünde, önleyici programlar hazırlanırken toplumsal cinsiyete
duyarlı yaklaşımlara başvurulması büyük önem taşımaktadır. Kadınların,
enfeksiyondan korunmalarını sağlayacak bilgi ve araçlara erişimlerinin
sağlanması gerekir. Önümüzdeki yıllarda gelişmekte olan ülkelerde
antiretroviral tedavi imkanlarına kavuşması beklenen milyonlarca kişinin en az
yarısının kadınlar olması gerekir. Toplulukların, kadınların enfeksiyon için
testi önündeki engelleri aşmaları, HIV pozitif çıkmaları halinde de şiddete
maruz bırakılmaları gibi sorunların üstesinden gelmesi zorunludur.(1)
HIV/AIDS'e Son Sözleşmesi
"Müslüman Toplumlarda
Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu"nun hazırladığı ve imzaya açtığı
bildiri Türkiye'deki kadın örgütlerinin de imzasına açılmıştır. (2)
"Dünyadaki Kadınlarla HIV/AIDS'e
Son Vermeye Yönelik Sözleşme" adını taşıyan bildiri de kız çocuklarının ve
kadınların insan haklarının güvence altına alınmamasının HIV/AIDS salgınını
tetiklediğine vurgu yapılıyor.
GİRİŞİMLER:
1-"Dünyadaki Kadınlarla HIV/AIDS'e Son Vermeye Yönelik Sözleşme"
·
Cinsel haklar ve doğurganlık hakları HIV/AIDS'e
ilişkin politikalarda, programlamada ve kaynak dağılımında ihmal edilen önemli
bir önceliktir.
·
Kız çocukların ve kadınların -cinsel baskı ve
şiddete maruz kalmaksızın özgürce yaşama hakkı ve sağlık haklarını da kapsayan-
insan haklarının güvenceye alınmaması salgını tetiklemektedir.
·
Hastalığa son vermek için, cinsel sağlık ve
doğurganlık sağlığı hizmetleri ve eğitimine evrensel ulaşımın sağlanması ve
cinsel ve doğurganlık haklarının korunması zorunludur.
·
Dünyanın her bölgesinde kadınlara HIV bulaşma
oranının arttığı ve bu artışın kadınlar ve kız çocuklarında erkeklerden daha
yüksek olduğu bir gerçektir.
·
Kadınlar, özellikle de genç kadınlar ve kız
çocuklar, haklarının ihlali ve ihmali, cinsiyet eşitsizliği, toplumsal,
kültürel ve ekonomik etmenler, yaygın şiddet ve biyoloji yüzünden savunmasız
durumdalar.
·
Küresel salgına karşı çok-sektörlü tepkinin
merkezinde kız çocukların ve kadınların güçlendirilmesi yer almalı.
İmzaya açılan bildirideki
talepler cinsel haklar ve doğurganlık hakları açısından ele alınıyor.
Bildirideki talepler
Yüksek Risk"in Yeniden
Tanımlanması
Kadınların, özellikle de genç
kadınlar ve kız çocukların ciddi risk altında olduğunun kabul edilmesi, ve tüm
kadınların kapsamlı cinsel sağlık ve doğurganlık sağlığı hizmetlerinin bir
parçası olarak, gizli gönüllü danışmanlık ve test (VCT), tedavi ve destek
hakkının tanınması.
Karar Alma Mekanizmasının
Genişletilmesi
Kararların kadınların gerçekliğini
ve gereksinimini yansıtması için, HIV/AIDS'in bulaştığı ve tesir ettiği
kadınlar ile kadın sağlığı ve hakları savunucularının özellikle en yüksek
düzeylerdeki karar alma mekanizmalarına tam katılımının sağlanması.
Liderlik Uygulanması
Ayrımcılık ve cinsel şiddete
karşı politikalar ve yasalar geliştirmek de dâhil olmak üzere, kadınların
cinsel ve doğurganlık haklarını koruyarak, kadınlar için HIV/AIDS riskini ve
yükünü azaltan sözlere ve somut eylemlere öncelik verilmesi.
HIV'e yönelik fonlara yatırım
yapılması
HIV/AIDS için kapsamlı
kaynakların tahsis edilmesi, ve bunların, aşağıda belirtilen konuları da içine
alacak şekilde kadınları ve kız çocukları koruyan ve güçlendiren sağlık
hizmetleri ve eğitimi için kullanımının izlenmesi:
·
HIV/AIDS ve diğer cinsel yolla bulaşan
hastalıkları önleme, danışmanlık, test, bakım ve tedavi (ya da yönlendirme)
hizmetleri sunacak kapasitedeki kapsamlı cinsel sağlık ve doğurganlık sağlığı
hizmetlerinin tüm kadınlar için erişilebilir olması;
·
Erkek prezervatifi gibi, sübvanse edilen kadın
prezervatifine de evrensel erişim ile mikrobisidler ve kadının uyguladığı diğer
korunma teknolojilerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması;
·
Okula devam eden ve etmeyen tüm çocuklar ve
gençlerin tam ve doğru bilgi alması, ve cinsel ve doğurganlık hakları, cinsiyet
eşitliği ve beceri gelişimini teşvik eden kapsamlı cinsellik eğitimi.
HIV/AIDS Programlarının
Güçlendirilmesi
HIV/AIDS programlarıyla tüm
kadınların sağlığının ve haklarının korunması:
·
Test olmama seçimine destek de dâhil olmak
üzere, kadınların gizli gönüllü danışmanlık ve teste erişiminin ve durumun
açıklanmasından doğabilecek şiddet, damgalama ve ayrımcılığa karşı korunmasının
sağlanması;
·
Tüm kadınlar ve kız çocukların yaşları, sağlık
ve beslenme durumlarına uygun cinsel ve doğurganlık haklarını da içeren insan
haklarının bütünüyle korunmasıyla, AIDS ve fırsatçı enfeksiyonların tedavisine
adil ve sürdürülebilir erişiminin sağlanması; farklı yaşlara yönelik uygun
tedavi yöntemi araştırmalarının ve bunların geliştirilmesinin artırılması ve
yaş, cinsiyet ve bakımın sürekliliği açılarından tedaviye erişimin izlenmesi;
·
Kadınların haksız bakım yükünü azaltmak için
bakım ve desteğe ayrılmış olan fonların artırılması ve kullanılması.
"Müslüman Toplumlarda
Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu", Önleme, tedavi ve bakıma evrensel
erişim hedefine ulaşmak yolunda; kadınlar ve kız çocuklara ilişkin bu eylem
gündemini, HIV/AIDS'e ilişkin Sorumluluk Beyanatı'nın 2006 incelemesine dâhil
etmek, uluslararası topluluğun değerlendirmesi gereken önemli bir fırsat,
olduğuna dikkat çekiyor.(3)
2-BM Kadının Statüsü Komisyonu (KSK) 51. Dönem Toplantısı 26
Şubat-9 Mart 2007(4)
KSK 51.dönem toplantısında;
dört karar tasarısı kabul edilmiştir.
Bu tasarılardan biri
Türkiye’nin karara ortak sunucu olduğu Kadınlar ve kız çocukları ve HIV/AIDS
dir. Yine 50. Oturumunda kabul edilen;
HIV/AIDS kapsamında bakım
verilmesi de dahil olmak üzere sorumlulukların kadın ve erkek arasında eşit paylaşılması,
konusu da ana tema olarak belirlenmiştir.
Kadının Statüsü Komisyonu Elli Birinci Oturum Sonuç Belgesi
Komisyon, HIV pandemisinin
yaygınlaşması ve feminizasyonu (çoğunlukla kadınların bu hastalığa yakalanması)
hakkındaki ciddi durumu gösteren ve cinsiyet eşitsizliklerinin ve kadına ve kız
çocuklarına karşı her türlü şiddetin HIV/AIDS'e karşı savunmasızlıklarını
arttırdığını kabul eden Haziran 2006 HIV/AIDS Hakkındaki Siyasi Deklarasyon’u
memnuniyetle karşılar.
14-Komisyon, kız çocuklarına karşı her türlü ayrımcılık, istismar
ve şiddetle mücadelesinde hükümetlerin öncelikli sorumluluğunu dikkate alarak,
hükümetleri ve / veya Birleşmiş Milletler sisteminin ilgili fon, program, organ
ve özel kurumlarını sorumlu vekilleri ve girişimleri ile birlikte uluslararası
mali kurumları ve ilgili sivil toplum kuruluşları ve özel sektör de dahil bütün
ilgili sivil toplum aktörlerini, şunlara davet eder
Sağlık:
a.
Kız
çocuklarının, uygulanabilir en yüksek sağlık standartları ve sürdürülebilir
sağlık sistemleri ile sosyal hizmetlerden faydalanmalarını, bu tür sistemlere
ve hizmetlere ayrımcılığa uğramadan erişime sahip olmalarını temin etmek için
gerekli önlemlerin alınması; yeterli beslenme ve sağlık olanakları, bulaşıcı
hastalıklar, ergenlerin özel ihtiyaçları, yeme bozuklukları, cinsel sağlık ve
üreme sağlığı, doğum öncesi ve doğum sonrası bakım ve özellikle anneden çocuğa
geçen HIV'in önlenmesi konularında dikkat harcanması;
b.
Kız ve erkek
çocukları için insan ilişkileri, cinsel sağlık ve üreme sağlığı, HIV/AIDS de
dahil cinsel yolla bulaşan hastalıklar, erken hamileliğin önlenmesi konularının
ele alındığı, kız ve erkek çocuklarının eşit hakları ve sorumlulukları
olduğunun vurgulandığı, yaşlarına uygun kapsamlı bilgi, eğitim ve gizli
danışmanlığın erişebilir olmasının, bunların okul müfredatlarında da yer
almasının sağlanması;
HIV/AIDS
c.
2010 yılına kadar kapsamlı bir önleme, tedavi, bakım ve
desteğin evrensel boyutta erişimine önemli ölçüde ulaşma amacına hizmet eden
global çabanın bir parçası olarak; HIV/AIDS’ in önlenmesi, tedavisi bakım ve
desteğinin kapsamlı bir şekilde sağlanması için oluşturulan politika ve
programlarda, hamile kız çocukları, gençler ve ergen anneler de dahil olmak
üzere HIV/AIDS riski altında olan, virüs taşıyan veya HIV/AIDS’den etkilenmiş
olan kız çocuklarına, özel ihtimam ve destek verilmesinin sağlanması,
d.
İstenmeyen gebelik, HIV virüsü ve cinsel yolla bulaşan
diğer hastalıklardan kendilerini korunma yeteneklerini artırmaları için; ergen
kız çocuklarına ve genç kadınlara, cinsel sağlık ve üreme sağlığını da
kapsayacak şekilde, kendi cinselliklerini anlamaları/tanımalarına yardımcı
olacak gerekli bilginin sağlanması,
e.
Yetişkin erkeklerin ve erkek çocuklarının, HIV/AIDS’in
yayılmasında üreme, cinsellik ve çocuk yetiştirme ile ilgili meselelerde
kadınlar-erkekler ile kız-erkek çocukları arasındaki eşitliğin geliştirilmesi
konularındaki rol ve sorumluluklarını kabullenmeleri için eğitilmeleri;
f.
HIV/AIDS’in
feminizasyonunun temel ve altı çizilmesi gereken sebeplerinin belirtilmesi; ve
HIV/AIDS'e yakalanmış, HIV/AIDS’ten etkilenmiş kız çocuklarına destekleyici ve
topluma kazandırıcı çevrenin sağlanması için, uygun danışmanlık ve psikolojik
destek sağlayacak, okula kaydolmalarını ve sığınma evleri ile beslenme, sağlık
ve sosyal hizmetlere eşit erişimlerini temin edecek uygun tedbirlerin yanında
HIV taşıyıcılığı ve ya AIDS hastalığı sebebiyle damgalanmayı, ayrımcılığı,
şiddeti, sömürüyü ve su istimali azaltmaya yönelik etkili tedbirlerin alınması,
g.
Küresel HIV/AIDS salgını bağlamında, hane sorumluluğunu
üstlenen kız çocuklarının korunma, mali kaynaklara erişim, HIV/AIDS tedavisi de
dahil olmak üzere sağlık ve destek hizmetlerine erişim, ve eğitime devam etme
fırsatı gibi ihtiyaçlarının belirlenmesi ve bu ihtiyaçların karşılanması,
yetimlere ve korumasız çocuklara özel ilgi gösterilmesi; kadınların ve kız çocuklarının
kronik hastaların bakımı konusunda üstlendikleri eşitsiz yükü hafifletmek için
erkeklerin evde hasta bakımı konusundaki sorumluluklarının arttırılması;
h.
Önleme, tedavi, bakım ve desteğe erişimi engelleyen tüm
yasal, düzenleyici, ticari ve diğer engelleri ortadan kaldırmak için global
çabaları arttırmak; yeterli kaynakları tahsisi etmek,
i.
Antiretroviral ilaçların, özellikle ikinci nesil
ilaçların, kız çocuklarının erişimine uygun hale gelecek şekilde fiyatlarının
düşürülmesi için ikili ve özel sektör girişimleri ile devletlerin gönüllü
olarak sosyal kalkınmaya kaynak aktarımıyla ilgili yenilikçi finansman
mekanizmaları sağlamaları adına girişimlerinin- ki bunlara ilaçların gelişmekte
olan ülkelere makul fiyatlardan sürdürülebilir ve tahmin edilebilir bir temele
dayanarak sağlanması da dahil desteklenmesi;
3-B:M:GENEL
TAVSİYE NO:15 (9.Oturum,1990)
AIDS'ın kontrolü ve önlenmesi için ulusal stratejilerde kadınlara yönelik ayrımcılıktan kaçınmak
AIDS'ın kontrolü ve önlenmesi için ulusal stratejilerde kadınlara yönelik ayrımcılıktan kaçınmak
Kadınlara Yönelik Ayrımcılığa Karşı Komite,
AIDS hakkındaki global endişe ve bunun kadın hakları uygulamasındaki hakimiyetinin potansiyel etkileri hakkında dikkatine sunulan bilgiyi gözönüne alarak,
Dünya Sağlık Organizasyonu ve diğer Birleşmiş Milletler Organizasyonları, HIV'le ilgili kişi ve kuruluşlarca hazırlanan rapor ve dokümanlar, özellikle kadınlarda AIDS'ın yaygınlaşmasının kadınların statüsü üzerindeki sonuçları hakkında komisyon genel sekreterliği notu, 1989 yılı 26-28 Haziran'da toplanan İnsan Hakları ve Uluslararası Konsorsiyumu Final Dokümanı dikkate alınarak,
AIDS'li insanlar ve HIV enfeksiyonlu kişilerle ilgili ayrımcılıktan kaçınma hakkında1988 13 Mayıs tarihli Dünya Sağlık Asamblesi önergesi,1989 yılı 2 Mart tarihli, sağlık alanında ayrımcılığa karşı İnsan Hakları Komisyonu 1989/11 önergesi ve özellikle 1989 yılı 30 Kasım tarihli AIDS, Çocuklar ve Kadınlara ilişkin Paris Bildirgesi dikkate alınarak,
Dünya Sağlık Örgütü'nün 1 Aralık 1990 yılı Dünya AIDS gününün konusunu Kadın ve AIDS olarak ilan ettiğini dikkate alarak,
Şunu tavsiye eder;
AIDS hakkındaki global endişe ve bunun kadın hakları uygulamasındaki hakimiyetinin potansiyel etkileri hakkında dikkatine sunulan bilgiyi gözönüne alarak,
Dünya Sağlık Organizasyonu ve diğer Birleşmiş Milletler Organizasyonları, HIV'le ilgili kişi ve kuruluşlarca hazırlanan rapor ve dokümanlar, özellikle kadınlarda AIDS'ın yaygınlaşmasının kadınların statüsü üzerindeki sonuçları hakkında komisyon genel sekreterliği notu, 1989 yılı 26-28 Haziran'da toplanan İnsan Hakları ve Uluslararası Konsorsiyumu Final Dokümanı dikkate alınarak,
AIDS'li insanlar ve HIV enfeksiyonlu kişilerle ilgili ayrımcılıktan kaçınma hakkında1988 13 Mayıs tarihli Dünya Sağlık Asamblesi önergesi,1989 yılı 2 Mart tarihli, sağlık alanında ayrımcılığa karşı İnsan Hakları Komisyonu 1989/11 önergesi ve özellikle 1989 yılı 30 Kasım tarihli AIDS, Çocuklar ve Kadınlara ilişkin Paris Bildirgesi dikkate alınarak,
Dünya Sağlık Örgütü'nün 1 Aralık 1990 yılı Dünya AIDS gününün konusunu Kadın ve AIDS olarak ilan ettiğini dikkate alarak,
Şunu tavsiye eder;
a)Taraf devletlerin, özellikle kadınlar ve çocuklar ve AIDS'ın üzerlerindeki etkileri, HIV enfeksiyonu ve AIDS riski hakkında kamuoyunun farkındalığını arttıracak bilginin yaygınlaşmasında çabalarının yoğunlaşması,
b) AIDS'le mücadele programları
kadın ve çocukların hakları ve ihtiyaçlarına ve özellikle onları HIV
enfeksiyonuna açık hale getiren bazı toplumlarda kadını ikinci sınıf
pozisyonunu tekrar etmesiyle ilgili faktörlere özel dikkat gösterilmesi,
c) Taraf devletler kadınların
temel sağlık korumasına aktif katılımını sağlar ve HIV enfeksiyonunu önlemede,
sağlık çalışanları, eğitimciler gibi kadınların da rolünü geliştirecek önlemler
alır.
d) Tüm taraf devletler
raporlarında Anlaşmanın 12. Maddesi bağlamında kadınların içinde bulunduğu
durum üzerine AIDS'ın etkileri, hastalığa yakalanmış kadınların iaşe
ihtiyaçlarına ilişkin çalışmalar ve AIDS'li kadınlara yönelik açık ayrımcılığın
önlenmesi faaliyetleri hakkında bilgiye yer verirler(6)
5.5.2.
HIV/AIDS ve ÇOCUKLAR
Unicef ‘in "Dünya Çocuklarının Durumu 2002
raporunda" yer alan 2000 yılını esas alan verilere göre;· Tüm dünyada, 15
yaş altında tahminen 1.4 milyon çocuk HIVvirüsü taşımakta, kimi yörelerde,
kızlar arasındaki HIV enfeksiyon oranları erkeklere oranla 5 beş kat fazladır,
Salgının başlamasından bu yana, 15
yaşın altında 4.3 milyon çocuk AIDS yüzünden ölmüştür,
2003 yılının sonuna gelindiğinde
93 gelişmekte olan ülkede 0-17 yaşlarında 143 milyon öksüz bulunuyordu
(annelerini, babalarını ya da her ikisini birden herhangi bir nedenle
yitirenler). Yalnızca 2003 yılında 16 milyonu aşkın çocuk öksüz kalmıştır.
Tüm dünyada AIDS yüzünden öksüz
kalanların sayısı yalnızca iki yıl içinde (2001 - 2003)1.5 milyondan 15 milyona
çıkmıştır.
HIV/AIDS’in çocuklar
üzerindeki etkisi
AIDS çocukların haklarını ve
esenliklerini dinamitliyor
Salgının en acımasız sonuçları, bu
yüzden öksüz ve savunmasız kalan çocuk sayısındaki büyük artışta görülmektedir.
Milyonlarca çocuk anasız babasız büyümektedir. Daha milyonlarcası ise hasta ve
ölümün eşiğindeki yakınlarıyla yaşamaktadır. 2003 yılında dünyada 2.5 milyon
AIDS’li çocuk yaşamaktaydı.
AIDS çocuk yaşamını ve
gelişimini tehdit ediyor
Ana babaların AIDS nedeniyle
hastalanmaları ve ölmeleri bebekleri, çocukları ve ergenleri farklı biçimlerde
etkilemektedir. Kimsesiz kalan çocuklara bakım ve destek sağlamaya yönelik
çabalar bu ayrı dönemleri ve her birine özgü gereksinimleri dikkate almak
zorundadır.
Aile çocuğun istismar ve
sömürüden korunmasında ilk savunma hattıdır
HIV enfeksiyonu taşıyan ana
babaları yaşatmak için her tür çaba harcanmalı, çocuklarını koruyup onlara
bakabilmeleri için bu ana babalara gerekli destek sağlanmalıdır. Kimsesiz kalan
çocukların okula gidebilmelerinin; barınma, beslenme, sağlık ve diğer sosyal
hizmetlerden başka çocuklarla eşitlik temelinde yararlanabilmelerinin
sağlanması çok önemlidir.
HIV/AIDS Yüzünden
Kimsesiz ya da Güç Durumda Kalan Çocuklar
Çocukların HIV/AIDS’den
zarar görmeleri için kendilerinin bu hastalığa yakalanmış olmaları gerekmez. Bu
hastalık, ana babadan herhangi biri ya da her ikisine bulaşarak bir eve
girdiğinde, evdeki çocukların yaşamları alt üst olur.
İstatistikler gerçekten
çarpıcıdır: 2003 yılına gelindiğinde 18 yaşından küçük 15 milyon çocuk AIDS
yüzünden annesini, babasını ya da her ikisini birden yitirmişti. Bundan
yalnızca iki yıl önce ise sayı 11.5 milyondu.
Gerçekleşmeyen haklar çocukluğun
yitirilmesine yol açıyor
Ne kadar ürkütücü görünseler de,
aslında bu rakamlar HIV/AIDS’in
çocuklara nelere mal olduğunu, yaşamlarını nasıl olumsuz biçimde etkilediğini
tam yansıtmamaktadır. Örneğin, bu virüsün çocukların haklarını nasıl ellerinden
aldığını anlatmamaktadır
Doğumdan sonraki ilk yıllarda bir
annenin ya da bakacak bir kimsenin olmaması, çocuğun yeterli bakım, sanitasyon
ve beslenme gibi temel gereksinimlerinin karşılanmaması anlamına gelir. Bu
yoksunluk, çocukların yaşama haklarını tehdit eder. HIV/AIDS,
çocukları bir aile ortamında yaşama hakkından da yoksun bırakır. Oysa aile
ortamı, çocuğun olumlu bir kimlik geliştirmesi ve öz saygısını oluşturması
açısından çok önemlidir. Hastalık, çocukların kurumlara yerleştirilmesi,
sokaklarda yaşamak zorunda kalması ya da küçük yaşlarda çalışmaya başlaması
olasılıklarını da artırır.
Çocuklara bakan kişilerin ölümü, HIV/AIDS
yüzünden damgalanmayla eşleştiğinde çocuklara karşı ayrımcılık da devreye
girebilir ve böylece çocuklar bakım ve desteğe en fazla muhtaç oldukları bir
dönemde başkalarından yalıtık duruma düşebilirler. HIV/AIDS
yüzünden kimsesiz kalan ve güç duruma düşen çocuklar genellikle şiddete,
istismara ve sömürüye maruz kalmaktadırlar.
Üstelik, bu çocuklara yönelik birtakım
yanlış varsayımlar da gündemdedir; örneğin çocukların kendilerinin de
enfeksiyonlu olacağı gibi.
Büyükleri hastalandığında ya da
öldüğünde çocuğun eğitim hakkı da tehlikeye düşer. Çünkü bu durumda çocuklar
okullarından başka işlerle uğraşmak, geri kalan aile üyelerine bakmak için
yetişkin rolü üstlenmek zorunda kalacaklardır. Hastalığın aileler üzerindeki
etkisi, herhangi bir aile üyesi ölmeden önce de kendini göstermektedir. Çünkü,
bu hastalığa yakalanan bir yetişkinin işinde çalışması mümkün olmayabilmektedir.
Zimbabwe’nin doğusunda yapılan bir araştırmaya göre, hastalık yüzünden önemli
gelir ve sermaye kayıpları meydana gelmektedir. Tedavi ve sonunda cenaze
masrafları derken, bu ailelerin zaten sınırlı olan gelirleri büsbütün yetersiz
kalmaktadır. Gene aynı araştırmaya göre, hastalık yüzünden yapılan masraflar ve
uğranılan kayıplar ülkedeki ortalama kişi başına gelirin yarısına ulaşmaktadır.
Bu maddi sınırlılıklar nedeniyle, başta kızlar olmak üzere aileleri HIV/AIDS’den
etkilenen çok sayıda çocuk hasta yakınlarına bakmak için okullarını bırakmakta,
tehlikeli işlere yönelmekte ve çeşitli yönlerden sömürüye açık duruma
gelmektedir.
Ailelerine destek olmak için
çalışmak zorunda kalan çocuklar bu yüzden yalnızca eğitimlerinden değil,
dinlenme, eğlenme ve oyun oynama haklarından da yoksun kalmaktadırlar. Kendi
topluluklarındaki gündelik yaşama, dinsel ve kültürel etkinliklere ve sportif
faaliyetlere katılma böylece olanaksızlaşmaktadır. Bütün bu hakların
yitirilmesi ise, HIV/AIDS
yüzünden kimsesiz ya da güç durumda kalan çocukların aynı zamanda çocukluk
dönemlerini de yitirmeleri anlamına gelmektedir.
Giderek daha çok sayıda çocuk
hane reisliğini üstlenmek zorunda kalıyor
Çocukların ve ergenlerin hasta
büyüklerine ya da küçük kardeşlerine bakmak zorunda kaldıkları durumlara sıkça
rastlanmaktadır. Başında fiilen bir çocuğun yer aldığı hanelerin oranı henüz
azdır -- birçok ülkede yüzde 1’in altında -- Ancak, bu oran sorunun büyüklüğünü
gizlemektedir. Örneğin, bir ailenin başındaki yetişkin hastaysa, kağıt üzerinde
bu hasta kişi gene hanenin başında görünmesine karşın aileye bakma yükü fiilen
çocuklara geçmiş olabilir. Bunun gibi, çocukların bakımının büyük anneler ve
babalar tarafından üstlenildiği durumlarda da, bu çocuklar kaldıkları yerin
geçimi için çalışmak zorunda kalabilirler.
Bir evi idare etmek eğitimi
kaçınılmaz olarak aksatır
Bu işlerin yüklenilmesi, birçok
durumda çocukların okullarını bırakmalarıyla sonuçlanır. Eğitimi bırakmak ise,
çocukların kendileri ve aileleri için iyi bir gelecek kurma şanslarını
azalttığı gibi, onları HIV enfeksiyonundan nasıl korunulacağı, AIDS durumunda
nasıl bir tedavi gerektiği gibi çoğu kez yaşamsal önem taşıyabilen bilgilerden
de yoksun bırakır.
HIV/AIDS çocukları
haklarından yoksun bırakmakta ve çocuk yoksulluğunu daha da derinleştirmektedir
Anne ya da babasını yitiren
çocuğun yaşamı bu durumdan, duygusal esenlik, fiziksel güvenlik, zihinsel
gelişme ve genel anlamda sağlık dahil olmak üzere her yönüyle etkilenir.
Örneğin AIDS’in etkilediği bir ailede gıda tüketimi yüzde 40 kadar azalabilir
ve bu durum çocukların yetersiz beslenme ve gelişim yetersizliği risklerini
artırır.
Ülkelerce alınan önlemler:
2003 yılı sonunda salgının yaygın
olduğu ülkelerden yalnızca 17’sinde öksüz ve güç durumdaki çocukları kollamak
üzere izlenecek stratejileri belirleyen ve kaynak tahsisini buna göre yapan
ulusal politikalar uygulanmaktadır.
HIV / AIDS için Küresel Kampanya Hedefleri
·
Anneden çocuğuna HIV
geçmesinin önlenmesi
·
2010 yılına kadar,
kadınların yüzde 80’ine gereksinimlerine uygun hizmetlerin sağlanması
·
Pediatrik tedavi sağlanması
·
2010 yılına kadar,
antiretroviral tedavi veya cotrimaxole ya da her ikisine de gereksinim duyan
çocukların yüzde 80’ine bunların sağlanması
·
Ergenler ve gençler
arasındaki enfeksiyonların önlenmesi
·
2010 yılına kadar, tüm
dünyada HIV taşıyan genç nüfus oranının yüzde 25 azaltılması
·
HIV/AIDS’ten etkilenen
çocukların korunması ve desteklenmesi
·
2010 yılına kadar, en
muhtaç durumdaki çocukların yüzde 80’ine ulaşılması(4)
5.5.2.1.
Türkiye’de durum:
HIV (+) çocuk kavramı ülkemize çok
uzak görünürken, yakın zamanlardaki haberler çok yakınımızdan gelmeye başladı.
HIV (+) çocuklar vardı ve okula gitmeleri, oyun oynamaları, kısaca aramızda
yaşamaları gerekiyordu.
Kan transfüzyonu ile enfekte olmuş
çocuklar vardı ve ailelerinin yaşamış olduğu sosyal ve mali koşullar çocukların
da kaderi oldu. Bir vakada Sağlık Bakanlığı bulaş tarihinden on yıl sonra
tazminata mahkum edildi. Yargılamanın uzun sürmesi AİHM de dava konusu oldu.
Çocuk eğitim hayatına kayılmakta sorun yaşadı ve gazetecilerden korkar oldu.
Aile olarak HIV tanısı alanlar
işlerinden çıkarıldılar, anne ve çocuk tedavi alamadığı için kaybedildi.
HIV tanısı almış annenin doğum
sırasında ve sonrasında yaşamış olduğu ayrımcılıklar bebeğe de yansımakta ve
bebeğin yatağına kocaman bir pozitif yazısı ile bebek teşhir edilebilmektedir.
HIV(+) bir anne ya da babaya sahip
olmak hamilelik ve doğum sırasında HIV ile enfekte olma dışında da riskler taşımaktadır.
Doğum öncesi tedaviler HIV (+) doğan çocuk sayısını azaltsa da, yaşam süresini
uzatıp, kalitesini arttırsa da, ailelerinin hastalıkları ve ölümleri nedeniyle
HIV binlerce çocuk ve ergeni etkilemektedir. Kendileri HIV(+) olmayan ama
HIV(+) aileye sahip çocuklar bunun getirdiği toplumsal sorunların hepsini
onlarla birlikte göğüslemek zorunda kalmaktadır. Virüs taşımasalar bile,
aileleri nedeniyle HIV(+) çocukların yaşadığı soyutlamayı ve onun getirdiği
ruhsal sorunları yaşamak zorunda kalmaktadırlar.
Cinsel ilişki yaşının gittikçe küçüldüğü bir ülkede, ergenlerin yeterli cinsel bilgi donanımına sahip olamadıkları da düşünüldüğünde HIV/AIDS hastalığının bu grup içinde yayılım riskinin büyüklüğü anlaşılabilir. Aynı zamanda madde kullanımının da ergen grubundaki artış riski daha çok arttırmaktadır. Cinsel ilişki kurmanın yoğun ve kontrolsüz olduğu ergenlik döneminde AIDS hastalığının artması, yaygınlaşmayı arttıracaktır. Yapılan çalışmalar bu yaş grubunun sonuçları birlikte oldukları kişilerden saklama eğiliminde olduklarını göstermiştir. Benzer şekilde madde kullanımı sırasında enjektör paylaşımı da daha fazladır. Bu nedenlerle ergenlerin bedenleri, cinsellik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve korunma için eğitilmeleri çok önemlidir.
Türkiye’de nüfusun yaklaşık yarısı
25 yaşın altındadır ve HIV/AIDS’in saldırgan etkilerine çok açık olan adölesan
yaş grubunun (10-19 yaş) oranı yüzde 18,5’dir. Resmi olarak rapor edilen
HIV/AIDS vakalarının büyük bir çoğunluğu 15 – 39 yaş grubunda kümelenmektedir.
Bu, infekte bireylerin üçte ikisinin virüsle 20’li yaşlarında temas ettikleri
anlamına gelmektedir. Rapor edilen vakaların arasında, heteroseksüel cinsel
temas ana bulaşma yoludur. HIV pozitif vakalarının cinsiyete göre dağılımı,
erkekler ve kadınlar arasında bir denge oluşacak şekilde değişmeye başlamıştır.
15 – 19 yaş grubunda HIV ile infekte çocukların üçte ikisini kızlar oluşturmaktadır.
2003 yılı verilerine göre
1985-2003 yılları arasında 0-14 yaş grubunda HIV virüsü taşıyan ya da AIDS
hastalığına yakalanan otuz iki vaka bildirilmiştir. 2005 yılı Sağlık
Bakanlığı’nın istatistiklerine göre Ekim,1985 – Haziran, 2006 tarihleri
arasındaki dönemde 15 yaşın altındaki HIV pozitif çocukların toplam sayısı 51; 15–19
yaş arasındaki HIV pozitif çocukların toplam sayısı 59; HIV enfeksiyonunun
anneden çocuğa bulaştığı vakaların toplamı ise 41 olmuştur.
Birleşmiş
Milletler Türkiye Temsilciliği çatısı altında, HIV virüsünün Türkiye’de
yayılımının engellenmesi ve HIV/AIDS
sorunuyla mücadele konusunda ciddi çalışmalar içinde bulunan Birleşmiş
Milletler AIDS Çalışma Grubu, kamuoyunda
sıkça tartışılan, HIV taşıyıcısı bir çocuğun diğer çocuklarla birlikte okula
devamı konusunda çıkan haberleri nedeni ile BM Türkiye temsilciliği tarafından
bir açıklama yapılma gereği hissedilmiştir:
Bu
açıklamada HIV/AİDS ve bulaşma yolları ile sosyal boyuta dikkat çekilmiş ve HIV
virüsü taşıyıcısı ya da AIDS hastası olan kişilerin isim ve görüntülerinin,
basın ve yayın organlarında açıkça belirtilmesinin yol açabileceği çok ciddi
sakıncalarına da dikkat edilmesi gerektiği bildirilmiştir.
Açıklamada
HIV taşıyıcısı kişilerin toplum tarafından damgalanması ve bir ayrıma tabii
tutulması, bu kişilerin temel kişisel haklarına, (uluslararası düzeyde kabul
edilmiş bulunan ve Türkiye’nin de taraf olduğu evrensel insan haklarına, çocuk
haklarına ve hasta haklarına) ciddi zararlar verebileceği gibi, bu virüsün
yayılmasına karşı verilen mücadeleyi zayıflatıcı ve engelleyici bir yaklaşım
olduğu vurgulanmıştır.
Milli
Eğitim Bakanlığı’nın (MEB),
HIV virüsü taşıyan çocukların diğer akranlarıyla birlikte normal öğretime devam
etmesi şeklindeki yaklaşımı, dünyadaki örnekler de dikkate alarak doğru
bulunmakta ve Birleşmiş Milletler tarafından hem Türkiye’de hem tüm dünyada
desteklendiği açıklanmıştır.
5.5.3.
SUÇ SAYILAN CİNSEL AMAÇLI DAVRANIŞLAR
Cinsel
amaç içeren ve bazı koşullarda gerçekleştiğinde suç olarak nitelenen
davranışlar Türk Ceza Yasasında “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” başlıklı
bölümde yer almaktadır. Bu bölümde yer alan Yasa maddeleri;
TCY Madde 102: (Bu madde cinsel saldırı ile ilgilidir.)
1.
Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut
dokunulmazlığını ihlal eden kişi, mağdurun şikayeti üzerine iki yıldan yedi
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2.
Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim
sokulması suretiyle işlenmesi durumunda yedi yıldan on iki yıla kadar hapis
cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve
kovuşturma yapılması mağdurun şikayetine bağlıdır.
3.
Suçun beden ve ruh bakımından kendini
savunamayacak kişiye karşı, kamu görevlisinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı
nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle, üçüncü derece dahil kan ve kayın hısımlığı
ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı, silahla veya birden fazla kişi
tarafından birlikte işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen
cezalar yarı oranında arttırılır.
4.
Suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin
kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde şiddet kullanılması durumunda kişi
ayrıca kasten yaralama suçuyla cezalandırılır.
5.
Suçun sonucunda mağdurun beden ve ruh sağlığının
bozulması halinde on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
6.
Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü
halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.
Bu madde
cinsel saldırılarda verilecek ceza ve cezayı ağırlaştırıcı koşullardan
bahsetmektedir. Eski ceza yasasında yer alan ırza geçme veya ırza tasaddi
tanımlamaları kaldırılmış, yerine genel anlamda cinsel saldırı ifadesi
kullanılmıştır. Eylemlerin yaş küçüklüğünü kullanarak, zor kullanarak, silahla,
vs. işlenmesi halinde, veya eylem sonucunda kalıcı sakatlıklar ya da ölüm
gerçekleşirse cezanın arttırılacağı belirtilmektedir. Bu madde bağlamında adli
görev yapan hekimlere cinsel saldırının objektif bulgularının yanında, cezayı
ağırlaştırıcı faktörler açısından da araştırma yapma sorumluluğu
getirilmektedir.
TCY Madde 103: (Bu madde çocukların cinsel istismarı ile
ilgilidir.)
1.
Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi üç
yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar
deyiminden; a)Onbeş yaşını doldurmamış veya tamamlamış olmakla birlikte eylemin
hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı
gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, b)Diğer çocuklara karşı sadece cebir,
tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak
gerçekleştirilen cinsel davranışlar anlaşılır.
2.
Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir
cisim sokulması suretiyle gerçekleşmesi durumunda sekiz yıldan onbeş yıla kadar
hapis cezasın hükmolunur.
3.
Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü
derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı,
sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler
tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak
suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi
halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında arttırılır.
4.
Cinsel istismarın birinci fıkranın a bendindeki
çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi
halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında arttırılır.
5.
Cinsel istismar için başvurulan cebir ve
şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması halinde, ayrıca
kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
6.
Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh
sağlığının bozulması halinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına
hükmolunur.
7.
Suçun mağdurunun bitkisel hayata girmesine veya
ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına
hükmolunur.
TCY
Madde 104: (Bu madde reşit olmayanla cinsel ilişki ile ilgilidir.)
1.
Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını
bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikayet üzerine altı aydan
iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2.
Fail mağdurdan beş yaştan daha büyük ise şikayet
koşulu aranmaksızın cezası iki kat arttırılır.
TCY Madde 105: (Bu madde cinsel taciz
ile ilgilidir.)
1.
Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi
hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına
veya adli para cezasına hükmolunur.
2.
Bu fiiller, hiyerarşi veya hizmet ilişkisinden
kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın
sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya
göre verilecek ceza yarı oranında arttırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur işi terk
etmek mecburiyetinde kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamaz.
Kadının mağduru olduğu bir suç
nedeniyle gebe kalması durumunda TCY’de çocuk düşürme ile ilgili maddeler
geçerlidir;
TCY Madde 99/(6): Kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe
kalması hâlinde, süresi yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak
koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmez. Ancak, bunun için gebeliğin
uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi gerekir.
Cinsel saldırıya uğradığını
iddia ederek adli tıbbi muayene amacıyla gönderilen olgularda dikkat edilmesi
gereken konular:
1.
Mağdurun kimliğinin saptanması ve biyolojik yaşının değerlendirilmesi.
2.
Gerçekleştiği iddia edilen cinsel amaçlı davranışa ait
bulguların araştırılması.
3.
Eylemde zor kullanma bulguları varsa
değerlendirilmesi, travmatik lezyonların kaydedilmesi.
4.
Eylemin önemli ve objektif bulgusu olabilecek
laboratuar araştırmalarının zamanında yapılabilmesi için, eylem, muayene ve
örnekleme arasındaki intervalin saptanması.
5. Mağdurun ruhsal
değerlendirilmesinin yapılması.
6.
Yaş küçüklüğü veya diğer nedenlerle mağdurun
direnç gücünün olup olmadığının araştırılması.
7.
Eylemi gerçekleştiren kişi veya kişilerin kimliklerinin
saptanmasına yönelik araştırmaların yapılması, bu amaçla biyolojik materyal
toplamaya yönelik örneklerin alınması.
8.
Cinsel ilişki sonrası gebelikten korunma yöntemlerinin
uygulanmasının yaygınlaştırılması gereklidir.
Mağdurun muayene aşamaları:
1-Anamnez alma: Genel
beden ve jinekolojik muayene öncesinde bilinmesi gerekenler göz önünde
bulundurularak doğru bilgileri almaya yönelik olumlu ortam hazırlanır. Muayene
ve örnekleme amaçları ile muayenede yapılacaklar açıklanır, mağdurun güven
duyması sağlanır.
2-Giysilerin incelenmesi:
Mağdurun olay sırasında üzerinde bulunan giysi ve çamaşırlar biyolojik
kalıntıların varlığı yönünden araştırılır ve laboratuarlara gönderilmek üzere
örneklenir.
3-Genel fizik muayene: Tüm
beden ve sistemler travmatik lezyon veya bulguların varlığının saptanması
amacıyla gözden geçirilir. (Kadının muayenesi, istemi halinde ve
olanaklar elverdiğinde bir kadın hekim tarafından yapılır(CMK 77).
4-Jinekolojik ve anal muayene:
Perine, dış genital organlar, himen ve anal bölge travmatik değişiklikler
yönüyle araştırılır. (yeni TCK 287. maddesinin genital muayene başlığı
ile düzenlendiği görülmektedir. Bu maddede; yetkili hakim ve savcı kararı
olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan kişi
hakkında 3 aydan 1 yıla hapis cezası öngörülmektedir.) Bu maddenin yasa
içerisinde yer almasının en önemli nedeni geçmiş yıllarda, anne-baba, okul ve
yurt müdürlerince, kız öğrencilerin bekaret kontrolü adı altında muayeneye
gönderilmesi ve hekimlerce de zaman zaman bu amaçlı muayenelerin yapılmasıdır.
Bu kişiler böyle bir muayene talebine yetkili olmadıkları gibi, hekimlerin de
bu olguları muayene ederek düzenledikleri raporları bu kişilere göndermeleri
hukuka uygun değildir. Çünkü, suç duyurusu ya da iddiasının bildirileceği makam
kolluk kuvvetleri olup suçun araştırılması ve delillerin toplanması Cumhuriyet
Savcıları ve Mahkemelerin yetkisindedir. Bunun yanı sıra, kişilerin bedeni ile
ilgili edinilen bilgiler gizli kalması gereken bilgilerdir. Bu konuda yaşanan
sıkıntılar nedeniyle, yeni TCK 287. maddesinin düzenlendiği görülmektedir. Bu
maddede; yetkili hakim ve savcı kararı olmaksızın, kişiyi genital muayeneye
gönderen veya bu muayeneyi yapan kişi hakkında 3 aydan 1 yıla hapis cezası öngörülmektedir.
Bulaşıcı hastalıklar dolayısıyla kamu sağlığını korumak amacıyla kanun ve
tüzüklerde öngörülen hükümlere uygun olarak yapılan muayeneler bu kapsam
dışında tutulmuştur.
5-Laboratuar araştırmaları
için örnekleme: Özellikle ejakulat sıvısının varlığının araştırılmasına
yönelik örnekler alınır. (Tıbbî muayenenin yapılabilmesi veya vücuttan
örnekler alınabilmesi için; müdahalenin, kişinin sağlığına zarar verme
tehlikesinin bulunmaması gerekir. Üst sınırı iki yıldan daha az hapis cezasını
gerektiren suçlarda kişi üzerinde beden muayenesi yapılamaz; kişiden kan, saç,
tükürük, tırnak, cinsel salgı gibi örnek alınamaz(CMK 75).) (Bir suça
ilişkin delil elde etmek için, şüpheli veya sanığın bedeninin tıbbî muayenesine
ya da vücudundan kan veya cinsel salgı gibi örnekler alınmasına, Cumhuriyet
savcısı veya mağdurun istemiyle ya da re'sen hâkim veya mahkeme tarafından
karar verilebilir. Bu müdahaleler ancak hekim tarafından veya hekim gözetiminde
sağlık mesleği mensubu diğer bir kişi tarafından yapılabilir. Şüpheli veya
sanığın vücudundan saç, tükürük ve tırnak gibi örnekler alınabilmesine
Cumhuriyet savcısı da karar verebilir. Cumhuriyet savcısının kararı, yirmidört
saat içinde hâkim veya mahkemenin onayına sunulur.) CMK 75. ve
76.ncı maddelerde öngörülen işlemlerle elde edilen örnekler üzerinde,
soybağının veya elde edilen bulgunun şüpheli veya sanığa ya da mağdura ait olup
olmadığının tespiti için zorunlu olması hâlinde, moleküler genetik incelemeler
yapılabilir. Alınan örnekler üzerinde bu amaçlar dışında tespitler yapılmasına
yönelik incelemeler yasaktır(CMK 78). Bu bilgiler, kovuşturmaya yer olmadığı
kararına itiraz süresinin dolması, itirazın reddi veya hükmün kesinleşmesi
hallerinde en geç on gün içinde Cumhuriyet savcısının huzurunda yok edilir ve
bu husus dosyasında muhafaza edilmek üzere tutanağa geçirilir(CMK 80).
6-Konsültasyon veya sevk
mekanizmaları kullanılarak amaçlanan diğer bilgilere ulaşılması ve mağdurun
tedavisinin organizasyonu sağlanır.
Eşcinsellik (homoseksüalite)
suç sayılan cinsel amaçlı bir davranış mıdır ?
Homoseksüalite, yani eşcinsellik, “Uygun koşullarda, karşı cinsten uygun
bireyler karşısında herhangi bir cinsel uyarılma hissetmemek, karşı cinsle normal cinsel ilişkiyi sürdürme
isteği duymamak, buna karşın kendi cinsine yönelik cinsel istek ve haz
duymaktır. Homoseksüalite açık ya da gizli olabilir.
Yetişkinde açık eşcinselliği (over
homosexuality), gizli (latent) eşcinsellikten ayırt etmek gerekir. Açık
eşcinsellikte kişi, eşcinsel duygu ve dürtülerinin bilincindedir. Bu duygu ve
dürtülerin doyurulması için kendi cinsiyetinden eş arar ve uygun eş bulunca
cinsel eylemlerini gerçekleştirir. Toplumsal yargı ve baskılardan korksa da,
bunalsa da bunu bir sorun olarak görse de eşcinsel ilişkiden haz alır. Cinsel
yöneliminin nesnesi bellidir. Eşcinsel dürtü duygu ve davranışlar benliğiyle
uyumludur.
Çocukluk ve ergenlik çağında eşcinsel dürtü ve
eğilimler, hatta deneyimler pek çok kişinin yaşamında var olabilir. Ancak
bunlar güçlü değildirler. Ergenlik ve delikanlılık süresinde yavaş yavaş
sönerler. Böyle bir durumda eşcinsellik söz konusu değildir.
Gizli (latent) eşcinsellik ise; eşcinsel dürtü ve
eğilimlerinin bilincinde olmaksızın, sürekli olarak bu dürtülerin benliği
tehdit etmesidir. Benlik bunları kabul edemez, yani bu dürtüler hem bilinçdışında
güçlü bir etkinlik taşırlar hem de benliğine yabancıdırlar (egodistonik). Böyle
bir durumda kişi bir çatışma içindedir: Bir yanda, bilinçdışı yasak ve kabul
edilemeyen dürtü ve eğilimler; öbür yanda benliğin bunları bilinçten uzak
tutma, bu dürtülerle savaşma gereksinimi ortaya çıkar. Böyle bir çatışma içinde
kalan benlik, kendisini değişik savunma düzenekleri ile savunur. Örneğin, aşırı
erkeklik çabaları ya da aşırı eşcinsellik düşmanlığı göstermek gibi. Daha ağır
türlerinde kişi, başkaları kendisini eşcinselmiş gibi görecekler korkusu ile
eşcinsel olmadığını kanıtlamak istercesine aşırı sert ve agresif davranışlara
başvurabilir (yansıtma düzeneği). Paranoid sanrıların oluşunda bilinçdışı
eşcinsel ve saldırgan dürtülerin önemli rol oynadığı kabul edilir.
Askerlik, hapis veya uzun deniz yolculukları sırasında
bazı yetişkinlerin açık eşcinsel tür davranışta bulunmalarının nedeni, bugün de
hayli tartışma konusudur. Bazı yazarlar bunu, tamamen sosyal koşullara bağlı
olarak olağan kabul ederken, bazılarına göre bu kişilerde askere veya hapise
girmeden önce de bu gibi eğilimlerin varolduğu savunulur. Yapılan araştırmalara
göre, II. Dünya Savaşı yıllarında İngiltere ve ABD askerleri arasında bu tip
davranışlarda artma görülmemiştir; eşcinsel yaşantısı olan veya eşcinsel eğilim
gösterenler zaten savaş öncesi de bu eğilimleri taşıyan kişilerdir.
Eşcinsellik kişinin çocuk olarak kabul edildiği 0-18 yaşın
üzerinde, herhangi bir zeka geriliği ya ada akıl hastalığı olmaksızın her iki
tarafın rızası ile yasada suç olarak öngörülen koşullar olmaksızın yaşandığında
suç niteliği taşımaz. Ancak toplumlar yalnızca çoğunlukta olanı 'normal' kabul
etme ve azınlıkta olan tüm grup, kişi ve durumları yok sayma eğilimindedir.
Cinsel eş seçiminde yaygın olan heteroseksüalite olduğu için, azınlıkta kalan
homoseksüel ve/veya biseksüel yönelimli kişilerin ya eşcinsel yönelimleri
görmezden gelinir, heteroseksüel oldukları varsayılır ya da cinsel yönelimleri
nedeniyle açıkça dışlanırlar.
Eşcinsellik önceleri birçok ülkenin ceza yasalarında suç kabul edilirdi, ancak 19. yy' ın sonlarında suç olmaktan çıktı. Buna rağmen çeşitli tarihsel dönemlerde ve çeşitli ülkelerde cinsel azınlıklara cezalar uygulandı ve/veya birçok ayrımcılık yapıldı. Bunlar arasında işten atma, sosyal ortamlardan dışlama, özel yaşam ihlalleri, haksız tutuklama, dayak, işkence, taciz, tecavüz, hapis, para cezası, kırbaçlama ve hatta idam sayılabilir. Eşcinsellik, psikiyatrik tanı sistemlerinde önceleri kişilik bozukluğu, cinsel bozukluk, cinsel yönelim karmaşası olarak kabul edildi. Ancak 1973’te APA (Amerikan Psikiyatri Birliği) ve 1990’da WHO (Dünya Sağlık Örgütü) kararı ile psikiyatrik tanı sınıflamalarından tamamen çıkarıldı.
Eşcinsellik önceleri birçok ülkenin ceza yasalarında suç kabul edilirdi, ancak 19. yy' ın sonlarında suç olmaktan çıktı. Buna rağmen çeşitli tarihsel dönemlerde ve çeşitli ülkelerde cinsel azınlıklara cezalar uygulandı ve/veya birçok ayrımcılık yapıldı. Bunlar arasında işten atma, sosyal ortamlardan dışlama, özel yaşam ihlalleri, haksız tutuklama, dayak, işkence, taciz, tecavüz, hapis, para cezası, kırbaçlama ve hatta idam sayılabilir. Eşcinsellik, psikiyatrik tanı sistemlerinde önceleri kişilik bozukluğu, cinsel bozukluk, cinsel yönelim karmaşası olarak kabul edildi. Ancak 1973’te APA (Amerikan Psikiyatri Birliği) ve 1990’da WHO (Dünya Sağlık Örgütü) kararı ile psikiyatrik tanı sınıflamalarından tamamen çıkarıldı.
1978'de kurulan, Uluslararası Lezbiyen ve Gey Birliği'ne
(ILGA) üye beş kıtadan, 90 ülkeden toplam 400 grup vardır. Cinsel yönelim
ayrımcılığı, 1991'den beri, Uluslararası Af Örgütü'nün tüzüğünde yer
almaktadır. Dünya Cinsel Sağlık Birliği'nin (WAS) 1999 Cinsel Haklar
Bildirgesi'nde cinsel ayrımcılıktan uzak olmak, temel insan haklarından biri
kabul edilir. Konuyu spesifik olarak ele alan ilk uluslararası insan hakları
belgesi olan AB temel haklar şartı, cinsel yönelime bağlı ayrımcılığı yasaklar.
Ancak cinsel yöneliminden dolayı ayrımcılığa uğramaya karşı çok az ülkede yasal
koruma vardır. Ülkemizde de eşcinsellik suç sayılmazken yeni TCK’ da cinsel
yönelim ayrımcılığını önlemek için yasal koruma bulunmamaktadır.
Eşcinsel bireyin sistemle ciddi olarak birebir ilk
karşılaşması askerlik olgusudur. Çünkü varolan sistem (gerek Avrupa gerekse
Türkiye'de) eşcinsellerin askere alınmalarına karşıdır.
TBMM de Milli Savunma Komisyonunda oybirliğiyle alınan
kararla alenen "Eşcinsel olanlar askerlik yapamazlar" hükmü kabul
edilmiştir. Ancak askeri muayenede kişinin eşcinsel olup olmadığı sorgulanmaz,
kişi kendisi eşcinsel olduğunu beyan ederse muayeneye gönderilir. Muayenede
kişinin eşcinsel özellikleri taşıyıp taşımadığının araştırılması bilimsel
olarak en uygun olanıdır. Ancak pratik uygulamada pasif cinsel ilişkinin
pozitif bulgularının aranması gibi bir yöntem izlenir. Bunun da ancak anal
bölge bulgularının saptanması ile olabileceği kabul edilir. Oysaki kişi
eşcinsel olabilir ancak hiç pasif cinsel ilişkide bulunmamış olabilir. Bu
durumda bu kişileri eşcinsel olarak kabul etmemek gerekecektir. Bu da tıbben
doğru bir yaklaşım değildir.
Cinsel yönelimini açıklamadan askerlik görevini yapan pek
çok eşcinsel de vardır. Bunların pek çoğu bir sorun yaşamadan askerliklerini
bitirdiklerini belirtmektedirler. Ancak askeriyede ister heteroseksüel, ister
homoseksüel ilişki olsun, her tür cinsel ilişki yasaklanmıştır. Eşcinsel
ilişkide yakalanan kişilerin derhal askerlik ile ilişkileri kesilir.
Bunun dışında bazı ülkelerde (Hollanda, Kanada ve Amerika’
da bazı eyaletlerde...) eşcinsellerin evlenmeleri ve birbirlerinin miras
haklarından yararlanmaları konusunda yasal düzenlemeler bulunmaktadır.
Cinsel Kimlik Problemleri
Bedensel
cinsiyetimiz doğuştan belirlenir. Ancak traseksüalizm ve hermafrodizm de durum
biraz farklılaşmaktadır.
Transseksüalizm
(Karşıt Cinsellik)
Erkeğin kendisini
kadın, kadının kendisini erkek gibi algılaması ve kabul etmesidir. Bu duygunun
çok küçük çocukluk yaşlarında başladığı ileri sürülmektedir ancak kökeni tam
aydınlatılmamıştır. Daha 2-3 yaşlarında çocuğun karşı cinsten davranışları
benimsediği belirlenen olgular vardır. Kız çocuk kendini bir erkek, erkek çocuk
da kız olarak olarak algılar ve giderek konuşması, yürümesi, devinimleri,
düşünce ve duyguları, yani bütün benliğiyle karşı cins gibi yetişir. Biyolojik yapısıyla tam tersidir. Plastik
cerrahlara cinselliğini değiştirmek için başvuran kişilerden çok az bir kesimi
gerçek transseksüel olabilir. Bunların arasında şizofrenikler yada farklı
zihinsel bozukluklar olabilir.
Bu nedenle
ameliyat kararın derinliğine bir kişilik incelemesi yapmadan vermemek gerekir.
Ayrıca ameliyat kararı vermeden önce en az iki yıl benimsemiş oldukları
cinselliğe uygun yaşamaları, sorumluluk alabilmeleri de beklenmelidir. Örneğin
erkek olduğunu kabul eden ve ameliyat olmak isteyen bir dişi biyolojik yapısı
olan bir kişinin, hiç olmazsa birkaç yıl erkek gibi giyinmesi, erkeksi işler
görmesi, sorumluluklar alması, ameliyat için bir koşul olarak ortaya
konulmaktadır. Bugün için resmi kurumlarda cinsiyet değişim operasyonu
öncesinde ameliyata izin veren psikiyatrik sağlık kurul raporu istenmektedir.
Kişinin doğurganlık özelliğinin bulunup bulunmamasının da ameliyat kararında
rol oynaması hekimler arasında tartışmalara yol açmaktadır.
Ameliyat sonrası
yeni kimliğin alınabilmesi için kişinin adli tıbbi muayeneden geçerek, ameliyat
başarısı, ameliyat sonrası yeni kimliğine hem bedensel, hem de ruhsal olarak
uyum sağlayıp sağlayamayacağının değerlendirilmesinin yapılması ve bu konuda
alınacak kurul kararı gerekmektedir.
Hermafrodizm
(İntersex) de ise olay tamamen farklılık göstermektedir. Bunlarda biyolojik
yapıda bozukluk ve doğuştan anormallik vardır. Örneğin kız çocukta penise
benzer iri bir klitoris, fakat aynı zamanda öbür kadına özgü cinsel organları
az gelişmiş yada gelişmiş olarak bulunur. Ama, aile erkektir diyerek bir
yanılgı ile çocuğu erkek olarak yetiştirebilir. Böyle bir çocuğu büyüdükten
sonra ameliyat etmek çok örseleyici olabilir. Bu nedenle, interseks vakalarında
erken tanı konması ve erken ameliyat yapılması nerdeyse bir zorunluluktur.
Çocuğun henüz kimlik bilgisi yerleşmeden, iki yaşından önce ameliyat edilmesi
uygun olur.
5.5.4.
ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ ve MAHREMİYET
Uluslararası sözleşmeler ve diğer
belgeler özel hayatın gizliliği hakkını korumaya almış olsa da bazı durumlarda
bireylerin özel hayatlarının gizliliğine müdahale yasalarca öngörülmektedir.
Uluslararası belgelerin ve
yasaların koruduğu özel hayatın gizliliği hakkı sağlık hizmetleri sürecinde de
bireylere tanınmıştır. Ancak sağlık hizmetlerinde de bu hakkın sınırlanabildiği
görülmektedir. Türkiye’de genel sağlık ve suç işlenmesi gibi durumlarda
bireylerin özel hayatının gizliliği hakkının sınırlanabileceği öngörülmektedir.
Bulaşıcı hastalıkların bildirimi, zorla tedavisi gibi uygulamalar ile suçun
bildirim zorunluluğu gibi konular HIV’le yaşayanlar açısından etik ve yasal
sorunları gündeme getirmektedir.
Türkiye’de Türk Ceza Kanunu’nun
(TCK/2004) 134. maddesinde “özel hayatın gizliliğini ihlal” başlığı altında;
özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu düzenlemektedir. Maddenin birinci
fıkrasında, başkalarının gizli alanına girerek veya başka suretle başkaları
tarafından görülmesi, mümkün olamayan bir özel yaşam olayının saptanması,
kaydedilmesi ve bu kayıtların yarar sağlamak amacıyla kullanılması da
cezalandırılmaktadır. Maddede, kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlali suç
olarak tarif edilmekte, bu suçu işleyen kişiye altı aydan iki yıla kadar hapis
cezası öngörülmektedir. Suçun nasıl işleneceği konusunda sınırlama bulunmamakla
beraber, madde metninden kişilerin özel hayatı ile ilgili bilgilerin kayda
alınmasının, bu suçun oluşması için yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Aynı
maddenin ikinci fıkrasında da suçun, görüntü veya seslerin kayda alınması
şeklinde işlenmesi halinde, cezanın alt sınırının 1 yıldan aşağı olmayacağı,
fiilin basın veya ve yayın yoluyla işlenmesi halinde cezanın ağırlaştırılacağı
belirtilmektedir. Ancak bu suçun oluşması bu fillerle sınırlı değildir. Özel
hayatın gizliliğinin herhangi bir şekildeki ihlali bu suçun oluşması için
yeterlidir. Örneğin sağlık meslek mensubunun yazılı, sözlü açıklamaları, bu
suçun oluşması için yeterli olabilecektir. Önemli olan bu açıklamalar ile
hastanın sırrının açıklanmış/özel hayatının gizliliğinin ihlal edilmiş
olmasıdır. Sağlık mesleği mensubunun hastanın özel hayatı ile ilgili diğer meslektaşlarına
da bilgi vermesi 134. madde kapsamında bir suç oluşturabilir.
Hastanın ses kaydı ve
görüntülerin ifşa edilmesi hallerinde cezanın alt sınırı yükseltilecek, bu
fiillerin basın ve yayın yoluyla ifşası halinde ceza arttırılacaktır. 137.
maddede bu suçun kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetkiyi kötüye
kullanarak ya da belli meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanarak
işlenmesi halini cezanın arttırım nedeni olarak belirtilmektedir.
136. maddede kişisel verileri hukuka aykırı olarak bir başkasına
vermek, yaymak veya ele geçirmek de suç olarak belirlenmiştir. 135.
maddenin gerekçesinde kişisel veriler kişiye ait her türlü bilginin kişisel
veri olarak kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
TCK/2004 Ceza Sorumluluğunu
Kaldıran veya Azaltan Nedenler başlığı altında ceza sorumluluğunu kaldıran veya
azaltan nedenler belirlenmektedir. Buna göre, kanun hükmü veya amirin emri
(madde 24), meşru savunma ve zorunluluk hali (madde 25), hakkın kullanılması ve
ilgilinin rızası (madde 26) gibi durumlar ceza sorumluluğunu azaltan ya da
kaldıran nedenlerdir. Bu çerçevede özel yaşama yönelmiş bir suç bulunması
halinde kanunda belirtilen hükme uygun olarak ceza sorumluluğu tamamen kalkar
ya da azalır.
Bir kanun hükmü ile bildirimin
zorunlu kılındığı haller genellikle bir suçun işlenmesi ya da genel sağlık
konuları ile ilgilidir. Hastanın başkasına veya kendisine ciddi olarak zarar
verebileceği bu gibi durumlarda, hekimin yasal açıdan yetkili olanları
bilgilendirerek tehlikede olanları korumak adına, hasta sırrının açıklanması
etik ve yasal açıdan kabul edilebilir. Toplumun yararını ilgilendiren konularda
kanun toplumun yararını bireyin yararından daha üstün tutmaktadır. Kanun
öngördüğü bu hallerde hekim hasta ile ilgili bilgileri açıklamak zorundadır.
I. BULAŞICI HASTALIKLARIN
BİLDİRİMİ
Bulaşıcı hastalıkların bildirimi
toplum sağlığı ve birey hakları arasındaki dengenin sağlanmasında güçlükler
içerir. Bulaşıcı hastalıklar, insanlık tarihinde toplumsal yaşamı etkilemiştir.
Bu hastalıklar, toplumun genel sağlığının bozulmasının yanında ayırımcılık,
damgalama, gibi sorunları da getirmiştir. Bütün bunlarla beraber bulaşıcı
hastalıklarla mücadele sosyal sağlığın korunmasında önemli bir yer tutar. Bu
hastalıklarla mücadele, bulaşıcı hastalıkların yayılmaması için önlemler alma,
zaman zaman kişileri bazı davranışlarda bulunmaya zorlayacak yasal
düzenlemelerin çıkarılmasını gerektirmiştir. Bu düzenlemelerin getirdiği
uygulamalar bireylerin mahremiyet hakları açısından etik yasal sorunları da
gündeme getirmiştir.
A. Yetkili Kurumlara
Bildirim
Hastalığın bildirimi daha fazla
sayıda kişiye bulaşmaması ve hastalığın toplumdaki ve hatta dünyadaki seyrinin
belirlenmesi açısından önemli olabilmektedir. Bu çerçevede yasal düzenlemeler
bazı hastalıkların yetkili kurumlara bildirimini zorunlu kılabilmektedir. Ancak
bu bildirimlerin bireyler üzerinde ayırımcılık ve damgalamaya neden olmayacak
yöntemler ile gerçekleştirilmesi gerekmektedir. 1930 tarihli Umumi
Hıfzısıhha Kanunu (UHK) bulaşıcı hastalıklarla mücadele çerçevesinde bulaşıcı
bazı hastalıkların bildirimini zorunlu tutmuştur.
Örneğin 104. maddede mesleğini yürüten hekimlerin her ay sonunda protokol
defterleri kayıtlarına giren hastalardan frengili hastaların isimlerini,
yaşlarını, hastalıklarının durumunu, daha önce bir tabip tarafından tedavi
edilip edilmediğini Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na bildirilmek üzere
bulunduğu bölgedeki Sağlık ve Sosyal Yardım Müdürlüğüne yazı ile bildireceği
belirtilmektedir. Aynı maddede gizli
olarak alınması gereken bu bilgileri ifşa eden memurların cezalandırılacağı
hükmü yer almaktadır. Bu hükümle bulaşıcı hastalığın bildirilmesi sırasında
hastanın özel yaşamının korunması gereği üzerinde durulmaktadır. Bildirimi
zorunlu hastalıklardan olan Frenginin cinsel yolla bulaşan bir hastalık olması
nedeniyle bildirimi sırasında hasta ile ilgili bilgilerin açıklanmaması konusu
özellikle vurgulanmaktadır. Aynı yasada bildirimi zorunlu olan diğer
hastalıkların bildirimi konusunda 104. maddede yer aldığı gibi gizliliğin sağlanması
ile ilgili özellikle bir belirti yoktur. Ancak maddenin amacı göz önünde
bulundurulduğunda kişilik hakkının korunmasını amaçladığı açıktır. Yasada
belirtilen bildirimi zorunlu olan hastalıkların diğer hastalıkların da ilgili
kuruma bildirilmesi sırasında hastaya ait bilgilerin gizliliğine özen
gösterilmesi gerekir.
B. Partnere Bilgi Verilmesi
Bulaşıcı hastalıkların bildirimi
konusu, tıp uygulamaları açısından değerlendirildiğinde, hastaya ait sırların
saklanması ile diğer kişilerin veya toplumun korunmasının öncelik kazanması
konusunda klinisyenler ikilem yaşayabilirler. Buradaki ikilem, hekimin hastanın
sırrını saklama ödevi ile hekimin diğer kişileri uyarma ödevi arasındaki etik
ikilemdir. Bu ikilem özellikle hastanın diğer kişilere zarar verme olasılığının
veya durumunun diğer kişileri etkileme olasılığının bulunması durumunda ortaya
çıkar. Hastanın eşine veya cinsel partnerine hastalığının bildirilmesi bu
ikilemlere örnek oluşturur. Bunun yanı sıra “bildirimi zorunlu hastalıklar”
arasında bulunan hastalıkların tanısı hekime hastanın ilgili makamlara
bildirimini yasal bir görev olarak yükler. HIV/AIDS gibi damgalanmayı da
beraberinde getirebilen hastalıklar ile başkalarına şiddet uygulama ve zarar
verme olasılığı olan psikiyatrik sorunların bildiriminde hekimler hastanın
sırrının korunması konusunda önemli ikilemlerle karşı karşıya kalırlar.
Hekimin hastanın gizli yaşamına
ait bilgiyi açıklama hakkının ya da zorunluluğunun bulunduğu hallerde hekim
gizli bilgiyi açıklamadan önce alternatif olabilecek yollarda aramalıdır.
Örneğin hastaya ait olan gizli bilgiyi dışarıya açıklamayı hastanın kendisinden
isteyebilir. 1996 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunun
Cenevre’de gerçekleştirdiği “İkinci Uluslararası HIV/AIDS ve İnsan Hakları
Toplantısı” sonucu bazı kararlar alınmıştır. Buna göre sağlık personelleri “HIV pozitif bireylerin özgün durumlarını ve
mensubu oldukları mesleğin etik ilkelerini göz önüne alarak durumdan HIV
pozitif bireylerin eş(ler)ini haberdar etmeye karar verebileceklerdir.”.
Hastaya böyle bir imkanın sunulması hastanın gizli yaşamına saygı hakkının
sağlanmasına elverişlidir.
Türk Hukukunda HIV’de hastanın
partnerine ya da yakınlarına bildirimi zorunlu kılan bir yasal düzenleme
bulunmamaktadır. Bireyin özel yaşamının ihlali anlamına gelen bildirimlerin
yapılabilmesi ancak yasal düzenlemenin bulunması ile mümkün olabilir. Kişilik
hakkını sınırlayan bir uygulama ancak kanunla öngörülebilir. Yasal açıdan bu
konuda açık bir ifade bulunmadığı sürece hastanın hastalığı bulaştırma riski
bulunan kimselere bu konuda bilgi verme yetkisi bulunmamaktadır. Ancak durum
tıp etiği ilkeleri açısından değerlendirildiğinde hekimin toplumun diğer
bireylerini de koruma sorumluluğunun bulunduğu ileri sürülerek bu konuda bir
açıklama yapabileceği savunulsa da bu konuda elde edilecek yarar ile hastaya
sağlanacak yarar veya hastaya verilecek zarar arasındaki dengenin göz önünde
bulundurulması gerekir. Bu çerçevede hasta ile iletişim içerisinde olmak ve
onun beklentileri ve taleplerini de değerlendirecek bir yaklaşım içinde
bulunmak daha yararlı ve hastaya az zarar verici sonuçlar doğuracaktır. Bu
yaklaşım riskli davranışlarda bulunan diğer kişilerinde sağlık hizmetlerinden
yararlanmalarını ve aldıkları danışmanlık ve eğitimle riskli davranışları da azaltabilecektir.
C. Hasta Yakınlarına Bilgi
Verilmesi
Hastanın bilgilerinin
başkalarına açıklanabilmesine neden olabilecek bazı hükümler de 1960 tarihli
Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nde (TDT) ve 1998 tarihli Hasta Hakları Yönetmeliğinde
(HHY) bulunmaktadır. bulunmaktadır. Tıp etiği ve deontolojisi açısından ve MK
açısından eleştiriye açık olsalar da bu hükümler uygulama alanına sahiptir.
Örneğin HHY 15/I’e göre hastanın sağlık durumu ve kendisine uygulanacak
müdahalelerle ilgili bilgi alma hakkı vardır. Bu hak hastanın özel yaşamına ve
özerkliğine saygının bir sonucu olarak hastaya tanınmıştır. Bununla birlikte,
yönetmelikte hastanın bizzat kendisinin bilgilendirilmesinin şart olmadığı bazı
haller belirlenmiştir. Yönetmelikte hastanın küçük, temyiz kudretinden yoksun veya kısıtlı
olması hallerinde velisi veya vasisine bilgi verilebileceği hükmü yer alır
(Madde 15/II). Bu hükümdeki küçük kavramından ne anlaşılacağı açık
değildir. Küçük ifadesinin 18 yaşından küçük her hastayı kapsayacak
şekilde kabul edilmesi, birçok hastanın bu hakkının ihlaline neden olabilir.
Temyiz kudretine sahip olan ancak 18 yaşını tamamlamamış kişilerin kişilik
hakları ile ilgili olan bu haktan mahrum bırakılması mesela 14-17 yaşları
arasında olup HIV’le yaşayan bir gencin durumu ile ilgili olarak bir başkasının
(yakını, ailesi) bilgilendirilmesi bu maddenin amacına aykırı düşer. Medeni
hukukta sınırlı ehliyetsizlik statüsü (temyiz kudreti bulunan küçükler
ve kısıtlılardır) olarak kabul
edilen bu ara statüde bulunan kişilerin vücut bütünlüğü gibi kendi
kişiliklerine sıkı sıkıya bağlı haklar konusunda karar verebilirler. Vücut
bütünlüğü kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Bu kişilerin bu haklarından
mahrum bırakılması MK’ya da aykırıdır. Bununla beraber aile hastanın bakımını
üstlenmişse ya da yaş küçüklüğü ya da akıl hastalığı gibi nedenlerle hasta
bakıma muhtaç ise hastanın izni olmadan ailesine bu bilgiler verilebilmelidir.
Burada hastaya sağlanacak yarar hastanın göreceği zarardan çok daha yüksektir.
Zarar vermeme ve yararlılık ilkeleri bunu gerektirebilir. Ancak bakımı ailesi
tarafından üstlenilmeyen ya da ailesinden ayrı yaşayan mümeyyizlerin
hastalıklarının ailelerine bildirilmesi onların iznine bağlı olmalıdır.
TDT’nin 14/2-3 maddesi ile
HHY’nin 19. maddesi teşhisin hastadan saklanabileceği bazı haller yer
almaktadır. Bu maddelerde daha çok tanının söylenmesinin hastanın psikolojisi
ve dolayısıyla klinik tablosunun daha kötüleşmesi kaygısının duyulduğu
durumlarda değerlendirilir. Öncelikle hastanın sağlık durumu konusunda bilgi
edinmesi hakkı çerçevesin de etik sorunlara neden olan bu yaklaşımda hastanın
özel hayatının gizliliği konusunda da sorunlar çıkabilmektedir. Bu kuralın her
hastalık için geçerli olamayacağının vurgulanması gerekir. HIV/AIDS gibi
bulaşıcı hastalıklarda hastaya konan tanı konusunda hastanın mutlaka
bilgilendirilmesi gerekmektedir. Örneğin HIV/AIDS’te hastalığın başkalarına
bulaşma riski bulunduğundan tanının hastaya söylenmemesi söz konusu
edilmemelidir. HIV’le yaşayan kişinin durumla ilgili ailesinin haberinin olmamasını
açıkça talep etmediği hallerde ailesinin haberdar edilmesi hastanın özerklik ve
mahremiyet haklarına aykırıdır. Böyle bir bilginin ancak hastanın isteği ile
ailesine bildirilmesi gerekir.
D. Evlenme Muayeneleri
Medeni Kanun’da nikah işlemlerinin gerçekleştirilebilmesi için “evlenmeye
engel hastalığının bulunmadığını gösteren sağlık raporu” talep edilmektedir
(madde 136). Medeni kanun evlenme
engelleri arasında akıl hastalığını bir evlenme engeli olarak belirtmiştir.
Bunun dışında herhangi bir evlenme engeli oluşturacak hastalıktan söz
etmemiştir. Bu bağlamda UHK 123 ve 124 te belirtilen evlenmeye engel
hastalıklar ile bunların muayenesi ile ilgili hükümlerin bir geçerliliğinin
kalmadığı savunulabilir.
Bu görüşün kabul edilmediği varsayıldığında
da evlenme muayeneleri için başvuran eş adaylarının HIV testine zorlanmasına
neden olacak herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. UHK 123 ve 124 te
belirtilen evlenmeye engel hastalıklar arasında HIV/AIDS bulunmamaktadır. Bu
bağlamda evlenme muayeneleri ile ilgili işlemlerde başvurucuların HIV testine
zorlanmasının herhangi bir yasal dayanağı bulunmamaktadır.
08.12. 2001 tarihli ve 24607
sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Türk Medeni Kanunu ile 4722 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun, 01.01.2002 tarihinde
yürürlüğe girmesinden sonra yeni uygulamaya giren kanunun evlenme raporu ile
ilgili maddelerinin uygulanmasından doğabilecek anlaşamazlıkların çözümlenmesi
ve konu ile ilgili yapılacak mevzuat çalışmalarına temel oluşturmak üzere
sağlık bakanlığınca danışma kurulu oluşturulmuş ve kuruldan görüş alınmıştır.
Buna göre evlenmeye engel
hastalıklar 123 v 124. maddede sayılan hastalıklardır. Danışma kuruluna göre bu
kanunda yer alan bu maddelerin güncel bilgiler ve yeni gereklilikler
doğrultusunda değiştirilmesi gerekmektedir. Ancak bu yenilik ve gerekliliklerin
evlenmeye engel hastalıkların sayısının arttırılması mı ya da azaltılması
yönünde mi olacağı konusunda açık bir ifade bulunmamaktadır. Ancak metinden evlenemeye
engel hastalıklar uygulamasının devam etmesi ve gerekirse bu hastalıklara yeni
hastalıkların eklenmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Kurul günümüzde hastalıkların
geçiş yolları ve tedavileri ile hastalıklardan korunma yolları konusundaki
bilgilerin geliştiği, bulaşıcı, genetik geçişli ve kronik hastalıklarla ilgili
pek çok riskin en aza indirildiği, bazılarının aşıyla önlenmesinin mümkün
olduğu, bazılarının ise kolayca tedavi edilebilir olduğunu vurgulamıştır.
Bununla beraber evlilik öncesi sağlık kurumlarına yapılacak başvuruların
bulaşıcı hastalıklar ve genetik geçişli hastalıklar konusunda danışmanlık
hizmeti verilmesi açısından bir fırsat olduğuna da dikkat çekilmiştir. Yalnızca
tedavi edici olmayan önleyici ve koruyucu sağlık hizmetlerini benimseyen bu
anlayıştaki yaklaşım tıp etiği ilkleri açısından da yararlılık ve zarar vermeme
ilkeleri ile özerklik ilkesi açısından uygun bir yaklaşımdır. Kişileri kendi
yaşamları konusunda karar verebilme, sağlık hizmetlerinden rahatça
yararlanabilme, kişilerin sağlıklarını koruma ve onları bu konuda önlemler
alabilecek duruma getirme açısından önem taşıyan danışmanlık hizmetinin ileri
sürülmesi bulaşıcı hastalıklara ve genetik geçişli hastalıkların önlenmesi
açısından önem taşımaktadır. Kurulun bu görüşü ve yaklaşımı desteklenmelidir.
Raporda kanun değişikliği ve
danışmanlık hizmetlerini tanımlayan bir yasal düzenlemenin hazırlanmasının kısa
sürede tamamlanacak çalışmalar olmadığı belirtilerek değişiklik çalışmaları
sürdürülürken uygulamayı yönlendirecek ve evleneme ile ilgili sağlık raporu
almak üzere yapılan başvurularda yapılacak muayene ve danışmanlık hizmetleri
ile gerektiğinde istenecek laboratuar uygulamalarını tanımlayacak bir kılavuz
hazırlanması gereği üzerinde de durulmuştur.
Bu süreçte hizmetin aksamaması
ve hizmete kolayca ulaşılabilmesi amacıyla bazı önerilerde bulunulurken
danışmanlık verilecek eş adaylarının birlikte çağrılması ve UHK’da belirtilen
hastalıklardan birinin var olup olmaması konusundaki muayeneye ek olarak AIDS,
Hepatit B ve C hastalıkları, ayrıca genetik ve kalıtsal hastalıklar ile ilgili
sorgulanmalı ve genel bir muayene yapılmalıdır. İfadesi kullanılmıştır. Burada
sorgulanmalı ifadesinin ne anlam taşıdığı açık değildir. Bu ifadeden bu
hastalıklar ile ilgili kişilerin teste tabi tutulması gerektiği sonucu
çıkarılmamalıdır. Bununla beraber bu şekilde bireyleri testlere zorlayacak bir
uygulama ancak kanunla düzenlenebilir. UHK 123 ve 124 dışında kalan
hastalıklardan hiçbiri evlenme engeli oluşturamaz. Kanunun saydığı hastalıklar
evlenme engeli oluşturduğundan ve talep edilen “rapor evlenmeye engel hastalığı
olmadığı” raporu olduğundan evlenme engeli yaratan hastalıklar konusunda
tüzükte belirtilen koşullarda test talep edilebilecektir.
Sadece
adı geçen hastalıklar konusunda bu çerçevede yapılacak incelemeler şekli
anlamda yasal açıdan bir sorun oluşturmamaktadır. Yasa düzeyinde hazırlanmış
bir yasal temele dayanılarak bu gibi işlemlerin yapılması sorun
yaratmayacaktır. Ancak yasal düzenlemenin ölçülülük ve orantılılık açısından
sorgulanması gerekmektedir. Öncelikle ulaşılmaya çalışılan amaç toplumda
hastalığın yayılmaması ve evlenecek eş adaylarının sağlığının korunması ise
başvuruya gelen kişilerin evlilik öncesi bir beraberlik yaşamış olmaları ve
evlilik öncesi cinsel ilişki yaşamış olmaları ihtimali göz ardı edilmiştir. Bu
çerçevede hastalığın bulaşmış olma riski her zaman vardır. Bu durumda kişileri
talepleri olmadan dolaylı da olsa zorunlu teste göndermenin kişilere ve topluma
sağlayacağı herhangi bir yarar olmayacaktır. Bu çerçevede tartışılması gereken
bir diğer konu da evlenmeye engel hastalık kavramıdır. Bulaşıcı da olsa bir
hastalığı bulunan kişinin evlenmesine engel olmak etik ve hukuk açısından
tartışılması gereken bir konudur. Bireyin yaşamında seçim yapma hakkı engellenmiş
olmaktadır. Bununla beraber resmi bir şekilde evlenmesinin önüne geçilebilse de
bireylerin beraber yaşamlarının önüne geçebilecek herhangi bir engel
bulunmamaktadır. Bu durumda da hastalığın bulaşmasının önüne geçilemeyecektir.
Amaca ulaşmak açısından elverişli bir yöntem olduğu söylenemez. Bu çerçevede
şekli olarak yasal olan bu uygulamaların aslında amaca ulaşmak açısından uygun
olmadığı söylenebilir.
Adı geçen diğer hastalıklar
konusunda danışmanlık hizmeti verilmesi ve bu konuda başvuran eş adaylarının
talebi bulunması halinde test yapılabilmesi mümkün olmalıdır. Yasal olarak eş
adaylarını Kanunda yer alan evlenme engeli yaratabilecek hastalıklardan başka
bir hastalık için teste zorlamak mümkün değildir. Eş adaylarını teste zorlamak
kişilik haklarına yönelik bir sınırlama olduğu için bunun kanunla ve Anayasada
yer alan orantılılık ve ölçülülük ilkeleri çerçevesinde hazırlanması gerekir.
E. Suçun
Bildirimi
Sağlık çalışanlarının sağlık hizmeti verdikleri süreçte
karşılaştıkları olgunun adli olup olmadığı konusunda bir ayırım yapmak ve adli
olgularda yasalar çerçevesinde bildirim yapma yükümlülüğü de bulunmaktadır.
Ancak bu bildirimde bulunma yükümü bazı durumlarda sağlık çalışanlarının etik
ilkeleri ile çelişebilmektedir.
TCK/2004’ün 280. maddesinde “Sağlık Mensuplarının Suçu Bildirmesi” ile
ilgili hükme yer vermektedir. Bu madde eski yasadaki 530. maddede olduğu gibi
sağlık mesleği mensubuna mesleğini yürüttüğü süreçte suç mağdurunun başvurusu
halinde suçu bildirme yükümlülüğü getirmektedir. Ancak burada suçlar arasında
bir ayırım yapılmadan, her türlü suçun bildirimi zorunluluğu getirilmektedir.
280. maddeye göre sağlık kumruna başvuran kişinin mağdur olması durumunda suç
ihbarının yapılması zorunluluğu bulunmaktadır. Madde bu konuda sağlık meslek
mensubuna karar verme veya inisiyatif kullanma ya da mağdurun / hastanın
talebini öğrenme ve buna uygun davranabilme hakkı tanımamıştır. Örneğin aile
içi şiddet gibi sıkça karşılaşılabilecek durumlarda hastanın talebi olmamasına
rağmen suçun bildirilmesi zorunluluğu doğmaktadır. Bu konuda bazı sınırlamalara
gidilmesi mağdurun taleplerinin de değerlendirilmesi sağlık mesleği
mensuplarının bu talepler çerçevesinde hareket edebilme imkanının sağlanması
mağdur/hasta açısından daha yararlı sonuçlar sağlayacaktır.
Kamu yararı için hastanın /
mağdurun sır hakkına üstün bir hakkın var olduğu ileri sürülerek hastanın /
mağdurun talebi olmamasına rağmen suçun bildirimi söz konusu olabilir. Ancak bu
konuda kesin ve katı sınırların çizilmesi sağlık çalışanı-hasta ilişkisi, hastanın
mahremiyet hakkı, hastanın sağlık hizmetlerinden serbestçe yararlanma hakkı
açısından sorunlara neden olabilecektir.
1. Reşit Olmayanla Cinsel İlişki Suçu
TCK/2004’ün 104. maddesine göre
15 yaşını bitirmiş olan ve reşit olmayan kişiyle cinsel ilişki suç
oluşturmaktadır. Bu durumda örneğin üreme sağlığı hizmetlerinden yararlanmak
üzere başvuran 15 yaşını tamamlamış bir kadının cinsel ilişkiye girmiş
olmasının da bildirimi gerekecektir. Çünkü onunla ilişkiye giren kişi bir suç
işlemiştir ve bunun bildirimi gerekmektedir. Madde bu haliyle kişilerin üreme
sağlığı hizmetlerinden yaralanmalarının önünde engel oluşturacaktır. Gençler bu
yaşlarda aileleri ile bu gibi konularda paylaşım eğiliminde olmamaktadır. Bu
gibi davranışlarının suç konusu olduğu ve bildirilmesi gerektiği yönündeki bir
düzenleme gençlerin üreme sağlığı hizmetlerinden yararlanmaları önünde engel
oluşturacaktır. Ana-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezleri Yönetmeliği’nde[5] de
merkezlerde verilen hizmetin mahremiyete ve gizliliğe saygı gibi tıp etiği
ilkelerine uygun verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu hüküm bu merkezlerden
hizmet alınması açısından önem taşıyordu. Bu konuda hastaların güven duyması bu
merkezlerden hizmet alınmasını kolaylaştıracaktır. Ancak suçun bildiriminin kapsamının
geniş tutulması bu konuda engellere neden olacaktır. Örneğin gençler, ciddi
sosyal ve psikolojik sorunların önlenmesinde önem taşıyan güvenli cinsellik,
gebeliği önleyici yöntemler, gibi konularda danışmanlık, hizmet ve bilgi
almaktan kaçınacaklardır. Cinsel özgürlük ve bunu bilinçli olarak yaşamak
konusunda önemli sorunlar getirebilecek bu hükmün topluma ve bireylere yarar
sağlayacak, toplumsal ve bireysel özgürlüğü dengeleyecek şekilde düzenlenmesi
gerekir.
2. Uyuşturucu Kullanımı
Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek
veya bulundurmak başlığı altında 191. maddede kullanmak üzere uyuşturucu
madde kabul eden veya bulundurmak suç oluşturmaktadır. Bu durumda uyuşturucu
kullanan kişi kullanmadan dolayı değil kullanmak üzere uyuşturucu kabul etmek
veya satın almış olmaktan suç işlemiş olacaktır. TCK/2005’in 280. maddesi
gereğince suçun bildirim yükümlülüğü bulunmaktadır. Sağlık hizmetlerinden
yararlanmak üzere başvuran kimselerin, öyküleri alınırken bu gibi bilgilerin verilmesi
önemli olabilir. Öyküleri alınan bu
kişilerin uyuşturucu kullandığı ya da kullanmak üzere bulundurduğu anlaşılınca
bu bilgilerin bildirimi gerekecektir. Bu durumda sağlık hizmetlerinden
yararlanmak isteyen kişiler bu gibi konularda doğru bilgi vermekten
kaçınacaktır. Etkin tedavinin sağlanması ve güven ilişkisi açısından sakıncalı
durumlar doğacaktır.
Uyuşturucu kullanımında hastanın
yararının sağlanması ve zarar görmemesi için personele bir seçim hakkının
tanınması gerektiği savunulmakla beraber hastanın uyuşturucu kullanmaya
zorlandığı durumlarda bildirimin bir sakınca yaratmayacağı düşünülmektedir.
II. HASTA
KAYITLARININ PAYLAŞIMINDA ETİK VE YASAL SORUNLAR
Hasta
kayıtlarının başka kişi veya kurumlarla paylaşılması gerekebilir. Örneğin bazı
durumlarda yasalar kayıtların bazı kurumlarla paylaşılmasını öngörebilir. Bu
çerçevede “Sağlık Çalışanları İçin Sağlık
Hizmetinde Gizliliğe ve Mahremiyete İlişkin Avrupa Rehber Kuralları[6]”
sağlık çalışanlarının hastaları bilgilendirilmesini öngörmektedir. Buna göre
hastalara, hangi bilgilerin kaydedildiği, bu bilgilerin kaydedilme nedenleri,
bu bilgilerin açıklanmaması için ne gibi bir korumanın bulunduğu konusunda
bilgi verilmesi gerekir. Bununla beraber rehber hastaya, genellikle hangi tip
bilgilerin paylaşıldığı, bu bilgilerin açıklanmasını hükme bağlayan özel yasa
ve düzenlemeler, varsa bunlar hakkında da bilgi verilmesini öngörmektedir. Aynı
rehberde ayrıca hastaların sağlık hizmeti sürecinde kendileri ile ilgili
tutulan kayıtlara ulaşabileceği ve düzeltme talep edebileceği, gibi konularda
da bilgi verilmesini önerilmektedir.
Rehberde
kayıtların korunması kullanımı ve açıklanması konusunda üç alan belirlenmiştir.
Bu alanların başında hastaların sağlık hizmeti için bilgilerinin korunması,
kullanılması ve açıklanması gelmektedir. Rehbere göre burada hastanın ya da
yasal temsilcisinin hastanın bireysel sağlık hizmeti için hangi bilgilerinin
paylaşılması gerektiği konusunda bilgilendirilmelidir. Bu konularda
bilgilendirilmiş olmaları şartıyla sağlık hizmeti için “açık onam” gerekli değildir. “İma
edilen onam” yeterlidir. Doğrudan hastanın sağlık hizmetleri için hastanın
açık onam vermesi aranmaktadır. Doğrudan hastanın sağlık hizmetleri ile ilgili
olan Klinik denetlemelerde, hastanın bakımını üstlene kişilerin
bilgilendirilmesinde, merciler arası ilişkilerde, konsültasyonlarda, hastanın
bilgilerinin paylaşımı konusunda hastanın veya yasal temsilcisinin onamının
alınmasına dikkat edilmelidir. Hastanın veya yasal temsilcisinin onam vermeyi
reddettiği halellerde, daha önemli bir yarar bulunmuyorsa hastanın bu talebi
kabul edilmelidir.
Rehberin
öngördüğü hastaların doğrudan sağlık hizmeti ile ilgili olmayan (ikincil)
amaçlar için bilgilerin korunması ve açıklanması halinde ise hastanın ve ya
yasal temsilcisinin açık onamının alınması gerektiği rehberde belirtilmektedir.
Buna göre hasta veya yasal temsilcisi onam verirse sağlık hizmetine yönelik her
bir amaç için en az seviyede hasta tanımlayıcı bilgisi verilmelidir. İkincil amaçlar için bilgilerin verilmesi
sürecinde sağlık çalışanlarından hasta konusunda en az bilginin verilmesi için
çaba sarf etmesi gerektiği de belirtilmiştir.
Hasta dosyalarının üçüncü kişi
veya kurumlarla paylaşımının bazı durumlarda hastanın özel yaşamının ihlaline
neden olabileceği gibi doğrudan hastaya vereceği zararlar da olabilecektir.
A. Yargı Talepleri ve
Bilgilerin Yargıya Sunulması
Hastaya ait kayıtların
açıklanabileceği durumların arasında yargının talepleri de bulunmaktadır. Ancak
yargı taleplerinin hasta ile ilgili kayıtlar konundaki taleplerinin
sınırlarının belirlenmesi hastaların özel yaşamlarının sağlanması açısından
önem taşımaktadır. Yargı tarafından bilgi talep edilmesi halinde bilgilerin
örneğin hastaya ait kayıtların mahkeme tarafından talep edilmesi halinde
bilgilerin ve kayıtların mahkemeye sunulması gerekir. Örneğin CMK 161/4’e göre
kamu görevlileri, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi
ve belgeleri talep eden Cumhuriyet Savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle
yükümlüdür. Aynı maddenin 3. fıkrasında bu taleplere uyulmaması halinde
Cumhuriyet Savcılığınca soruşturma başlatılacağı belirtilmektedir. Yine CMK’nın
332. maddesine göre suçların soruşturulması ya da kovuşturulması sırasında
Cumhuriyet Savcısı, hakim veya mahkeme tarafından yazılı olarak istenen
bilgiler ile ilgili on gün içerisinde cevap verilmesi gerekmektedir. Mahkeme ya
da savcılığın talepleri üzerine hastaların bilgilerinin verilmesi bilgilerin
açıklaması suçunu oluşturmayacaktır. Bunun dışında kolluğun ya da başka bir
makamın talebi üzerine bilgilerin açıklanması bu suçu oluşturacaktır. Yargıya
yansıyan durumlarda hasta dosyasının yargıya sunulmasında adaletin sağlanması
amaçlanırken hastaya sağlanan yarar ile orantısız bir zararın verilmesi de
mümkün olabilir. Bu nedenle konunun özellikle ayrımcılık ve damgalamayı
getirebilecek bazı durumlarda daha duyarlı hükümler ile düzenlenmesi
gerekmektedir. Örneğin dosya içeriğinde yer alan ve bireyin HIV’le yaşayan bir
kişi olduğunu içeren bilginin dava konusu olayın aydınlatılmasında herhangi bir
önemi bulunmuyorsa bu bilginin açıklanmaması sağlanmalıdır. İnsan Hakları
Avrupa Mahkemesi’ne (İHAM) yansıyan bir olayda
HIV ile yaşayan başvurucu ve eşinin sağlık durumları
ile ilgili belgeler mahkemede delil olarak kullanılmak üzere istenmiştir. Bu
belgeler hekim tarafından başvurucunun izni olmadan verilmiş ve belgeler
mahkeme dosyasına eklenmiştir. Sağlık bilgileri üzerindeki gizliliğin on sene
sonra kalkması nedeniyle mahkeme kararında başvurucunun kimliği ve sağlık
durumu aleni olarak belirtilecektir. Başvurucu bu konuları dava konusu
yapmıştır. Mahkeme başvurucunun hekiminin delil sunma zorunluluğunu sözleşme
ile uyumlu bulmuştur. Başvurucunun sağlık raporlarına el konulmasını da
tedbirin varılmak istenen meşru amaçla orantılı olduğuna karar vermiştir. Tıbbı
verilerin on yıl sonra aleni olması noktasında ise, bu süre içinde o kişinin
hala hayatta olma ihtimalinin olmasından hareketle, bilginin daha uzun süre
gizli kalması gerektiğini belirtmiş ve sözleşmeye aykırı bulmuştur. Nihayet
basının da ulaşabileceği şekilde temyiz mahkemesinin karar metninde
başvurucunun kimliği ve sağlık durumunun yer alması mahkeme tarafından
8.maddenin ihlali olarak görülmüştür.
Mahkeme bu kararında kişisel ve
tıbbi bilgilerin korunması 8. maddede yer alan özel ve aile hayatının korunması
kavramı içinde yer aldığını belirtmiştir. Mahkemeye göre “Sağlık bilgilerinin güvenliğinin sağlanması üye devletler için hayati
bir önem taşımaktadır.” Yine mahkemeye göre “bu önem sadece hastanın özel hayatına saygı duyma anlamında değil
genel olarak tıp mesleği ve sağlık hizmeti ile de ilgilidir.” Mahkeme
kişisel ve tıbbi verilerin güvenliğinin sağlanmaması durumunda, tıbbi yardıma
ihtiyacı olanların tıbbi yardımdan uzak durabileceğini belirtmiştir. Mahkeme aynı kararında bu durumun,
sadece söz konusu kişilerin sağlığını tehlikeye atmakla kalmayacağını bulaşıcı
veya salgın hastalık halinde, toplumun sağlığını da tehlikeye atacağını
vurgulamıştır. Kararda, Avrupa Konseyi bünyesinde kabul edilen iki belgeye
göndermede bulunulmuştur. Bunlardan ilki Türkiye’nin de taraf olduğu “Avrupa Konseyi 1981 Kişisel Nitelikteki
Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Şahısların Korunmasına Dair
Sözleşmesi” ikincisi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Tavsiye Kararı
(R89/149 Ve Sağlık Hizmeti Ve Sosyal Alanda HIV Enfeksiyonunun Etik Konuları).
Mahkemenin bu yaklaşımının amacının 8. madde aracılığı ile Avrupa Konseyi
bünyesindeki metinlerin etkili hale getirilmesi olduğu belirtilmektedir.
B. Hasta Kayıtlarının Sigorta Şirketi veya İşveren ile Paylaşılması
Hasta kayıtlarının kurum ve
kişiler ile paylaşılması hastaya özel yaşamının ihlali yanında maddi zararlar
da verebilir. Örneğin bu kayıtların işverenle paylaşılması hastanın işini
kaybetmesine ya da daha az bir ücretle çalışmak zorunda bırakılmasına neden
olabilir.
Sigorta şirketlerine verilen
bilgiler de hasta açısından pek çok zarara neden olabilir. Sigorta şirketlerine
verilen hastalarla ilgili bilgiler genellikle bilgisayar ortamında saklanmakta
ve hastanın bilgisi ve izni olmadan diğer sigorta şirketleri ve hastanın
işverenine ulaşabilmektedir.
Bir işverene veya sigorta
şirketine karşı sorumluluğu olan, sağlık birimlerinin / kurum adına çalışan
hekimlerin, hastaları / işçileri muayene sırasında sahip oldukları bilgileri
yasal zorunluluk veya hastaların önceden verilmiş yazılı onamları olmadıkça
diğer kişilere açıklayamamalıdır. Buna göre, hasta / işçi, hekime kendisi ile
ilgili bilgileri işverenine / olası işverenine açıklayabileceği konusunda yetki
vermiş ise, hekim bu üçüncül kişilere -hastaya ait tüm bilgileri değil- sadece
verilmesi gereken bilgileri verebilir. İşçinin, işi nedeni ile oluşan bir
meslek hastalığı veya yaralanması söz konusu ise hekim işverene hasta hakkında
bilgi vermek yerine, bu bağlamda işçinin bağlı olduğu çalışma yasasının /
tazminat yasasının gerekleri çerçevesinde hareket etmelidir. İşçilerin sağlığı
ile ilgili istatistiksel tüm verilerde ise işçilerin kimlikleri verilmemelidir.
Hastaya ait bilgiler sigorta
şirketi temsilcilerine ancak hastanın veya yasal temsilcisinin onamı var ise
açıklanabilir.
C. Tanıklıktan Çekinme
Yargı tarafından sağlık mesleği
mensubu tarafından tanıklık etmesinin istenmesi durumunda meslek mensubu
tanıklıktan çekinme hakkını kullanmalıdır. Gerek hukuk muhakemelerinde gerekse
ceza muhakemelerinde sağlık mesleği mensuplarına tanıklıktan çekinme yetkisi
tanınmıştır. Sağlık meslek
mensuplarının tanıklıktan çekinmesi yargı makamlarının talepleri çerçevesinde
hastalara ait bilgilerin açıklanabilmesi çerçevesinde tartışılması gereken
konulardan biridir.
Kural olarak herkesin mahkeme
tarafından talep edilmesi halinde tanıklık yapma zorunluluğu vardır. Ancak Türk
hukukunda bazı kişilerin tanıklıktan çekinebileceği konusunda hükümler
bulunmaktadır. Örneğin Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) ve Ceza
Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) yer alan bazı hükümler meslek mensuplarına
tanıklıktan çekinme hakkı tanımıştır.
Tanıklıktan çekinme, meslek
sırrının sağlanmasında önemlidir. Tanıklıktan çekinme ile meslek sahibinin
mesleğini yürüttüğü sırada öğrenilen ve sır niteliği taşıyan bilgilerin meslek
sahibi tarafından hiçbir kimse ya da kurum önünde açıklanmaması sağlanır.
Özellikle yargılamanın açık yapıldığı durumlarda meslek sahibinin öğrendiği
sırlarla ilgili tanıklık yapması halinde sır sahibine ait gizli bilgiler
herkesçe bilinebilecek bir duruma gelmektedir. Bu nedenle genel olarak meslek
sahiplerinin tanıklıktan çekinebilecekleri öngörülmektedir. Bu bağlamda CMK’nın
(m. 46) meslek mensuplarının tanıklıktan çekinmesine izin veren maddesinin gerekçesinde
tanıklıktan çekinme yetkisinin güven verdikleri halde hizmet verebilecek meslek
mensuplarına tanındığı belirtilmektedir. Bu maddenin gerekçesine göre
tanıklıktan çekinme yetkisinin tanınmasında göz önünde bulundurulan ölçüt
“güven ilişkisidir”. Orantılılık ilkesi gereği maddi gerçeğin ortaya
çıkarılması ile güven ilişkisi karşılaştırıldığında güven ilişkisi ağır
bastığından meslek mensuplarına tanıklıktan çekinme yetkisi tanınmıştır.
CMK’nın 46/b’de sağlık
personelinin tanıklıktan çekinmesi konusunda hüküm bulunmaktadır. Buna göre “hekimler diş hekimleri, eczacılar, ebeler
ve bunların yardımcıları ve diğer bütün tıp ve meslek veya sanatları
mensuplarının, bu sıfatları dolaysıyla hastaları ve bunların yakınları hakkında
öğrendikleri bilgiler” konusunda tanıklıktan çekinebilirler. Aynı maddenin
2. fıkrasına göre avukatlar, veya stajyerleri veya yardımcılarının sır
sahibinin onamı olsa bile tanıklıktan çekinebilecekleri belirtilirken içine
sağlık mesleği mensuplarının da dahil olduğu diğer meslek mensupları sır
sahibinin onamı olması halinde tanıklıktan çekinemeyecektir. Madde bu haliyle,
hekimin veya diğer sağlık mesleği mensuplarının hastanın onamının bulunmasına
halinde, tanıklıktan çekinme hakkını engellemiştir. Sağlık meslek mensuplarının
bu durumda hastanın yararını için veya hastanın zarar görmemesi için hareket
etme olasılığı kaldırılmıştır. Avukat, ve stajyerleri ile yardımcılarına
tanınan sır sahibinin onamına rağmen tanınan tanıklıktan çekinme yetkisi sağlık
mesleği mensuplarına da hastanın yararına olması koşulu ile tanınmalı idi.
Hukuk muhakemesinde de meslek
mensuplarına tanıklıktan çekinme yetkisi tanınmıştır. HUMK (Madde 245/4)“Memuriyet ve sanat ve meslekleri
itibariyle bir kimsenin sırrını bilenler, şu kadarki, o kimse muvafakat ederse
şahadetten imtina edemezler.)” HUMK’un bu hükmü meslek sahiplerine
tanıklıktan çekinme hakkı tanımaktadır. Bu maddeye göre memuriyet, meslek ve
sanatını icara eden herkes tanıklıktan çekinebilecektir. Hukuk Muhakemeleri
Kanun Tasarsısı’nın 252. maddesi “kanun gereği veya nitelikleri bakımından
sır olarak korunması gereken bilgiler hakkında tanıklığına başvurulacak kişiler
bu hususlar hakkında tanıklıktan çekinebilirler..”. ifadesine yer
vermiştir. Hastaların özel hayatına ilişkin bilgilerin açıklanması yasa tüzük
ve yönetmeliklerle engellenmeye çalışılmıştır. Bu durumda sağlık mesleği
mensuplarının hastalar ile ilgili öğrendiği bilgiler kanun gereği korunması
gereken bilgiler arasında değerlendirilir. Bu çerçevede sağlık mesleği
mensupları bu bilgiler ile ilgili tanıklık yapmaktan çekinebilecektir.
5.5.5.
HIV/AIDS VE ÇALIŞMA YAŞAMI
HIV/AIDS’li kimselerin hak ihlallerine sıklıkla uğradığı
alanlardan biriside iş ve çalışma ortamıdır. Hak ihlallerinin önemli bölümü
HIV/AIDS’li bireylerin iş ve iş ortamından uzaklaştırmaya yönelik ayrımcı
davranışlardır. Çoğu zaman işverenlerin HIV/AIDS’li bireylerin iş akitlerini
doğrudan veya dolaylı yollarla feshe yöneldikleri gözlemlenmektedir. Yasaların
doğrudan fesih olanağını tanımadığı durumlarda iş akdi kanunda yer alan başkaca
fesih sebeplerinden biri veya birkaçının kullanılması yoluyla sona erdirilmeye
çalışılmaktadır.
Ülkemiz çalışma hayatını düzenleyen yasalarda, HIV/AIDS’li
bireylere yönelik ayrımcılık içeren bir düzenlemenin olmadığı görülmektedir.
Ancak mevzuattaki bazı hükümlerin zorlama yolu ile dahi olsa ayrımcılık ve
dışlama tahtında kullanılabileceğinden endişe edilmelidir.[7]
22.05.2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. ve 25
maddeleri sağlıkla ilgili haklı nedenlerle iş akdinin işçi ve işverence derhal
feshetmesine olanak tanıyan düzenlemeler içermektedir. 4857 sayılı İş
Kanunu’nun 24. maddesinde yer alan ve işçinin haklı nedenle derhal fesih
(bildirim önellerine uymaksızın) hakkını düzenleyen hükmünün HIV/AIDS’li olan
işveren aleyhine kullanılması olasılığı, işverenin ekonomik ve sosyal konumu
dikkate alındığında, oldukça düşüktür. Ancak kanunun aynı maddesinde yer alan;
“…başka bir işçi bulaşıcı veya işçinin
işi ile bağdaşmayan bir hastalığa tutulursa” hükmü, işçinin HIV/AIDS’li
olan diğer işçinin durumunu haklı nedenle derhal fesih (bildirim önellerine
uymaksızın) hakkının kullanması gerekçesi ile zorlanabilecektir.
Diğer düzenleme ise, işverenin haklı nedenlerle derhal
fesih hakkını düzenleyen 4857 sayılı İş Kanunu 25. maddede yer almaktadır.
Düzenlemeye göre, hastalıkların tedavisinin belli süreleri aşması durumunda
işverene haklı fesih hakkı tanınmakta, ayrıca hastalık sebebiyle işine devam
edemeyen işçinin ücrete hak kazanmayacağı hüküm altına alınmaktadır. Bu haliyle
yasa, tedaviye muhtaç olan HIV/AIDS’li bireyler için işten çıkarım sebebi
olabilecek niteliktedir.[8]
Bu tür zorlama yorumların ortaya çıkmasını engelleyecek
olan mahkemelere görüş bildirecek olan bilirkişilerin raporları ve Yargıtay
içtihatlarının konuyu açıklıkla çözümleyen kararları olacaktır. Nitekim
Yargıtay; “Somut olayda unlu mamuller
üreten işyerinde üretim hattında çalışan davacı işçinin "ağır işlerde
çalışamayacağı, normal işlerde çalışmasına bir engel olmadığı" yönünde
verilen Sağlık Kurulu raporu üzerine iş akdi 4857 sayılı kanunun 25. maddesine
istinaden işveren tarafından feshedilmiştir. Ancak bu halde bile fesih son çare
olmalıdır. İşyerinde davacı işçinin çalışabileceği bir iş olup olmadığı
araştırılmalıdır.” [9] hükmünü içeren bir kararında
konuya hassasiyetle yaklaşarak olumlu yönde bir karar vermiştir. Bu ve benzeri
kararlarla HIV/AIDS’li işçinin sağlık durumuna uygun bir işin işyerinde
bulunduğu durumlarda iş akdinin feshedilmesi olanağı sınırlanmış olacaktır.
4857 sayılı İş Kanunu’nu ile getirilen iş güvencesi
hükümleri, iş akdinin işverence haksız olarak feshedildiği durumlarda işe iade
davası açabilmekte, işverenin işe iade kararını uygulamamsı halinde ise çalışma
sürelerine göre değişen oranlarda tazminat talep edebilmektedir. Ancak
mahkemece işe iade kararının verildiği durumlarda işverenler işçinin işe iade kararını
uygulanmak yerine tazminat ödemeyi ve iş akdini feshetmeyi tercih
etmektedirler. Bu nedenle iş güvencesi düzenlemelerinin işçi bakımından mutlak
bir koruma sağladığından bahsetmek mümkün değildir. İşçinin iş akdinin her
türlü ayrımcılık içeren bir nedenle feshedildiği durumlarda, işe iade kararının
uygulanmaması nedeni ile ödenmesine karar verilen tazminat dışında, özel bir
“kötü niyet tazminatı” veya benzer tazminatın İş Kanunu’nda caydırıcı olarak
düzenlenmesinde fayda bulunmaktadır.
Bu itibarla belki de yapılması gereken, HIV/AIDS’li
kişilerin özürlü statüsünden yararlandırılmalarıdır. Çünkü ülkemizde olduğu
gibi birçok ülkede özürlülerin iş güvencesi diğer ücretli işçilere nispeten
daha geniş kapsamlı olarak kanunen düzenlenmiştir. Başka bir ifadeyle genel iş
güvencesi kapsamında çalışmakta olan özürlüler, bunun yanında bazı ilave
koruyucu hükümlerle özel olarak koruma altına alınmıştır. Örneğin bazı Avrupa
ülkelerinde, iş ilişkisi bildirimli fesih yolu ile son bulan özürlülere, var
olandan daha uzun süreli ihbar önelleri verilmektedir. Bunu yanı sıra, haksız
fesih hallerinde mevcut tazminat miktarının iki katı kadar ödeme yapılmasını
öngören düzenlemeler bulunmaktadır.[10]
Bazen ihtiyaç duyulan kanunların olmaması ya da toplumun
ekonomik ve sosyal yapılarındaki gelişim ve oluşumlara yeterince cevap
verememesi sonucunda, birçok sosyal sorunun çözümü ertelenmektedir. Yasaların,
toplumun değişen şartları karşısında değiştirilmeleri veya yeni düzenlemelerin
yapılması kaçınılmazdır. HIV/AIDS’li bireylerin istihdamını kolaylaştıran
kanuni düzenlemelerin yapılmaması halinde, bu kişilerin emek piyasasında normal
şartlarda iş bulmaları zordur. Çünkü bu kişiler, tıpkı özürlüler gibi, özel
durumları sebebi ile engellenmiş durumdadırlar ve bundan dolayı da, engel
teşkil eden unsurların tümüyle veya bir bölümünü ortadan kaldıracak tedbirler
alınmadıkça, büyük bir ekseriyetinin çalışma hayatında yer alabilmeleri imkan
dışıdır.
Almanya’da, çalışan özürlü bir işçinin iş akdinin
feshinden önce işveren, özürlülerden sorumlu idareden izin almak zorundadır. Bu
idari birim, ancak makul bir sebep öne sürülebildiği durumlarda özürlü işçinin
işten uzaklaştırılmasına onay vermektedir.
HIV/AIDS’li bireylerin çalışma ve sosyal hayatta
özürlülerin statüsünden yararlandırılmasına ilişkin düzenleme, 1995 tarihli
Özürlülerin Ayrımcılıktan Korunması Kanunu’nda 2005 senesinde yapılan
değişikliklerle İngiltere’de kabul edilmiş bulunmaktadır. Yasanın, özürlülüğün
tanımının yer aldığı 18. maddesinde yapılan değişiklik ile, kanser, HIV(+) ve
MS olan kişilerin de bu kanun kapsamında özürlü kabul edilmelerine olanak
tanınmıştır. Benzer bir düzenlemenin ülkemiz mevzuatına da kazandırılması,
HIV/AIDS’li bireylerin iş yaşamı ve ekonomik hakları açısından etkili
olabilecektir.
Uluslar arası Çalışma Örgütü(İLO) tarafından hazırlanan 2001 tarihli, “HIV/AIDS ve çalışma
yaşamıyla ilgili ILO uygulama ve davranış kuralları” nı içeren raporda ise,
çalışma yaşamında HIV/AIDS yönünden ayrımcılık yaşanmaması için alınması
gereken somut tedbirler dile getirilmektedir. Bu somut tedbirler kısaca
belirtilmeden önce, önemli olduğu gerekçesiyle, raporda HIV/AIDS’in işyeriyle
ilgili bir sorun olarak kabul edilmesine yönelik anlayışı ortaya koyan
düzenlemeye atıf yapmakta yarar görülmektedir. Raporun 4.1. maddesinde yer alan
düzenlemeye göre; “HIV/AIDS, işyeriyle ilgili bir sorundur, ve bu nedenle bu
soruna da işyeriyle ilgili başka herhangi bir ciddi hastalıkta/durumda nasıl
yaklaşılıyorsa öyle yaklaşılmalıdır. Böyle bir yaklaşım, sorun yalnızca
işgücünü etkilediği için değil, aynı zamanda yerel topluluğun bir parçasını
oluşturan işyerinin salgının yayılmasını önleme ve etkilerini azaltma açısından
oynayacak önemli rolü olması açısından da gereklidir.” İşyerlerinin HIV/AIDS’le
mücadelede somut adımların atılacağı bir alan olarak kabulü ve bu anlamda
işyerine bir görevin yüklenmesi, gerek salgının önlenmesi gerekse de vaki
ayrımcılığın engellenmesi açısından oldukça önemli felsefik bir yaklaşımdır.
Bu genel yaklaşımın yanında, raporda belirlenen somut
öneriler ise şöylece sıralanabilir;
-
Gerçek ya da yakıştırılan HIV enfeksiyonu nedeniyle
çalışanlara yönelik herhangi bir ayrımcılık engellenmelidir,
-
HIV’ın bulaşmasını 1981 tarih ve 155 sayılı Mesleki
Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi hükümleri uyarınca önleme açısından, çalışma
ortamının bütün taraflar için mümkün olduğunca sağlıklı ve güvenli hale
getirilmesi gerekir,
-
HIV/AIDS muayenesi, iş için başvuran ya da halen
çalışan insanlardan talep edilmemelidir,
-
İş için başvuranlardan ya da çalışanlardan HIV’la
ilgili kişisel bilgi vermelerini istemenin herhangi bir gerekçesi olamaz.
Ayrıca, çalışanların da bu tür bilgileri iş arkadaşlarına verme gibi bir
yükümlülükleri olamaz. Bir işçinin HIV’la ilgili konularda kişisel verilerine
erişim gizlilik kurallarıyla sınırlanmalı, ILO’nun 1997 tarihli “çalışanlara
ilişkin özel bilgilerin gizli tutulmasıyla ilgili kuralları”na uygunluk
taşımalıdır,
-
HIV enfeksiyonu, işten çıkarma için bir gerekçe olamaz.
Başka durumlardaki insanlarda olduğu gibi HIV’la ilgili sorunu olan işçiler de,
tıbben buna yeterli oldukları sürece var olan uygun işlerde
çalışabilmelidirler,
-
HIV’lı olanlar dahil bütün işçiler kendi imkanları
içinde ilgili sağlık hizmetlerine ulaşabilmelidir. Bu konumdakilere karşı herhangi
bir ayrımcılık gözetilmemeli; onlara bağımlı durumda olan kişiler de sosyal
güvenlik kapsamındaki hizmetlerle mesleki programlardan yararlanabilmelidirler,
-
Hükümetler, ülke ölçeğindeki HIV/AIDS mücadele
stratejisi ile ilgili programlar arasında tutarlılık sağlamalı, bu arada
çalışma yaşamının da ulusal planlarda yer almasının taşıdığı önemi
görmelidirler. Bu bağlamda, örneğin, ulusal AIDS konseylerinde işverenlerin,
işçilerin, HIV/AIDS’lilerin ve bu arada çalışma ve sosyal güvenlik konuları ile
ilgili bakanlıkların temsilcilerinin de yer almaları sağlanabilir,
-
Hükümetler, ulusal yasa ve yönetmelikler çerçevesinde
sağlanan yardım ve hizmetlerin en az diğer ciddi hastalıklardan zarar görenler
kadar HIV/AIDS’lileri de kapsamasını sağlamalıdırlar. Hükümetler, sosyal güvenlik programlarını
geliştirip uygularlarken, hastalığın kesintili biçimde ilerleyen özelliğini de
dikkate alıp, programları buna göre hazırlamalıdırlar. Örneğin, hizmetleri ve
yararları bunlara gereksinim doğduğunda sağlamak ve talepleri hemen karşılamak
bunlar arasındadır.
-
Hükümetler, mümkün olduğu durumlarda, sosyal taraflar
ve diğer ilgililere de danışarak, HIV/AIDS’in mali uzantılarına ilişkin
tahminler de yapmalı, gerekli olduğu yerlerde sosyal güvenlik sistemleri de
dahil olmak üzere ülke ölçeğindeki stratejik AIDS planlarına yerel ve
uluslararası finansman sağlanması için çaba göstermelidirler.
-
Hükümetler, sosyal taraflara ve HIV/AIDS konusundaki
uzmanlara da danışarak, işyerindeki ayrımcılığı ortadan kaldırmak, işyerlerinde
gerekli önlem ve korunmaları sağlamak üzere ilgili yasal düzenlemeleri
geliştirmeli, gerektiğinde çalışma yasalarıyla diğer mevzuatta değişikliklere
gitmelidirler.
-
Yetkililer, HIV/AIDS ve çalışma yaşamı ile ilgili yasal
düzenleme ve yönetmeliklerin en etkili biçimde nasıl yaşama geçirilebileceği
konusunda işverenlere ve çalışanlara teknik bilgi ve danışmanlık
sağlamalıdırlar. Yetkililer, işyeri/iş müfettişlikleri ve iş mahkemeleri gibi
kurum ve süreçlere ilişkin uygulamaları güçlendirmelidirler.
-
Hükümetler, bölgesel ve uluslararası düzeylerdeki
işbirliklerini hükümetler-arası kuruluşlar ve ilgili bütün taraflarla birlikte
geliştirip desteklemeli, böylece HIV/AIDS’e ve çalışma yaşamının
gereksinimlerine uluslararası planda önem verilmesini sağlamalıdırlar.
-
İşverenler, enfeksiyonun yaygınlaşmasını ve işçilerin
HIV/AIDS nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmalarını önleyici uygun politikaların
geliştirilip uygulanmasında çalışanlar ve onların temsilcileriyle işbirliği
içinde olmalıdırlar.
-
İşverenler, HIV/AIDS bağlantılı çalışma koşullarının
karşılıklı görüşülmesi sırasında ilgili ulusal yasa ve uygulamalara uygun
davranmalı, ulusal, sektörel ve işyeri/işletme bazındaki toplu sözleşmelerde
HIV/AIDS’le mücadele ve korunma hükümlerine de yer vermelidirler.
-
İşverenler, HIV/AIDS enfeksiyonu olan ya da bu
hastalıktan etkilenen işçilere karşı ayrımcılık içeren personel politikalarına
ve uygulamalarına yönelmemeli, bu tür politika ve uygulamalara izin
vermemelidirler.
-
AIDS’le ilgili bir durumu olan kişinin çalışamayacak
kadar hasta olması, bu arada uzatılmış hastalık izni gibi alternatiflerin de
tüketildiği durumlarda, iş ilişkilerinin ayrımcılık gözetmemeyi öngören ve
çalışma yaşamını düzenleyen yasalar çerçevesinde sona erdirilmesi ve bu sırada
genel usullerle diğer sosyal hakların tam olarak gözetilmesi gereklidir.
-
Çalışanların HIV/AIDS durumlarıyla ilgili bilgiler
kesinlikle gizli tutulmalı ve bu bilgiler tıbbi dosyalarda muhafaza
edilmelidir. Bu dosyalara kimlerin ulaşabileceği konusunda 1985 tarih ve 171
sayılı Mesleki Sağlık Hizmetlerine ilişkin Tavsiyelerle ulusal yasa ve
uygulamalar uyarınca davranılmalıdır. Bu tür bilgilere erişim yalnızca tıp
personeli ile sınırlı tutulmalı, bilgiler ancak yasal olarak zorunlu sayıldığı
hallerde ve ilgili kişinin onayı üzerine açıklanabilmelidir.
-
Çalışanların görevleri gereği insan kanı ve vücut
salgıları ile temasta oldukları işyerlerinde, bütün çalışanların Evrensel
Önlemler konusunda eğitim görmeleri için ek önlemler almaları, mesleki
kazalarda izlenmesi gereken usullerin herkesçe bilinmesini ve Evrensel
Kuralların her zaman gözetilmesini sağlamaları gerekmektedir. Bu önlemler için
gerekli tesis ve imkanlar da hazır olmalıdır.
-
İşverenler, AIDS’le ilgili hastalığı olan çalışanlara
gerekli kolaylıkları sağlayacak önlemleri işçi(ler) ve temsilcileri ile
istişare halinde almalıdırlar. Bu tür önlemler arasında çalışma saatlerinin
yeniden düzenlenmesi, özel donanım, dinlenme araları, doktor-hastane
randevuları için izin, esnek uygulanan hastalık izinleri, yarım zamanlı çalışma
ve işe yeniden dönme vb. yer alabilir.
-
Özel ve istisnai durumlar dışında, HIV testleri
işyerlerinde yapılmamalıdır. Böyle bir uygulama gereksizdir ve yapıldığında
işçilerin insan haklarını ve saygınlıklarını zedeleyecektir. Çünkü, test
sonuçları açıklanabilir ya da istismar edilebilir; işçilerden bu konuda
alınacak onay her zaman kendi özgür iradelerinin sonucu olmayabilir ya da
testle ilgili gerçekleri ve sonuçları eksiksiz biçimde dikkate almayabilir.
İşyerlerinin dışında bile, HIV’la ilgili olup özel tutulması gereken testler
işçilerin kendi bilinçli onayları sonucu gerçekleştirilmeli ve tam gizlilik
koşullarında yalnızca vasıflı personel tarafından yapılmalıdır.
-
HIV testi, ilk işe alınmada ya da iş akdinin sürmesinde
bir ön koşul olarak kullanılmamalıdır. Çalışanlar için işe başlanmasından önce
ya da düzenli aralıklarla yapılan rutin uygunluk testlerinde ise zorunlu HIV
testine yer verilmemelidir.
-
HIV testi, ulusal sosyal güvenlik, genel sigorta
politikaları, mesleki güvenlik sistemleri ve sağlık sigortası sistemlerine
dahil olma açısından bir ön koşul olarak ileri sürülmemelidir.
-
Sigorta şirketleri, belirli bir işyerini kapsamlarına
alırken HIV testi koşulu öne sürmemelidirler.
-
İşverenler sigorta ile ilgili herhangi bir teste ön
ayak olmamalı, ellerinde bulundurdukları bütün bilgileri gizli
tutmalıdırlar.
-
Bilimsel araştırmalara özgü etik ilkelere, meslek
etiğine, kişisel haklara ve gizlilik kurallarına gerekli özenin gösterilmesi
koşuluyla, işyerlerinde anonim nitelikte, ayrıca bağlantısız HIV taraması ya da
epidemiolojik testleri yapılabilir. Bu çerçevede bir araştırmanın yapılması
durumunda işçilere ve işverenlere danışılmalı ve kendilerine böyle bir
araştırma yapıldığı konusunda bilgi verilmelidir. Bu tür araştırmalardan
sağlanan bilgiler kişilere ve gruplara karşı ayrımcılık amaçlarıyla
kullanılamaz.
-
İşverenler, HIV/AIDS’li çalışanlarına, ülkede
yürürlükte bulunan asgari standartlar çerçevesinde, danışmanlık ve tedavi
hizmetlerinden yararlanabilmeleri için gerekli izin süresini tanımalıdırlar.
-
Hükümetler, işverenler ve işçi kuruluşları, HIV/AIDS’li
işçilerin ve ailelerinin, sosyal güvenlik ve mesleki programların sağladığı
koruma ve yardımlardan eksiksiz biçimde yararlanabilmelerini sağlamak için
gerekli bütün adımları atmalıdırlar. Sözü edilen programlar ve sistemler, diğer
ciddi hastalıklara yakalanan işçilere sağlanan yardım ve kolaylıkların
benzerini HIV/AIDS’li çalışanlara da sağlamalıdır.
Uluslar arası Çalışma Örgütü(İLO) tarafından alınan
yukarıda anılan kararlar ışığında Türkiye’nin de çalışma hayatını düzenleyen
mevzuatında da, kararlara uygun güncelleştirmeler yapılmalıdır.
İŞYERİ HEKİMLİĞİ
İşyeri hekimliği ve uygulamaları HIV/AIDS’li kişiler
bakımından çalışma yaşamında karşılaşılan hak ihlallerinin karşılaşıldığı
alanlardan bir diğeridir. Özellikle
işyeri hekimliği uygulamalarında karşılaşılan ihlallerin başında gizlilik hakkı
ihlalidir. İşveren baskısı, HIV/AIDS konusunda bilgisizlik, mevzuat, zorunlu
testler v.b. nedenler gizlilik hakkının ihlaline neden olmaktadır.
İşyeri hekimleri özellikle işveren veya vekillerinin
basısı ile gizlilik hakkını ihlal etmektedir. Raporun gizlilik hakkına ilişkin
yukarıda açıklanan bölümlerine atıfta bulunmak kaydı ile, İşyeri Sağlık
Birimleri ve İşyeri Hekimlerinin Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları
Hakkında Yönetmeliği hükümlerinden bir miktar bahsetmek gerekmektedir.
Yönetmeliğin Madde 23/I bendinde ” - İşyeri hekimi,
bağımsız çalışma ilkesi uyarınca bu yönetmelik hükümlerini yerine getirirken
hiçbir şekilde engellenemez, görevini yapmaktan alıkonulamaz” düzenlemesi
yer almaktadır. Bu düzenleme gereği; işyeri hekimi mesleğinin gereklerini
yerine getirirken işveren ve/veya vekilinin talimatlarıyla mutlak bağımlı
değildir. Aynı maddenin ikinci bendinde yer alan ; “İşyeri hekimleri çalışmalarını tam bir mesleki özgürlük içinde ve tıbbi
deontoloji kurallarına uygun biçimde yürütür” düzenlemesi kapsamında, işyeri hekimi
mesleğini icra ederken bağımsız olarak davranır. Dolaysıyla, işyeri hekimi
mesleğini icra ederken işverenin meslek kuralları ve etik kurallar ile
çelişmeyen talimatlarıyla bağlıdır. İşveren ve/veya vekilinin meslek kuralların
aykırı talimatlarını ve emirlerini yerine getirme zorunluluğu yoktur. Aksine
davranış işyeri hekiminin meydana gelecek zarar ve ihlallerden kaynaklanan
diğer yasal sorumluluklarını gerektirir.
Aynı yönetmeliğin 24 maddesi; “…çalışanın kişisel sağlık dosyasındaki bilgileri gizli tutmakla
sorumludur” hükmü kapsamında işyeri
hekiminin işçi dosyası içeriğinde yer alan kişisel her türlü verinin
gizliliğinden de sorumlu olduğunu düzenlenmektedir. Ancak tüm bu düzenlemelere
rağmen uygulamada altında işyeri hekimlerini işçiye ait gizlilik kapsamında yer
alan bilgileri işveren ve/veya vekiline bildirdiği görülmektedir. Yukarıda
açıklanan gizlilik ihlali ve bundan kaynaklanan sorumluluklar işyeri hekimi
bakımından da bu anlamda uygulama alanı bulmaktadır. İstanbul Tabib Odası,
üyesi bir işyeri hekiminin HIV+ pozitif olduğunu öğrendiği bir çalışana ait bu
bilgiyi işveren bildirmesi ile ilgili dosyada hekimin belirli süre ile
meslekten men edilmesine karar vermiştir. Aynı olayda mahkemece işçinin iş
akdini haksız ve kötü niyetle fesheden işverenin de işçiye tazminat ödemesine
karar verilmiştir.
Umumi Hıfzısıha Kanunu ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
Tüzüğü gibi mevzuatlar içerisinde yer alan bulaşıcı hastalıkların yetkili
mercilere ihbarına dair düzenlemelerinde, kişisel verilerin gizliliği ve
ayrımcılığa dair prensipler aykırı olmayacak biçimde düzenlenmesi
gerekmektedir.
5.6.
REHBER 6: ÖNLEME, TEDAVİ, BAKIM VE DESTEĞE ULAŞIM
Devletler, HIV’le ilgili malların/metaların,
hizmetlerin ve bilgilerin düzenlenmesi için yasal düzenleme yaparak, nitelikli
önleme araçlarının ve hizmetlerinin yaygın olarak ulaşılabilir olmasını, HIV
önleme ve bakımına ilişkin yeterli düzeyde bilginin olmasını ve güvenli ve
etkili tedavinin herkesin alım gücüne uygun olmasını sağlamalıdır.
Devletler, HIV’le ilgili malların/metaların,
hizmetlerin ve bilgilerin düzenlenmesi için yasal düzenleme yaparak, nitelikli
önleme araçlarının ve hizmetlerinin yaygın olarak ulaşılabilir olmasını, HIV
önleme ve bakımına ilişkin yeterli düzeyde bilginin olmasını ve güvenli ve
etkili tedavinin herkesin alım gücüne uygun olmasını sağlamalıdır. Devletler,
devamlılığı ve eşitliği temel alarak, HIV/AIDS önleme, tedavi, bakım ve destek
için herkesin nitelikli metalara, hizmetlere ve bilgilere ulaşmasını sağlamaya
yönelik önlemler almalıdır. Devletler,
risk altındaki bireylere ve gruplara özel bir ihtimam göstererek hem yerel hem
de uluslararası düzeyde önlemler almalıdır.
Önleme, tedavi, bakım ve destek,
AIDS’e verilen etkili mücadelenin sürekliliğini ve güçlendirici öğelerini
oluşturur. Bunların kapsamlı bir yaklaşımla bütünleşmesi ve çok yönlü bir
mücadele sergilemesi gerekmektedir. Kapsamlı tedavi, bakım ve destek, aile, toplum ve evde bakımın yanı sıra
antiretroviral ilaçları ve diğer ilaçları, tanı yöntemlerini, HIV, AIDS ve
bunlara bağlı fırsatçı enfeksiyonların ve diğer durumların bakımıyla ilgili
teknolojilerin kullanılmasını, iyi beslenme, sosyal, dini ve psikolojik desteği
içerir. Kondomlar, kaydırıcılar, steril enjeksiyon donanımları, antiretroviral
ilaçlar (örneğin, anneden çocuğa geçme, hastalıkla temastan sonraki korunmalar)
ve geliştirildiği zaman güvenli ve etkili olacak mikrop öldürücüler ve aşılar,
HIV önleyici teknolojiler arasında yer alır. İnsan hakları ilkeleri uyarınca
genel erişim bu malzemelerin, hizmetlerin ve bilgilerin, yalnızca mevcut, kabul
edilebilir ve iyi kalitede olmakla kalmayıp, ayrıca herkes tarafından fiziksel
olarak rahatça erişebilir ve herkesin alım gücünün bunlara yeterli olmasını da
gerektirir.
Devletler, HIV önleyici malzeme,
hizmet ve bilgilere genel erişimin yanı sıra, HIV’li olarak yaşayan tüm
insanların kapsamlı tedavi, bakım ve desteğe genel erişimini, artan bir düzeyle
gerçekleştirmeye yönelik ulusal projeler geliştirmeli ve uygulamalıdır. Ulusal
projeler, HIV’la birlikte yaşayan insanların ve risk altındaki gurupların etkin
katılımını sağlamak için, sivil toplum kuruluşlarının danışmanlığında
geliştirilmelidir.
Mümkün olan en yüksek kalitedeki
sağlık hizmetinden yararlanma hakkının yanı sıra, sağlıkla ilgili insan
haklarına saygı duymak ve bunları korumak adına HIV’ın önlenmesi, tedavi
edilmesi, bu konuda bakım ve destek sağlanması şarttır. Genel erişim, gittikçe
artan bir oranda zamanla sağlanacaktır. Ancak Devletler, yerel ve küresel
düzeyde herkesin HIV’ın önlenmesine, tedavi edilmesine, bu konuda bakım ve
destek almasına yönelik erişimi sağlamak üzere acilen ve mümkün olan en etkili
biçimde harekete geçme zorunluluğundadır. Bu da, ilerlemenin ölçülebilmesi
için, diğer unsurlarla beraber standartları ve hedefleri belirlemeyi
gerektirir.19
HIV konusunda bilgilere,
malzemelere ve hizmetlere erişim, sosyal ekonomik kültürel politik ve yasal
faktörlerin etkisi altındadır. Devletler, bu faktörleri göz önüne alarak
ilaçlara, tanılama sistemlerine ve ilgili teknolojilere genel erişimi sağlamak
amacıyla, gerekli olduğu yerlerde yasalar, politikalar, programlar ve projeler
oluşturmalı veya bunları tekrar gözden geçirerek, üzerlerinde değişiklikler
yapmalıdır. Buna bir örnek olarak vergiler, gümrük yasaları ve katma değer
vergileri bu ilaç, tanı ve ilgili teknolojilere karşılanabilir bedellerle
erişim sağlanabilmesini engelleyebilir. Bu tip yasalar, erişimi arttıracak
yönde tekrar gözden geçirilmelidir. Devletler, HIV’la ilgili malzeme, hizmet
veya bilgilere erişimi etkileyen ulusal yasaların, politikaların, programların
ve projelerin uluslararası insan hakları normları, prensipleri ve
standartlarıyla uyumlu olmasını sağlamalıdır. Devletler, diğer devletlerin uzmanlık
ve deneyimlerinden yararlanmalı, HIV’lı insanlara, sivil toplum kuruluşlarına,
uzmanlık sahibi yerel ve uluslararası sağlık kuruluşlarına danışmalıdır.
Devletler, yasalarının,
politikalarının, proje ve uygulamalarının, sağlık malzemelerine, hizmetlerine
ve bilgilerine erişimleriyle ilgili olarak uluslararası ve yerel insan hakları
normlarına aykırılık teşkil edecek şekilde, hem HIV konusunda hem de diğer
konularda HIV’la birlikte yaşayan insanları ve onların ailelerini
dışlamamasını, lekelememesini veya ayrımcılığa yol açmamasını sağlamalıdır.
Devletlerin, mevzuatları,
politikaları, programları, proje ve uygulamaları, risk altındaki bireylerin ve
toplumların önlem, tedavi, bakım ve desteğe erişimlerini engelleyen, yoksulluk,
göç, kırsal yerleşim veya çeşitli ayrımcılık21 gibi faktörlere karşı
olumlu önlemler içermelidir. Bu faktörler birikimli bir etki oluşturabilir.
Örneğin, çocuklar (özellikle de kız çocuklar) ve kadınlar, tedavi toplumlarında
mevcut olsa bile, erişimi en son elde edebilecek bireyler olabilir.
Devletler, sağlıkla ilgili insan
haklarına saygı gösterme, koruma ve yerine getirme konusunda kamu kesiminde
gerekli girişimlerde bulunma yükümlülüklerini yerine getirmeyi
sürdürürken, toplulukların müdahalesini,
kapsamlı bir HIV önleminin, tedavisinin, bakımının ve desteğinin parçası olarak
tanımalı, onaylamalı ve desteklemelidir. AIDS yüzünden gelir kaybına uğramış
ailelere yardımcı olmak için, etkilenmiş toplulukların kaynaklara erişimine
olanak sağlayacak mekanizmalar geliştirilmelidir. Bakıma erişimde ve bakımın
toplumsal düzeyde sağlanmasında, kadınlar ve kızların maruz kaldıkları,
cinsiyete bağlı eşitsizliğin neden olduğu zorluklara özellikle dikkat
edilmelidir.
Devletler, tıbbi görevlilere,
konuyla ilgili çalışanlara ve sigortacılara yardımcı olmak için, HIV’la
birlikte yaşayanlara yönelik mevcut sağlık malzemeleri, hizmet ve bilgi
alanında sağlam ve bilimsel açıdan güncel yönergelerin mevcudiyetini,
uygulanmasını ve kullanılmasını sağlamalıdır. Devletler, bu yol gösterici
yönergelerin mevcudiyetini, kullanımını ve uygulanmasını gereği gibi izleyecek,
daha iyi bir hale getirecek mekanizmalar geliştirmelidir.
Mevzuatlar, politikalar ve
programlar, HIV’la birlikte yaşayan insanların tekrarlayan, gittikçe ilerleyen,
daha ileri tedaviyi gerektiren ve hem kamu hem de özel sektör yararına uygun
olarak ele alınması gereken sağlık sorunları yaşamakta olduklarını dikkate
almalıdır. Devletler, HIV’la birlikte yaşayan işçilerin yararına olacak şekilde
genel ve eşit erişim sağlamak amacıyla, gerektiğinde işverenler, işveren ve
işçi kuruluşlarıyla birlikte yarar sağlama programları üzerinde çalışmalıdır.
İşle ilgili olarak sağlık olanaklarından yararlanamayan, resmi olarak istihdam
edilmemiş kişilerin sağlık olanaklarına erişimini sağlamaya ayrıca özen
gösterilmelidir.22
Devletler, HIV’la birlikte
yaşayan insanların tedavi, bakım ve destek almalarının reddedildiği veya
bunlara erişimlerinin sağlanmadığı durumlar için çabuk ve etkili çareler
sağlayacak yerel mevzuatlar oluşturmalıdır. Devletler, bu gibi şikayetlerin
bağımsız ve tarafsız olarak değerlendirilebileceği hukuksal süreçleri de ayrıca
sağlamalıdır. Uluslararası düzeyde, Devletler, var olan mekanizmaları
güçlendirmeli ve fiili olarak yer almadıkları yerlerde yeni mekanizmalar
geliştirerek, Devletlerin sağlıkla ilgili hakları tanımaya, korumaya ve yerine
getirmeye yönelik uluslararası yasal yükümlülüklerini ihmal etmeleri halinde,
HIV/AIDS ile birlikte yaşayan insanların, çabuk ve etkili bir şekilde, bunu
tazminini ettirebilmelerini sağlamalıdır.
Devletler, HIV’la ilgili ürünleri
kontrol etmeli ve kalite güvencesi sağlamalıdır. Devletler, mevzuatlarla ve
diğer önlemlerle (örneğin, pazarlama öncesi onay ve pazarlama sonrası gözetim
için işlevsel sistemlerle), ilaçların, tanı yöntemlerinin ve ilgili
teknolojilerin güvenli ve etkili olmalarını sağlamalıdır.
Devletler, mevzuatlarla ve diğer
önlemlerle, kullanımlarına ilişkin doğru, geçerli ve erişilebilir bilgilerle,
ilaçların yeterli miktarlarda ve zamanında tedarik edilmesini, sağlamalıdır.
Örneğin, HIV’la ilgili olanlar da dahil, ilaçların, aşıların ve tıbbi
cihazların güvenilirliği ve etkililiğiyle ilgili şikayetlerin oluşmaması için,
tüketiciyi koruma yasaları veya diğer ilgili mevzuatlar yürürlüğe konmalı veya
güçlendirilmelidir.
HIV danışmanlığının ve
testlerinin kalitesini ve mevcudiyetini sağlamaya yönelik yasalar ve/veya
yönetmelikler yürürlüğe konulmalıdır. Evde kullanılan ve/veya hızlı sonuç veren
HIV test kitlerinin piyasaya sürülmesine izin verilmiş ise, bunlar kalite ve
doğruluğun sağlanması açısından sıkı bir düzenlemeye tabi tutulmalıdır.
Epidemiyolojik bilgi kaybı, eşlik eden danışmanlığın olmaması ve yetkisiz
kullanım risklerinin sonuçları, işe alma veya göçmenlik gibi durumlarda ayrıca
belirtilmelidir. Bireyleri, HIV testlerinin suiistimal edilmesinden kaynaklanan
sonuçlardan koruyacak yasal ve sosyal destek hizmetleri oluşturulmalıdır.
Devletler, gönüllü olarak sunulan danışmanlık ve test hizmetleri (VCT) üzerinde
de kalite gözetimi sağlamalıdır.
Kondomlar için kalite kontrolü
yasal olarak zorunlu hale getirilmeli ve uygulama kapsamında Uluslararası
Kondom Standardı izlenmelidir. Kondom, çamaşır suyu, temiz iğneler ve
enjektörlerin mevcudiyeti gibi önleyici tedbirlerin üzerindeki kısıtlamalar
kaldırılmalıdır. Bu önleyici tedbirlerin hükümlerinin, uygun yerlerde bulunan
satış makinelerini de kapsayan çeşitli kanallarla yaygınlaştırılması, bu
dağıtım yönteminin gerçekleştirdiği erişim ve gizliliğin sağladığı daha büyük
etkililiğin ışığında dikkate alınmalıdır. En iyi etkiyi sağlamak için, kondom
promosyonları HIV bilgilendirme kampanyalarıyla birleştirilmelidir.
HIV hakkındaki bilgilerin
içerdiği hükümlerin kitle iletişim araçlarıyla yaygınlaştırılmasına yönelik
yasalar ve/veya düzenlemeler yürürlüğe konmalıdır. Bu bilgiler, toplum geneline
ve bilgilere erişmekte zorluk yaşayan risk altındaki topluluklara
ulaştırılmalıdır. HIV’la ilgili bilgiler, sunum yapıldıkları kitleler üzerinde
etkili olmalı ve yaşama, sağlığa ve insan haysiyeti için elzem olan bilgi
erişimine zarar vereceğinden, uygunsuz bir şekilde sansüre veya diğer
yayıncılık standartlarına tabi tutulmamalıdır.
Devletler, HIV’la ilgili tedavi
seçeneklerini iyileştirmek için, HIV, AIDS ve bunlarla ilgili enfeksiyonların
ve durumların önlenmesi, tedavisi, bunlarla ilgili bakım ve destek sağlanmasına
yönelik terapi ve teknolojiler konusunda araştırma, geliştirme ve teşvik
sağlaması amacıyla, özel sektöre tahsis edilen fonları arttırmalıdır. Özel
sektör, bu tip araştırma ve geliştirmeleri üstlenmesi ve bunların sonucunda
ortaya çıkan seçenekleri ihtiyaç sahiplerinin satın alınabilir fiyatlarla,
yaygın ve çabuk bir şekilde elde edilebilmelerini sağlaması için teşvik
edilmelidir.
Devletler ve özel sektör,
gelişmekte olan ülkelerdeki sağlık gereksinimlerine yönelik araştırma ve
geliştirmeleri desteklemeye özen göstermelidir. Devletler, insan haklarının
tanınması kapsamında bilimsel ilerlemelerin ve bunların yararlarının paylaşımı
adına, araştırma ve geliştirmelerin ulusal ve küresel yarar sağlaması için,
gelişmekte olan ülkelerde yaşayan ve fakir veya kenara itilmiş insanların
gereksinimlerine özen göstererek, yerel ve uluslararası düzeylerde yasalar ve
politikalar oluşturmalıdır.
Devletler, yoksulluğun
giderilmesi stratejileri, ulusal bütçe tahsisleri ve sektörel gelişim projeleri
de dahil tüm projelerini HIV’ı önleme, tedavi etme, HIV’la ilgili bakım ve
destek sağlama konularıyla bütünleştirmelidir. Devletler, bunu yaparken HIV’a
yönelik uluslararası kabul görmüş hedeflere karşı en azından özel bir yaklaşım
içinde olmalıdır.23
Devletler, hem yerel hem de
uluslararası düzeylerde, HIV’a yönelik önleme, tedavi, bakım ve destek
unsurlarına karşılanabilir bedelle, güvenli ve sürekli erişimi teşvik edecek
tedbirler almak amacıyla ulusal bütçe tahsisatlarını arttırmalıdır. Devletler,
diğer tedbirlerin yanı sıra, kaynakları oranında Küresel AIDS, Verem ve
Sıtmayla Savaş Fonu gibi mekanizmalara katkıda bulunmalıdır. Gelişmiş ülkeler,
sağlık malzemelerine, hizmetlerine ve bilgilerine erişimi gerçekleştirmeye özen
göstererek, kendilerini kabul etmiş oldukları uluslararası hedeflere
geciktirmeden götürecek, kalkınmanın ilerlemesine yardımcı olmaya yönelik
sağlam girişimlerde bulunmalıdır.24
Devletler, HIV/AIDS’e karşı
mücadeleyi finanse etmeye yönelik uluslararası ve iki taraflı mekanizmaların,
antiretroviral ve diğer ilaçların, tanılama teknolojileri ve diğer
teknolojilerin satın alınması da dahil, önleme, tedavi, bakım ve destek için
gereken fonları temin etmesini sağlamalıdır. Devletler, bağış yapan kişilerin
sağladığı yardımının faydalarını en üst düzeye çıkaracak politikaları, bu tip
kaynakları jenerik ilaçların, tanı sistemlerinin ve ilgili teknolojilerin daha
ekonomik oldukları yerlerden satın alınmasında kullanmayı sağlayacak
politikalar da dahil, desteklemeli ve uygulamalıdır.
Devletlerin uluslararası ve iki
taraflı finansman mekanizmaları, sağlık hizmetlerini güçlendirmek için, sağlık
görevlilerinin kapasitelerini ve çalışma koşullarını ve tedarik sistemlerinin
etkililiğini iyileştirmek için, önleme, tedavi bakım ve destek unsurlarına erişim
sağlamak amacına yönelik finansman planları ve sevkıyat mekanizmaları için ve
aile, topluluk ve ev odaklı bakım için, ayrıca fon da sağlamalıdır.
Devletler, HIV, AIDS ve bunlarla
ilgili fırsatçı enfeksiyonların ve durumların önlenmesi, tedavisi ve semptomlarını
hafifletici bakıma yönelik ilaçların, tanılama sistemlerinin ve ilgili
teknolojilerin kaynakları, nitelikleri ve dünya çapındaki fiyatları ile ilgili
bilgi kaynaklarını oluşturmak, sürdürmek ve uluslararası kapsamda toplumun
erişimine açık hale getirmek için sivil toplum kuruluşlarıyla, hükümetlerarası
kuruluşlarla, Birleşmiş Milletler organları, birimleri ve programlarıyla
birlikte çalışmalıdır.25
Kredi veren ülkeler ve uluslararası finans
kuruluşları, gelişmekte olan ülkelerin borçlarını daha hızlı ve kapsamlı bir
biçimde hafifletmeli ve bu amaçla sağlanan kaynakların, resmi geliştirme
desteğinde azalmaya neden olmasını önlemelidirler. Gelişmekte olan ülkeler ise
borç yüklerinin hafiflemesi ile oluşan kaynakları, sağlık konuları ile ilgili
hakların gerekli saygıyı görmesi, korunması ve verilmesine yönelik
yükümlülüklerini tümüyle yerine getirecek şekilde kullanmalıdırlar. Ülkeler,
diğer gerekliliklerin yanında, bu kaynakların uygun ölçekte bir bölümünü, yerel
koşulları, öncelikleri ve uluslarası boyutta verilmiş taahhütleri de gözeterek,
HIV’in önlenmesi, tedavisi, hasta bakımı ve desteklenmesi gibi konulara
ayırmalıdırlar.
Ülkeler, uluslararası mekanizmaları, antiretrovial
ve diğer ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojileri de içeren, HIV’in önlenmesi,
tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi ile ilgili konularda alınan
önlemlerdeki gelişmeleri izleme ve raporlama alanlarında desteklemeli ve
işbirliğine gitmelidirler. Ülkeler, ilerlemelerini gözlemleyen kuruluşlar için
hazırladıkları raporlarda, uluslararası yasal yükümlülüklere uyabilmeleri
açısından, uygun bilgileri bulundurmalıdırlar. Bu raporlarda yer alan veriler,
önleme, tedavi, bakım ve desteklemeye ulaşılabirlik açısından varolan
farklılıkları ortaya çıkartacak ve düzeltebilecek şekilde ufak parçalara
bölünmeli ve varolan, göstergeler veya önlemlerin uygulanabilirliğini ölçen
denetimler gibi, değerlendirme araçlarını kullanmalı veya yenilerini
geliştirmelidir. Ülkeler, ayrıca, HIV/AIDS’li insanları ve korunmasız grupları
temsil edenleri de kapsayan sivil toplum kuruluşlarından, bu raporların
hazırlanması konusunda destek almalı ve süreci izleyen bu kuruluşların
gözlemleri ve önerileri doğrultusunda davranmalıdır.
Devletler, gelişmekte olan ülkelere, HIV’in önlenmesi, tedavisi,
hastaların bakımı ve desteklenmesi konularında teknoloji ve uzmanlık transferi
için uluslararası ve bölgesel işbirliği aramalı ve gerçekleştirmelidirler.
Devletler, bu amaçla gelişmekte olan ülkeler arasındaki işbirliğini
desteklemeli ve HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi
konularında ulaşılabilirliği hedefleyen uluslararası organizasyonlara
katılarak, teknik yardım sağlamalıdırlar.
Devletler, uluslararası fotum ve görüşmelerde, insan hakları ile
ilgili uluslararası norm, prensip ve standartları dikkate almalıdırlar.
Özellikle dikkat gerektiren olgular, sağlıkla ilgili konularda haklara saygı
gösterilmesi, korunması ve verilmesi olup, uluslararası destek ve işbirliği
alanındaki yükümlülüklere de özen gösterilmelidir. Devletler, bunun yanında,
gerek yurtiçi gerek yurtdışında olsun, antiretrovial ve diğer ilaçlar, teşhis
ve ilgili teknolojileri de içeren, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların
bakımı ve desteklenmesi ile ilgili konularda ulaşılabilirliği kısıtlayan
önlemler almaktan kaçınmalı ve ilacın asla politik baskı unsuru olarak
kullanılmamasını sağlamalıdır. Tüm devletler tarafından, özellikle gelişmekte
olan ülkelerin gereksinimlerine ve içerisinde bulundukları durumlara, özen
gösterilmelidir.
Devletler, insan hakları yükümlülüklerinin ışığında, fikri
mülkiyet hakları gibi çift taraflı, bölgesel ve uluslararası anlaşmaların, antiretrovial
ve diğer ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojileri de içeren, HIV’in önlenmesi,
tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi gibi hizmetlere ulaşılabilirlik
konusunda bir engel oluşturmamasını sağlamalıdır.
Devletler
uluslararası anlaşmaları yorumlar ve uygulamaya alırken, ilaçlar, teşhis ve
ilgili teknolojilere ulaşımı da içeren, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların
bakımı ve desteklenmesi hususlarının garanti altına alındığı, bu yönde her
türlü korumaya yönelik önlemin ve esnekliğin yerel yasalara entegre edildiğini,
sağlama almalıdırlar. Devletler, alınan bu koruyucu önlemleri, insan haklarına
dair, kendi yerel ve uluslararası yükümlülüklerini tümüyle yerine
getirebilecekleri ölçüde devreye sokmalıdırlar. Devletler, yapmış oldukları
uluslararası anlaşmaları (ticaret ve yatırımla ilgili olanlar da dahil), insan
haklarını geliştirme ve koruma amaçlı hazırlanan anlaşmalar, yasalar ve
politikalarla uyumlu olup olmadığı yönünde gözden geçirmeli ve bu anlaşmaların
önleme, tedavi, bakım ve desteklemeye ulaşılabilirliği kısıtladıkları
durumlarda, gerektiği şekilde değiştirmelidirler.
5.6.1.
Medya, Eğitim ve Bilgilenme Hakları
Önleme çalışmaları HIV/AIDS ile ilgili programların temel
amaçlarından biridir ve bireylerin virüs ve hastalığın doğası, bulaş biçimleri
ve korunma yolları konusunda bilgilendirilmelerini ve eğitilmelerini kapsar.
Cinsellik ve madde kullanımı gibi hassas ve özel konularda verilen bilgiler
açık olmalı ve bu bilgiler kişilere davranış değişikliği için çok geç
kalınmadan sunulmalıdır. Medya bilgilendirme konusunda özel öneme sahiptir.
Bilgilendirme amacıyla broşür, poster, gazete, magazin, kitap, kondom paketleri
üzerindeki kullanım kılavuzları, reklam, radyo, televizyon, film, video,
tiyatro, internet kullanılabilir.
Sansür ve yayın standartları ile ilgili mevzuat nedeniyle
bazen medyada yer alan HIV/AIDS’in önlenmesi konusundaki genel nüfusa veya risk
altındaki gruplara yönelik programlara sınırlamalar getirebilir. HIV/AIDS’in
önlenmesi ile ilgili programların kapsamındaki konular ağırlıklı olarak
cinsellikle ilgili oldukları için genel ahlakın korunması ile ilgili yasakların
söz konusu programlara da uygulanması gündeme gelebilir. Bu yasakların gerekçesini
oluşturan ahlaki ve dini değerler dikkate alınmalı ve bu değerlerin korunması
ile toplumu HIV’den koruma arasında bir denge oluşturulmalıdır. Eğitim/bilgiye
ulaşma hakkı ve ifade/örgütlenme özgürlüğü uluslar arası insan hakları
belgelerinde olduğu kadar pek çok ülkenin anayasalarında da yer almıştır.
Müstehcenlik sosyal ve ahlaki değerlere göre farklılık
gösteren bir yargıdır. Gerçekten eğitim ve bilimsel amaçlı yayınlar için
yasalar kısıtlama getirmemelidir. Müstehcenlik konusunda standartlar oluştururken
eğitim veya bilgilendirme materyalinin hangi hedef gruba yönelik olarak
hazırlandığı göz önüne alınmalı ve toplumun geneline yönelik müstehcenlik
normları eşcinseller, seks işçileri ve damariçi madde bağımlıları gibi
grupların eğitim gereksinimlerini engelleyecek biçimde kullanılmamalıdır. Hedef
grubun rahatsızlık duymasına ve gereksiz biçimde yabancılaşmasına yol açan
materyaller kullanılmamalı ve bilgilendirme kampanyaları hedef grupların değer
ve tutumlarına uygun biçimde yürütülmelidir.
Özellikle çocukları uygun olmayan cinsel içerikli
yayınlardan korumak amacıyla ülkelerin çoğunda programlar içeriklerine göre
sınıflandırılmakta ve bazı yayınlara ulaşım sınırlandırılabilmektedir. Bir
programın yayınlanmasında doğru standartların uygulandığından emin olmak için
yayın izni alımı veya yayıncılık etik ilkelerinin hazırlanması aşamalarında ve
denetleme sürecine toplumsal katılımın sağlanması gerekir. Birçok ülkede
medyada toplumsal hizmetleri tanıtıcı programların “prime time” dahil ücretsiz
yayınlaması söz konusudur ancak HIV/AIDS’le ilgili bilgilendirici ve eğitici
programlar için bu konu henüz yaygınlık kazanmamıştır. Müstehcen olarak
değerlendirilebileceği endişesiyle HIV/AIDS içerikli programların yayın
kuruluşları tarafından bir öz-denetim sonucu sansürlenmesi de sorun
oluşturabilmektedir. HIV/AIDS konusundaki cinsel içerikli mesajların medyada
yer almasını sağlayabilmek ve medya danışmanlarının bu tür mesajların
yayınlanmasını engellemelerini önlemek için medyaya nitelikli ve uzman
danışmanlık sağlanmalıdır.
Okullarda ve medyada resmi dil haricindeki dillerin
kullanılmasını engelleyen yasalar örneğinde olduğu gibi göçmenlere veya azınlık
gruplara yönelik HIV/AIDS kampanyalarının yürütülmesi diğer bazı yasalarla da
engellenebilir. Bu türden yasaların HIV/AIDS kampanyalarına sınır getirilmesi
önlenmelidir. Gerek görülürse yeniden düzenlenmeli veya HIV/AIDS eğitim
materyallerini hariç tutacak biçimde değişiklik yapılmalıdır.
5.6.2.
İfade ve Örgütlenme Özgürlüğü
Seks işçiliği, eşcinsellik ve damariçi madde kullanımı
gibi eylemlerin yasadışı konumu, bu eylemlerde bulunan kişilerin toplumsal
örgütlenmeleri önünde engel oluşturabilir. Bazı ülkelerde bu gruplardan
bireylerin resmi olarak kurumsallaşmaları engellenmiştir. Bu tür yasaklar insan
hakları ile uyuşmadığı gibi akran eğitimleri ve destek önünde ciddi birer
engeldir. Resmi kuruluşların kolay ulaşamadığı alanlara bu gruplar tarafından
kurulmuş örgütler kolayca ulaşabilmekte ve bu grupların gereksinim duyduğu
bilgi ve hizmeti ulaştırabilmektedir. HIV/AIDS alanında çalışan toplumsal
örgütlenmelerin önündeki engellerin kaldırılması hükümetin öncelikli görevleri
arasında olmalıdır. Kısa erimde genel bir yeniden yapılanma mümkün olmuyorsa en
azından sağlık ve eğitim amaçlı örgütlenmelere izin sağlanmalıdır.
HIV/AIDS önleme çalışmalarında bazen eğiticiler yasadışı
bir eylem sırasında gerçekleşebilen bulaş konusunda bilgi vermek durumundadır.
Eğiticiler bu durumda yasadışı bir eyleme yardımcı olmakla suçlanabilirler.
Ceza yasasının kısa erimde değiştirilmesi söz konusu değilse bu konumdaki
eğiticileri muaf tutan düzenlemeler yapılmalıdır.
HIV/AIDS konusunda toplumsal histeri ve damgalamaya bazen
medyanın sorumsuz tutumu yol açabilmektedir. Eğitim ve yasal düzenlemeler
vasıtasıyla medyanın HIV/AIDS ve insan hakları konularına duyarlı olmaları
sağlanmalı, medyanın uygun olmayan bir dil kullanması ve incinebilir grup
üyelerini basmakalıp bir biçimde sunmaları engellenmelidir. Bazı ülkelerde
medyada yer alan programların şikayet edilebildiği kurumlar veya medya
mensuplarının mesleki davranışlarını denetleyen kurumlar bulunmaktadır.
5.6.3.
TÜRKİYE’DE DURUM
Medya Programları
Türkiye’de HIV/AIDS’in önlenmesinde medyanın etkinliği
konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yapılan araştırmalar gençlerin ve
yetişkinlerin cinsellikle ilgili bilgilerinin önemli bir kaynağı olarak medyayı
gösteriyor olsa da bu bilginin niteliği konusunda veri sınırlıdır. HIV/AIDS’in
önlenmesi konusundaki olumlu mesajlar genellikle 1 Aralık Dünya AIDS günü
benzeri özel günler nedeniyle medyada gündeme gelebilmekte; çok yaygın olan
seks işçileri, madde kullanıcıları ve eşcinsel haberlerinde ise HIV/AIDS çoğu
zaman damgalamanın, dışlamanın ve ayrımcılığa yol açmanın bir aracı olarak
kullanılmaktadır. Yazılı basın ve görsel/işitsel basın dışında resmi ve sivil
kurumlar broşürler, posterler ve kondom paketleri üzerinde mesajlar benzeri
yollarla bilgilendirme çalışmalarına katkıda bulunmaktadır.
Türkiye’de basın özgürlüğü Anayasa’nın 28. Maddesinde
“Basın hürdür, sansür edilemez” olarak belirtilmiş ve devletin, basın ve haber
alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alması istenmiştir. Anayasa’da ayrıca
süreli veya süresiz yayınların, genel ahlâkın korunması amacıyla toplatılabileceği
belirtilmiştir. Basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenleyen Basın
Kanunu’nun (Kanun No: 5187) 3. Maddesi basın özgürlüğünün kapsamını belirlerken
sınırlandırılmasının da koşullarını sıralamaktadır ve toplum sağlığının ve
ahlakının korunması gerekçesiyle basın özgürlüğünün kısıtlanmasının mümkün
olduğu belirtilmektedir:
Basın Kanunu Madde 3 – Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme,
yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Basın
özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun
olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının,
milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması,
Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün
otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.
Amacı radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesine
ilişkin esas ve usulleri belirlemek olan Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun’unun (Kanun No: 3984) 1. Maddesinde yayın ilkeleri
sıralanmış, yayınların genel ahlaka uygun olarak kamu hizmeti anlayışı
çerçevesinde yapılacağı belirtilerek müstehcen yayınların yapılması
yasaklamıştır.
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun Madde 4 – Radyo,
televizyon ve veri yayınları, hukukun üstünlüğüne, Anayasanın genel ilkelerine,
temel hak ve özgürlüklere, milli güvenliğe ve genel ahlaka uygun olarak kamu
hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılır…
Radyo,
televizyon ve veri yayınlarında uyulması gereken yayın ilkeleri şunlardır:
e) Yayınların
toplumun milli ve manevi değerlerine ve Türk aile yapısına aykırı olmaması.
t) Yayınların
müstehcen olmaması.
Amacı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanun’un hükümleri çerçevesinde yayın kuruluşlarının uyması gereken
yayın esas ve usullerini belirlemek olan Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas
ve Usulleri Hakkında Yönetmelik (Yayın
17 Nisan 2003, Resmi Gazete Sayı: 25082) ise yayın ilkeleri belirlenmiş ve
cinsel içerikli yayınlara koruma amaçlı sınırlamalar getirilmiştir.
Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve
Usulleri Hakkında Yönetmelik Madde 5 – Yayın ilkeleri:
t) Cinsel
duyguları sömürmeye yönelik, bireyleri cinsel meta olarak gösteren, insan
bedenini cinsel tahrik unsuruna indirgeyen, toplumsal yaşam alanı içinde
sergilenemeyecek mahrem söz ve davranışlar içeren yayınlar yapılmamalıdır.
Tür ve içerik
gereği cinselliğin yer aldığı yapımlar, gençlerin ve çocukların zihinsel,
duygusal, sosyal ve ahlaki gelişimini korumak amacıyla sesli/yazılı uyarılar
yapılarak, saat 23.00 ile 05.00 arasında yayınlanmalı, bu tür programların
tanıtım duyurularında, cinselliğin teşhir edildiği bölümler kullanılmamalı ve
bu duyurular saat 21.30'dan sonra yapılmalıdır.
z) Gençlerin ve
çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyecek türden
programlar, korunması gereken izleyici kitlenin seyredebileceği zaman ve
saatlerde yayınlanmamalıdır. Yayınlarda ilgi çeken kişi veya karakterler, çocuk
ve genç izleyicileri özendirerek, onların duygusal, ahlaki ve sosyal
gelişmelerini olumsuz yönde etkileyebilecek biçimde gösterilmemelidir. Tür ve
içerik gereği; cinsellik, şiddet ve olumsuz örnek alınabilecek davranışlar
(kumar, alkol, uyuşturucu kullanımı, kötü dil, intihar vb.) içeren yayınlar,
saat 23.00 ile 05.00 arasında, farklı yaş grupları gözetilerek, sesli/yazılı uyarılar
yapılmak suretiyle yayınlanmalıdır. Bu tür programların tanıtım duyurularında,
şiddet, cinsellik vb. içeren bölümler kullanılmamalı ve bu duyurular saat
21.30’dan sonra yapılmalıdır.
İnternet ortamında yapılan yayınlara da “İnternet
Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen
Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” (Kanun
No: 5651) ile benzer sınırlamalar getirilmiş ve İnternet aracılığıyla müstehcen
yayınların yapılması önlenmiştir.
İnternet Ortamında Yapılan Yayınların
Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında
Kanun Madde 8 – (1) İnternet ortamında yapılan ve içeriği
aşağıdaki suçları oluşturduğu hususunda yeterli şüphe sebebi bulunan yayınlarla
ilgili olarak erişimin engellenmesine karar verilir:
a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
2) Çocukların cinsel istismarı (madde 103, birinci fıkra),
3) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma (madde 190),
5) Müstehcenlik (madde 226),
6) Fuhuş (madde 227),
a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
2) Çocukların cinsel istismarı (madde 103, birinci fıkra),
3) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma (madde 190),
5) Müstehcenlik (madde 226),
6) Fuhuş (madde 227),
Türkiye’de HIV/AIDS önleme etkinlikleri kapsamında yapılan
yayınlara şimdiye kadar bir sınırlama getirilmemiş ve herhangi bir yayın sansür
edilmemiştir. Diğer yönden şimdiye kadar HIV/AIDS konusunda yapılmış olan
yayınların sayılarının çok fazla ve cinsel içeriklerinin de çok yoğun olduğu
ileri sürülemez. Genellikle yayın öncesinde kuruluşların bir çeşit oto-sansür
uygulayarak cinsel ifadenin sembolleştirilmiş biçimini tercih etmeleri daha sık
rastlanan bir uygulamadır. Basın mevzuatında HIV/AIDS’le ilgili yayınlar için
bir istisna öngörülmemiştir ve yayınların cinsel içeriklerinin yoğunlaşması
durumunda ne tür bir yaptırımın olacağı belirsizdir.
Ülkemizde ayrıca cinsel içerikli yayınlarda koruyucu simge
uygulaması ile zararlı içerikli yayınlar konusunda izleyici bilgilendirilmekte,
yayınlarda yaş sınırlandırılması uygulanmaktadır. Ayrıca zararlı içerikteki
yayınlar için korumalı saat uygulaması ile yayın saatleri düzenlenmekte,
yayınlarda sesli ve yazılı uyarılar yapılmaktadır. Bu tür uygulamalara Radyo ve
Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkındaki Yönetmeliğin tanımlar
kısmında yer verilmiştir.
Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve
Usulleri Hakkında Yönetmelik – Tanımlar
Koruyucu Simge:
Cinsellik, şiddet, örnek alınabilecek olumsuz davranışlar barındıran çeşitli
televizyon programlarının içerikleri hakkında, izleyicilerin bilgilendirilerek
bilinçlendirmesi amacıyla, simgeler halinde programlarda belli bir düzene göre
beliren ve yayın kuruluşları tarafından ortak görsel/işitsel semboller olarak
kullanılan grafik öğelerini,
Zararlı İçerik:
Radyo ve televizyon yayınlarında, korunması gereken izleyici kitle
(çocuklar/gençler) için zararlı olabilecek cinsellik, şiddet ve kötü dil
kullanımı gibi olumsuz örnek alınabilecek davranışların gerçekleştiği yayın
içeriğini,
Korumalı
Saatler: Kanunda belirtilen zararlı program içeriklerinden korunması gereken
izleyici kitlenin (çocuklar/gençler), yayınları izleme/dinleme saatlerini,
Yaş
Sınıflandırması: Birbirinden farklı zihinsel, duygusal ve sosyal gelişim
özelliklerine sahip olan dinleyici ve izleyici kitlesinin, yayın içerikleri
doğrultusunda yaş kategorilerine ayrıştırılması ve korunması gereken
kitlelerin, zararlı yayın içeriklerinden korunabilmesi amacıyla oluşturulan
sınıflandırmayı,
Sesli/Yazılı
Uyarı: Radyo ve televizyon kuruluşlarının, Kanun ve yönetmeliklerde belirtilen
hallerde, yayınlardan önce sesli veya yazılı olarak, dinleyici ve/veya izleyici
kitleyi bilgilendirmesini ve uyarmasını… ifade eder.
Radyo ve televizyon kanallarında bazı programların
yayınlanması zorunlu tutulmuş olup mevzuatta bu yayınların genel yayın süresi
içindeki oranları belirlenmiştir. Mevzuata göre eğitim programlarının oranı
haftalık yayın süresinin en az % 5’ini oluşturmak zorundadır. Orman sevgisi,
trafik kazalarının önlenmesi ve sigara alışkanlığının önlenmesi benzeri
programlar içinse belirli yayın süreleri öngörülmüştür. Toplumu ve özellikle
gençleri zararlı alışkanlıklardan korumayı amaçlayan yayın süresi zorunluluğu
ise haftalık yayın süresinin en az % 2’si olarak belirlenmiştir. HIV/AIDS’in
önlenmesine yönelik programlar için özel bir düzenleme yapılmamıştır.
Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve
Usulleri Hakkında Yönetmelik – Yayınlarda
Yer Verilmesi Gerekli Programların Yayın Oranları
Madde 29 -
Yayınlarda yer verilmesi gerekli programların toplam süresi, haftalık yayın süresinin
% 15’ünden az olamaz. Bu oranın % 5’i eğitim, %5’i kültür, %5’i Türk Halk ve
Türk Sanat Müziği programlarına ayrılır.
Özel kanunlarla
yayını zorunlu tutulan eğitim spotları, eğitim programları çerçevesinde
değerlendirilir. Program durdurma müeyyidesi uygulandığı hallerde yayınlanan
ikame programlar, bu oranlara dahil edilemez.
Özel
kanunlarla, hedef kitleye ulaşabilmek amacıyla 09.00 - 21.00 saatleri arasında,
yayınlanması zorunlu kılınan eğitim spot programları aşağıdaki oran veya
sürelerde yayınlanır.
1) Toplumu, özellikle de çocukları ve gençleri,
sigara, alkol, uyuşturucu madde, kumar ve diğer kötü alışkanlıklara karşı
caydırıcı nitelikte programlar, haftalık yayın süresinin % 2,5’inden az olamaz.
2) Tüketicileri eğitici, aydınlatıcı ve bilgilendirici
programlar, haftalık yayın süresinin
%1’inden az olamaz.
3) Trafik kazalarını önlemeye yönelik eğitim
programları, haftalık yayın süresi içinde, otuz dakikadan az olamaz.
4) Tütün ve tütün mamulleri alışkanlığının
zararları konusunda uyarıcı ve eğitici mahiyette programlar, aylık yayın süresi
içinde doksan dakikadan az olamaz.
5) Orman ve
ağaç sevgisini yaygınlaştırıcı eğitim programları, yıllık yayın süresi içinde
beş saatten az olamaz ve Orman Bakanlığınca belirlenecek dönemlerde, Ana Haber
Bülteni öncesinde yayınlanır.
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında
Kanun ile (Kanun no: 3984) radyo ve televizyon programlarında kullanılabilecek
diller saptanmıştır. Kanunun 4. Maddesi yayınların Türkçe olarak yapılmasının
esas olduğunu, “evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasına katkısı olan
yabancı” dillerle ve Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak
kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabileceğini
belirtmektedir.
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun Madde 4 – Yayınların
Türkçe yapılması esastır. Ancak, evrensel kültür ve bilim eserlerinin
oluşmasına katkısı olan yabancı dillerin öğretilmesi veya bu dillerde müzik
veya haber iletilmesi amacıyla da yayın yapılabilir. Ayrıca, kamu ve özel radyo
ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında
geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir.
Radyo ve televizyonlardan farklı dillerle yayın
yapılmasına ilişkin kurallar ise Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında
Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo ve
Televizyon Yayınları Hakkında Yönetmelik (25 Ocak 2004, Sayı: 25357) ile
belirlenmiştir. Yönetmelikte geleneksel dil kullanılarak yapılan yayınların
günde 60 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam beş saat, televizyon kuruluşları
ise günde 45 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam dört saat yayın
yapabilecekleri belirtilmiştir. Ayrıca bu dil ve lehçelerde sadece yetişkinler
için haber, müzik ve geleneksel kültürün tanıtımına yönelik yayınlar
yapılabilir.
Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında
Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo ve
Televizyon Yayınları Hakkında Yönetmelik Madde 5 — Kamu ve özel ulusal radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk
vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil
ve lehçelerde de bu Yönetmelik hükümleri doğrultusunda Üst Kurul’dan izin almak
suretiyle yayın yapılabilir. Bu dil ve lehçelerde sadece yetişkinler için
haber, müzik ve geleneksel kültürün tanıtımına yönelik yayınlar yapılabilir. Bu
dil ve lehçelerin öğretilmesine yönelik yayın yapılamaz. Kamu ve özel ulusal
yayın lisansı sahibi radyo ve televizyon kuruluşları, bu dil ve lehçelerdeki
yeniden iletim konusu yayınları da dahil olmak üzere; radyo kuruluşları günde
60 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam beş saat, televizyon kuruluşları ise
günde 45 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam dört saat yayın yapabilirler. Bu
dil ve lehçelerde yeniden iletim konusu yayınlar dahil, televizyon yayını yapan
kuruluşlar bu yayınlarını içerik ve süre açısından bire bir olmak kaydıyla,
Türkçe alt yazıyla vermekle veya hemen akabinde Türkçe tercümesini
yayınlamakla, radyo yayını yapan kuruluşlar ise programın yayınlanmasını
takiben Türkçe tercümesini yayınlamakla yükümlüdürler.
Geleneksel diller ile HIV/AIDS’in önlenmesi konusunda
eğitim programlarının yapılabilmesi, eğitim konusunun yönetmelik kapsamında
olmaması nedeniyle mümkün görülmemektedir. Ayrıca yayın saatlerinin çok kısıtlı
olması, bu programları yayınlayacak kanalların veya istasyonların HIV/AIDS’in
önlenmesi konusuna yasal bir zorunluluk olmadığı taktirde yer
vermeyebileceklerini akla getirmektedir.
HIV/AIDS Bağlamında İfade ve Örgütlenme
Özgürlüğü
Anayasamızın 33. Maddesi derneklerin kurulması ile
ilgilidir. Herkesin önceden izin almaksızın dernek kurma, bunlara üye olma ya
da üyelikten çıkma özgürlüğü vardır.
Anayasa Madde 33 – (Değişik: 23.7.1995-4121/2 md.;
3.10.2001-4709/12 md.) Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve
bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir.
Diğer yönden Türk Medeni Kanunu’nda derneklerin kuruluşu
tanımlanmış ve hukuka veya ahlaka aykırı amaçlarla derneklerin kurulamayacağı
bildirilmiştir.
Türk Medeni
Kanunu Madde 56 – Dernekler, en az yedi gerçek kişinin kazanç
paylaşma dışında belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, bilgi ve
çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları, tüzel
kişiliğe sahip kişi topluluklarıdır.
Hukuka veya ahlâka aykırı amaçlarla dernek
kurulamaz.
HIV/AIDS’in önlenmesi konusunda risk altındaki gruplara
yönelik hizmet ve bilgilendirme çalışmalarının önemi bilinmektedir. Damariçi
madde bağımlıları, seks işçileri, erkeklerle cinsel ilişkide bulunan erkekler
benzeri risk altındaki gruplara yönelik çalışmalar yapmak amacıyla bu gruplara
mensup ya da bu gruplara yönelik çalışma yapmak isteyen bireylerin tüzel bir
yapı altında kurumsallaşmalarının da HIV/AIDS’in önlenmesine büyük katkılarının
olacağı açıktır. Diğer yönden seks işçiliği, madde bağımlılığı ve eşcinsellik
ahlaki açıdan olumsuz olarak nitelenen edimler olabilmesi ve bu gruplara
yönelik çalışmaların bu tür edimleri destekleyecek etkinlikler olarak
değerlendirilebilmesi nedeniyle dernek kurma özgürlüğünün kullanılmasında
sorunlar yaşanabilmektedir.
İfade
ve örgütlenme özgürlüğü konusunda Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu tarafından
belirlenen AIDS’in önlenmesinde insan hakları ve kamu özgürlüklerinin
korunmasına yönelik temel ilke aşağıda belirtilmiştir:
UAK İlke 31 – HIV
pozitif insanları destekleyen, dayanışma grupları ya da eşcinsel örgütlenmeler
gibi kulüp ya da örgütlenmelerin faaliyetleri askıya alınamaz ya da
durdurulamaz.
5.7.
REHBER 7: Yasal Destek Hizmetleri
Devletler,
HIV’den etkilenen kişilerin hakları konusunda eğitilmeleri için hukuki hizmet
desteğini desteklemeli, kişilerin bu haklarını kullanabilmeleri için ücretsiz
hukuk hizmeti verilmesini sağlamalı, HIV’le ilişkili hukuki konularda
uzmanlığın gelişmesini desteklemeli ve koruma için mahkemeler dışında Adalet
Bakanlığı ofisleri, ombudsmanlık, sağlıkla ilgili şikayet birimleri ve insan
hakları komisyonları gibi diğer mekanizmaları devreye sokmalıdır.
|
5.7.1.
Türkiye’de Durum
Türkiye’de hukuk ve ceza davalarında karşılıksız hukuki yardım da bulunmak üzere avukat atanması sistemi düzenlenmiştir. Kural olarak hukuk yargılamasında tarafların kendilerini bir avukatla temsil ettirmek zorunluluğu bulunmamaktadır. Yurttaşlar her aşamada doğrudan dava açabilir, yargılamaya katılabilir yani davacı ve davalı olabilir. Bunun hiçbir istisnası bulunmamaktadır. Ceza yargılaması ise farklılık gösterir. Şüpheli/sanık bakımından ve suçlama bakımından zorunlu müdafilik sistemi sözkonusudur. Ayrıca yargılama sırasında yargılama giderlerinden bağışık olma bakımından da adli yardım sistemi düzenlenmiştir. Sonuç olarak HIV tanısı almış kişiler koşulları uygun olduğunda veya gerekli koşulları taşıdığında bu sistemden yararlanabilecektir. Hasta hakları ve HIV tanısı alan kişilere özgü başka ve özel bir düzenleme bulunmamaktadır.
Hasta hakları ve HIV tanısı almış bireylerin gereksinim duydukları alanlarda, duruma özgülenmiş spesifik özel destek sisteminin bulunmayışı bazı sorunları beraberinde getirmekte ve bazen adalete ulaşmanın başlangıcında, başvurucu için caydırıcı etkide bulunmaktadır.
ADLİ YARDIM
Adli yardımın amacı, bireylerin hak arama özgürlüklerinin önündeki engelleri aşmak ve hak arama özgürlüğünün kullanımında eşitliği sağlamak üzere, avukatlık ücretini ve yargılama giderlerini karşılama olanağı bulunmayanların avukatlık hizmetlerinden yararlandırılmasıdır.HUKUK DAVALARINDA ADLİ YARDIM:
1-Avukatlık Ücretinden Muafiyet:
Türkiye Yasalarına göre adalete ulaşım için birden fazla yasada düzenleme bulunmaktadır.
1- Avukatlık Kanunu, Adli Yardım Yönetmeliği ve Adli Yardım
1136 sayılı Avukatlık kanunu md.176 ya göre, avukatlık ücretlerini ve diğer yargılama giderlerini karşılama olanağı bulunmayanlara avukatlık hizmetli sağlanacağını belirtmektedir.
Bu hizmet barolarda oluşturulan adli yardım bürosu tarafından yürütüleceği md.117.de açıklanmıştır.
Adli yardım istemi, hizmetin görüleceği yer adli yardım
bürosuna ve temsilciliklerine yapılır. Başvurularda, adli yardım başvuru formu
doldurulur ve adli yardım esas defterine kaydedilir.(Yönetmelik md.5)Adli
yardım bürosu ve temsilcilikleri, istem sahibinden gerekli bilgi ve belgeleri
ister, istemin haklılığı konusunda uygun bulacağı araştırmayı yapar,
gerektiğinde karar verir. İstek reddedilir ise yazılı veya sözlü olarak baro
başkanına tebliğden itibaren onbeşgün içinde başvuru yapılabilir. Başkanın 7
gün içinde vereceği karar kesindir.(md.178)
Adli Yardım isteğinin kabulü halinde bir veya birkaç avukat görevlendirilir.
Görevlendirilen avukat, md.179 a göre görev yazısının kendine ulaşmasıyla,
avukatlık hizmetlerini yerine getirmek yükümlülüğü altına girer.Adli yardımla görevlendirilen avukata, görevlendirmeye konu iş için asgari ücret tarifesinde gösterilen maktu ücret peşin ödenir. (Yönetmelik md.7)
Bu yükümlülük, ilgilinin gerekli belge ve bilgileri isteğe rağmen vermemesi veya vekaletname vermekten kaçınmasıyla sona erer.
Ayrıca görevlendirilen avukat da bu işi yapmaktan çekinmek isterse görevin kendisine bildirildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde o işin tarifede belirlenen ücretini baroya ödemek zorundadır.
Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu(no:1086)
İddia ve savunmada veya tedbir kararı başvurularında haklı olduklarını
delillerle belirtenler, eğer kendisi veya ailesini önemli bir zorunluluğa
düşürmeden gerekli olan masrafı tamamen veya kısmen ödemeden yoksun ise
yargılama giderlerinden muaf tutulabilir. )Md: 465)Yabancılar karşılıklılık
varsa bu olanaktan yararlanabilirler.
Yargılama giderlerinden muafiyet içinde şunlar
bulunur:(md.466)
1-Yargılama
2-Tanık ve bilirkişi masrafı
3-Teminat muafiyet
4-Tebligat gideri ve masraf
5-Ücreti sonradan ödenmek üzere vekil temini
6-İcra harç ve zorunlu giderler
7-Pul gideri
Yargılama giderlerinden muafiyet için istek yazılı ve sözlü yapılabilir.
Yoksulluğu belgelemek için belediye den veya ihtiyar heyetinden kişinin
uğraşısı, sıfatı, malvarlığı, vergi miktarı ve ailesinin durumu nedeniyle
yargılama gideri karşılamaya gücü olmadığı belirtilir.(md.467)
İsteğin reddi kesindir.(md.469)
Adli Yardım isteyen
yargılamada haklı çıkarsa yapılmış olan masraf öncelikle tahsil
edilir.(d.471)Adli Yardım isteyen vekille temsil edilmişse ücreti de karşı
taraftan tahsil edilir.
(md.472)
CEZA HUKUKU AÇISINDAN HUKUKİ
YARDIM ALMA HAKKI ve MÜDAFİLİK KURUMU
Hukukumuzda bir avukattan hukuki
yardım almak, yasal olanaklar şüpheli veya sanık bakımından bir hak olarak tanımlanmıştır.
Bu hak, kişinin suç isnadı veya hürriyetinden yoksun bırakıldığı anda başlar ve
her aşamada devam eder.
Bu hak hazırlık aşamasında ve
yargılama aşamasında yasa gereği resên dikkate alınır. Bazı durumlarda ise
yasal zorunluluktur. Çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya
sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir
Hukuki yardım denince ilk önce bir
avukattan yardım alma hakkı anlaşılsa bile geniş anlamda kişinin bir müdafi
tayin hakkını kullanmak için ekonomik durumu uygun değil ise ücret ödemeden bir
avukat tayini isteme hakkı da bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Şüpheli veya sanığın hukuki yardım
alma hakkı, aynı zamanda savunma makamının da güçlendirilmesi anlamına da
gelmektedir.
5271 sayılı Ceza Mahkemeleri
Kanununa göre:
1-Şüpheli veya sanıkların
hukuki yardım alması:
Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her
aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanuni
temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir.(md.149/1)Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.( md.149/3)
Müdafiin görevlendirilmesi
Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.(md.150/1)
Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.( md.150/2)
Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır. (md.150/3)
Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir.( md.153/1)
Müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, sulh ceza hakiminin kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir. .( md.153/2)
Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.( md.153/3).
Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir. .( md.153/4).
Bu maddenin içerdiği haklardan suçtan zarar görenin vekili de yararlanır (md.153/5).
Müdafi ile görüşme
Şüpheli veya sanık, vekaletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.( md.154/1)
Müdafiin görevlendirilmesinde usul
150 enci maddede yazılı olan hallerde, müdafi;
a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hakimin istemi üzerine,
b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,
Baro tarafından görevlendirilir.(md.156/1)
Yukarıda belirtilen hallerde müdafi soruşturmanın veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir. .(md.156/2)
Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer. .(md.156/3)
2-Mağdurun Hukuki Yardım alması:
5271 sayılı Kanunun 234/3 e göre;
mağdur ile şikayetçi, vekili yoksa, baro tarafından kendisine bir avukat
görevlendirilmesini isteme hakkına sahiptir.
Mağdur, on sekiz yaşını
doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malul
olur ve bir vekili de bulunmazsa, istemi aranmaksızın bir vekil
görevlendirilecektir (234/2.).
Bu hak hem soruşturma hem de kovuşturma aşamasında da geçerlidir.
HIV’le Yaşamak Ve İnsan Hakları
Çalıştayı
10-11 Aralık 2007, Ankara
Küresel Fon ve T.C. Sağlık
Bakanlığı HIV/AIDS Önleme ve Destek Programı kapsamında 10-11 Aralık 2007
tarihlerinde Ankara’da sivil toplum ve kamu kurumlarının katılımıyla
gerçekleştirilen çalıştayda bu metin üzerinden yapılan dört ayrı grubun
çalışmasının sonuçları aşağıda sunulmuştur:
Grup 1
Ulusal Yapılar
İnsan Hakları izleme mekanizması
Uluslar arası işbirliği
Çalışma Yaşamı
Katılımcılar
• SB Temel Sağlık - Peyman Altan
• SB Bilgi İşlem - Murat Güler / Beti
Gül
• SSK - Cenap Yıldırım
• UN-AIDS - Ela Aktürk
• UN-FPA - Gökhan Yıldırımkaya
• CYBH-DER - Güneş Tomruk
• Pozitif Yaşam Derneği - Nejat Ünlü
• Sağlık Hakkı Derneği - Süleyman Anıl
ÖNERİLER:
Ulusal AIDS Komisyonu (UAK)
- Temel görevleri
İzleme- Değerlendirme –
Raporlama – Denetleme
Veri Toplama (Veri bankası)
İstişare (Yerel ve Merkezi)
Karar Mekanizmalarında yer
alma
- Bakanlıklar arası koordinasyonu sağlamalı,
- Tüm yapıların üzerinde yer alacak yetkiye sahip olmalı (Örn RTUK)
- Denetleme yetkisi olmalı
Ne yapılmalı?
- UAK’nın yasal yapısı tanımlanmalı ve yasal güçlere sahip olmalı. Bu amaçla bir tüzük hazırlanmalı ve Bakanlar kuruluna sunulmalı. Bu çalışmayı yürütmeyi ve sunmayı Sağlık Bakanlığı yapmalı.
- Meclis’de platformlar, komisyonlar kurulmalı ve bu komisyonlarda UAK daimi üye yapılmalı,
- Var olan çekirdek grubun dışında; insan hakları ihlallerini izleme, izleme-degerlendirme-raporlama, tedaviye ve ilaca erişimi izleme konuları gibi konularda çekirdek gruplar kurulmalı.
- UAK’nın kendisine ve bu cekirdek gruplara STK katılımı kolaylaştırılmalı
Toplumsal Ortaklıkların
Desteklenmesi
- HIV/AIDS’e yönelik politikaların saptanması, programların uygulanması ve değerlendirme çalışmalarına toplum katılımını sağlamak için ülkemizde ne tür yapılar/mekanizmalar/kurumlar oluşturulmalıdır?
- Devlet STK’lara hangi yollardan mali kaynak sağlayabilir?
- STK’ların kapasiteleri nasıl artırılabilir?
- STK’ların hukuk, etik ve insan hakları alanları dahil olmak üzere etkinlikte bulunabilmelerine hangi yollardan olanak sağlanabilir?
- Halihazırda varolan yapılar nasıl güçlendirilebilir?
STK’ların Desteklenmesi
- Belediye kanununda bulunan STK’lara kaynak ayrılması ile ilgili idari düzenlemeler yapılabilir,
- Alanda çalışan derneklerin birlik, ağ, platform gibi oluşumlar oluşturmasına yardımcı olup seslerinin daha yüksek çıkmasına yardımcı olunabilir,
- Bu oluşumlara veya STK’ların kendilerine insan kaynağı, fiziksel mekan, eğitim ve kapasite geliştirme destekleri kamu tarafından verilebilir,
- Stopaj, vergiden muafiyet veya bağışların vergiden muafiyeti sağlanabilir,
- Kamunun ulusal ve uluslararası donörlerden sağladığı kaynakları STK’lara aktarabilir ve/veya onlar adına akredite edebilir
İnsan Hakları izleme
mekanizması
İzleme Mekanizması Olmadığı İçin, Herhangi Bir Bildirim Yapılmamaktadır.
Oysaki Barolar gibi bağımsız birimler veri toplamaktadır ve
yayımlamaktadır. UAK’nın bu verileri toplaması ve değerlendirilmesi için
yetkilendirilmesini önermekteyiz.
Uluslararası işbirliği
Yasal mekanizmalar var ancak uygulamalarda sorunlar var. Yasalarda bu
ilişkilerin geliştirilmesi için bir engel yok ama pozitif destek / ayrımcılık
gerekmektedir.
Çalışma Yaşamı
- İş başvurularında HIV testinin zorunlu tutulmasının engellenmesi için mevzuat yeterli midir?
Test yaptırmayı engelleyen
herhangi bir mevzuat, mekanizma veya yasa yoktur. Oysa 1981 yılında Avrupa
Komisyonu Kişisel Verilerin İşlenmesi Sözlemesi imzalanmıştır. Bu sözleşme için
düzenleme yapılmasını önermekteyiz.
- Bazı meslekler (askerlik, seks işçileri, turizm endüstrisi benzeri meslekler) için HIV testinin zorunlu tutulması için mevzuat yeterli midir?
Hayır değildir.
- Kan / beden sıvıları ile yoğun temasın olduğu iş yerlerinde evrensel korunma yöntemlerinin uygulanmasına yönelik mevzuat mevcut mudur?
Evet vardır.
- HIV pozitif çalışanlar için iş yasaları:
- Çalışabilir durumda olduklarında iş garantisi,
Yoktur.
- Çalışamaz durumda olduklarında sosyal güvenlik yardımı sağlıyor mu?
Yürürlükteki yasaya göre 1800
gün, yeni yasaya göre ise 3600 gün pirim ödeyen herkes emekli olabilmektedir.
HIV/AIDS özelinde bazı iyi leştirmeler önerilebilir.
- İş yasaları çalışanların HIV durumlarının gizliliğini sağlayacak önlemler içeriyor mu?
Hayır.
- İş kazası sonucu HIV bulaştığında çalışanlara tazminat söz konusu mudur?
Tazminat vardır ama genel bir
tazminat anlayışıdır. HIV/AIDS özelinde düzenleme yapılabilir.
- HIV/AIDS’le bağlantılı meslekler için geliştirilmiş HIV/AIDS Yönergeleri (codes of practice) mevcut mudur?
Sadece kayıtlı seks çalışanları için vardır.
•
Herhangi
bir sebeple HIV testine şahıslar zorlanmamalıdır, bu durumun önüne geçilecek
düzenlemeler yapılmalıdır.
•
Yeni İş
ve Sosyal Güvenlik Yasalarının HIV/AIDS açısından acilen incelenmesi
gerekmektedir. (inceleme sırasında HIV konusuna duyarlı yaklaşılması
gerekliliğinin altı çizilmiştir.)
•
Yasal
düzenlemeler gereklidir ve çok önemlidir. Ancak sosyal yönü ağır olan HIV/AIDS
gerçeğinde toplumsal duyarlılığı ve ayrımcılığın ortadan kalkmasını ancak
bilgilendirme çalışmaları ile gerçekleştirmek mümkündür. Eğitimin önemi bir
kere daha grubumuzca vurgulanmaktadır.
GRUP
2
Ceza Yasaları
Ceza İnfaz Sistemi
Yasal Destek
Ayrımcılık Karşıtı ve Koruyucu
Yasalar
Katılımcılar:
•
Şevki
Sözen (İ.Ü.T.F.) Adli Tıp
•
Gonca
Parlak (İçişleri Bak.) EGM
•
Hakan
Erdem (GATA) Enf. H.
•
Arzu
Kaykı (PYD)
•
Destina (Pembe Hayat)
•
Barış
Sulu (KAOS GL)
•
Habibe
Kayar (PYD)
•
Hakan
Umut (Adalet Bak.) CTEGM
•
Gürkan
Sert (M.Ü.
T.F.) Deontloji
Virüs Bulaştırma Fiili
•
Kasten
ya da ihmalle yaralama suçu oluşturmaktadır. TCK m.86 vd.
Maddenin bu şekilde düzenlenmesi yeterlidir. Ek herhangi bir düzenlemeye
ihtiyaç yoktur.
Enjektör Değişim Programları
ve Yasalar
•
Uyuşturucu
suçları kapsamındaki içerik bu gibi eğitim programlarının yürütülmesi açısından
engeller içermektedir.
•
Uyuşturucu
kullanan kişilere sağlık hizmeti sunulması sürecinde gizlilik ilkesinin
öncelikli olması ve başvurucuların iğne değişimi programlarına yönlendirilmesi
sağlanmalıdır.
•
Tedavi danışmanlık ve eğitim hizmetleri
gizlilik çerçevesinde oluşturulmalıdır.
SEKS İŞÇİLİĞİ
•
TCK
çerçevesinde seks işçiliği suç oluşturmaz. Fuhşa teşvik ve zorlama suçtur.
Ancak uygulamada sorunlarla karşılaşılmaktadır. Seks işçiliği konusundaki
düzenlemelerde genel evler dışında seks işçiliği yapanların çalışma koşulları
ve kuralları ile ilgili yeni yaklaşımlar belirlenmelidir
•
Transeksuel
ya da heteroseksuel kadın erkek fark etmeden kayıt altına alması bunun için
ulaşılabilir belirli bir yer tahsis edilmesi vergilendirilmesi gerekmektedir.
•
Kolluğun
ve sağlık personelinin keyfi davranışlarının önlenmesi için polislerin ve hatta
sağlık çalışanlarının eğitilmesi gerekiyor.
•
Sosyal
güvencenin sağlanması seks işçilerinin sağlık hizmetlerinden gerektiği gibi
yararlanmalarını sağlayacaktır.
•
HIV
tanısı alan seks çalışanlarının ve bunlara ait bilgilerin ifşası ile uygulamada
karşılaşılmaktadır. Bu yaklaşım kamuya yarar sağlamadığı gibi yasa dışı bir
yaklaşımdır.
ZORUNLU TESTLER
•
Herkesin
aydınlatılmış onamı alınarak HIV testi yapılması gerekir.
•
Bunun
dışında yapılan her türlü uygulamaya kötüye kullanımdır.
•
Cezaevlerinde
de bunun uygulanması gerekir. İster
cezaevinde olsun ister orduda gizlilik ilkesinin eşit kullanılması gerekir.
•
HIV
pozitif olduğu belirlenen kişinin sağlık hizmetinden yararlanarak tıbbi
durumuna göre tutukluluğu devam ettirilebilir.
ARŞİV ve KAYITLARIN GİZLİLİĞİ
•
TCK
kapsamında özel hayatın gizliliğini ihlal suç oluşturmaktadır.
•
Özellikle
sağlık hizmetlerinde özel hayatın gizliliğini sağlayacak uygulamalara yönelik
duyarlı düzenlemelere ihtiyaç vardır.
YARGILAMA SÜRECİNDE GİZLİLİK
•
HIV le
yaşayanlar açısından sorunlar getirebilen yargılama sürecindeki açıklık
konusunda gizlilik ile ilgili uygulamaya yönelik düzenlemelere yer verilmeli ve
HIV le yaşayanlar açısından sakıncalar giderilmelidir.
CEZA İNFAZ KURUMLARI
•
Ceza ve
İnfaz Kanunu ve uygulama tüzüğü genel olarak sağlık hakkına ilişkin düzenleme
yapmıştır. Fakat HIV e ilişkin özel bir düzenleme yoktur.
•
Gizlilik
hakkının özel olarak vurgulandığı bir çalışma yararlı olacaktır.
•
Yine
hükümlülerin, damariçi madde kullananları ve hükümlüler arasındaki olası cinsel
ilişkilerde HIV bulaşının önlenmesine ilişkin eğitim ve programların
yürütülmesi gereklidir.
Grup 3
Halk Sağlığı Mevzuatı ,
Önleme, Tedavi,
Bakım ve Desteğe Ulaşım, Araştırma
KATILIMCILAR:
- Sağlık Hakkı Hareketi Derneği (Mustafa Sütlaş)
- Hasta Yakınları Derneği (Ümit Erdem)
- Marmara Tıp Deontoloji (Şefik Görkey)
- SB Tedavi Hiz. Genel Md. Gn. Md. Yrd. (Mehmet Kaymakçı)
- SB İlaç ve Eczacılık (Sevim Evrenosoğlu)
- SB Tedavi Hiz. Egitim Hastanesi ve Özel Dal koordine Şb Md. (Ersin Kayaaltı)
- Refik Saydam HS Merkez Başkanlığı (Tülay Yalçınkaya)
- SHÇEK (Füsun Alpay)
Halk Sağlığı Mevzuatı Hakkında
Yasal düzenlemeler konusunda iki seçenek tartışıldı:
a) HIV+
için özel düzenleme
b) Mevcut
yasalarda HIV+’le ilgili özel düzenlemelerin yapılması,
Füsun Alpay: (a) seçeneğini yapmak daha doğrudur.
Mehmet Kaymakçı: Bence de (a) seçeneği uygundur, ancak ayrı
kanun yapmak sorunludur.
Şefik Görkey: (a) seçeneği uygundur, (b) seçeneğini
uygulamak yapılması da zor bir iştir.
Füsun Alpay: Siyasi irade isterse yapabilir.
Ersin Kayaaltı: Ayrı yasa çıkarılması, çelişkilerin
giderilmesi bakımından mevcut yasaların gözden geçirilmesi işini ortadan
kaldırmaz.
Ümit Erdem: Ayrı yasa yapılması hukuk mantığı açısından
uygun değildir. Hastalık adına özgü kanun yapmak çok uygun değildir.
Mustafa Sütlaş: HIV+’le ilgili eksikliklerin nedeninin
yasalardan kaynaklanıp kaynaklanmadığını ortaya koymak gerekir, yasaların hepsi
bu gözle gözden geçirilmelidir. Ayrı bir yasa sorunu çözmeyecektir. Mevcut
yasaların doğru uygulanması gereklidir.
(Sonra
HIV+’in uygulamada sorun olan ve hasta hakkı ihlâllerine yol açan değişik
noktaları tartışıldı ancak bir uzlaşmaya varılmadı.)
Öneriler:
-
HIV’le ilgili yaşanan tüm sorunları bu konuda uluslar
arası insan haklarına ilişkin sözleşme, anlaşma vb. hukuki metinler(UNAIDS,
UNICEF, Avrupa Konseyi, DSÖ, DTB. Vb. örgütlerin kaleme aldığı) göz önüne
alınarak;çözecek yeni bir yasa yapılması
-
Hasta Hakları Yönetmeliğinin “kanun haline getirilmesi”
soruna bir çözüm oluşturabilir.
-
Mevcut yasaların HIV’in özellikleri ve bu konuda uluslar
arası insan haklarına ilişkin sözleşme, anlaşma vb. hukuki metinler(UNAIDS,
UNICEF, Avrupa Konseyi, DSÖ, DTB. Vb. örgütlerin kaleme aldığı) göz önüne
alınarak; güncellenmesi ve işler hale getirilmesi sağlanabilir.
-
Yasal düzenlemelerin HIV’de ortaya çıkan sorunları
çözecek şekilde işletilmesi gerekir.
Genel Çalışma Soruları
Madde 4: Geliştirilen öneriler hakkında:
Öneriler konuyla ilgili tüm kurumların (hizmeti verenler,
onların örgütleri, akademik kurumlar, hastalar, hasta yakınları ve onların her
türden örgütlenmeleri, sivil toplum örgütleri, alana özgü bilimsel ve uzmanlık
dernekleri, hizmetin finansmanıyla ilgili kurumlar, bu alandaki uluslar arası
örgütler) aktif katılımlarıyla gerçekleştirilmelidir.
Önleme, Tedavi Bakım ve Desteğe Ulaşım:
Tüm sağlık hizmetleri ve hastalıkların tanısı tedavisi
“sosyal devletin” güvence altına aldığı,
anayasada tanımlanan “yaşama hakkı”nı bütünleyen temel bir haktır.
HIV/AIDS’le yaşayanların hastalığın getirdiği ayrımcılık da
göz ardı edilmeden, hasta olmalarından kaynaklanan, bu hakların gerektirdiği
tüm hizmetlerden, herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmaksızın, eksiksiz bir
şekilde ve eşit olarak yararlanması gereklidir.
Zorunlu Test Uygulaması:
HIV/AIDS testlerinin aydınlatılmış onam temeline
dayandırılmış olması gerekir. Zorunlu test uygulamalarının kaldırılması uygun
görülmüştür.
Mustafa Sütlaş’ın ek itirazı:
- Kaynağını herhangi bir yasadan ya da yasa hükmünde uluslararası bir mevzuattan almayan, hiçbir emir, genelge veya uygulamanın, hiçbir gerekçeyle yapılmaması gerekir. Bu bağlamda “Zorunlu test” uygulamaları dayanaksız dolayısıyla uygulanamaz bir durumdur.
- Hiçbir tıbbi işlem, hastanın yararı ve tıbbi gerekirlik olmaksızın kendi isteği söz konusu olsa bile, bir tıbbi uygulama olarak gerçekleştirilemez. Dolayısıyla HIV testlerinin danışmanlık verilerek ve aydınlatılmış onam alınsa bile yapılması mümkün değildir.
Tıbbi Araştırmalar:
İnsan üzerindeki araştırmalardaki temel etik ilkeler,
kuşkusuz HIV/AIDS’le ilgili araştırmalar için de geçerlidir.
Grup 4
Kadınlar, çocuklar ve diğer incinebilir gruplar
Toplumsal örgütlenmenin desteklenmesi; İfade ve
örgütlenme özgürlüğü
Eğitim, öğretim ve medya
Katılımcılar:
n
PODER –
M. Ali
n
TAPV –
Anahit Coşkun
n
Lambda
Istanbul – Belgin Çelik
n
ICC –
Adem Arkadaş
n
PYD –
Çiğdem Şimşek
n
MEB
Talim Terbiye – Füsun Köksal
n
Diyanet
İşleri Başkanlığı– Muhlis Akar
n
SHÇEK –
Yusuf Kara
n
Kültür
ve Turizm Bakanlığı– Fatih Büyükerdal
n
Gençlik
ve Spor Genel Müdrülüğü– Dr. Sedef Doğusoy
Mevcut sorunlar / öneriler
q
Doğru bilgiye (uzm kişi), zamanında ulaşma
n
Bilgilerde
minimum standartların sağlanması; söylemlerin tutarlılığı, ortak söylemler
n
Bilgi
entegrasyonu
n
Her
kurumun (hükümet ve hükümet dışı) çalışmalarına HIV/AIDS i eğitim programlarına
dahil etmesi
n
Örgün –
yaygın eğitim kapsamında yer alması
n
Hedef
gruplar ve gereksinimleri doğrultusunda sade/anlaşılır bir dil kullanma /
sadeleştirme
n
Toplumun
değerlerini, insan hakları değerleriyle temellendiren yaklaşımla verme
n
Mevcut
yanlış algının (eşcinsel hastalığı, ölümcül bir hastalık vb..) değiştirilmesini
sağlama,
n
Hastalığın
bulaşma nedenleri / kronik bir hastalık olduğunun vurgulanması / görsel
materyaller yapılması
q
Eğitim ve öğretim (İnsan hakları, toplumsal cinsiyet, eşitlik, ayrımcılığı önleme,
farklılıklara saygı, cinsel yönelimler, HIV/AIDS)
n
Anne- baba eğitimi / kadınlar-erkekler
n
Örgün eğitim
n
Okul öncesi, ilköğretim, lise
q
Eğitimin
erken yaşlardan başlaması, “Sağlık Bilgisi” dersi ve ilgili ders kitaplarının
güncelleştirilmesi / aktif ve katılımcı yöntemler-etkinlikler (toplumsal
cinsiyet, HIV/AIDS, hoşgörü) akran eğitiminin önemi
q
Demokrasi
ve insan hakları eğitimi etkinlikler havuzun çeşitlendirilmesi
n
Üniversitede yaşam becerileri eğitimi (insan hakları, HIV/AIDS, hasta hakları)
n
Öncelikli meslek gruplarına (sağlık çalışanları, eğitim, hukuk,
sosyal hizmet, psikolojik rehberlik ve
danışmanlık, güvenlik güçleri vb..) mezuniyet öncesi temel insan hakları
ve HIV/AIDS eğitimi
n
Eğiticilerin eğitim / hizmet içi eğitimlerle desteklenmesi,
hizmet niteliğinin artırılması, sürdürülebilirlik/ Eğiticileri yetiştirirken
(etkin yöntem, konuyu içselleştirme, davranışa dönüştürme…)
q
Eğitim ve öğretim (İnsan hakları, toplumsal cinsiyet, eşitlik, ayrımcılığı önleme,
farklılıklara saygı, cinsel yönelimler, HIV/AIDS)
n
Yaygın eğitim
n
Sorumlu kurumlar
n
Belediye
yaygın eğitim modeli (İSMEK, KSM….)
n
MEB
çıraklık yaygın eğitim, HEM
n
Gençlik
Spor Genel Müdürlüğü (akran eğitimi, antrenör eğitimi)
n
Kültür
ve Turizm Bakanlığı (otel çalışanları bilinçlendirme/ kondom)
n
SHCEK
yuvaları (ADOREP projesi)
n
Hükümlüler
n
Toplum önderleri-liderleri
n
İmam
n
Muhtar
n
Lider
kadın
q
Özel gruplar
n
Seks işçileri
n
Eskiden
sunulan sağlık hizmeti (sağlık güvencesi) yokluğu sonucu HIV/AIDS kontrol
yetersizliği tehlikeyi artırıyor
n
Gizli
/kontrol edilemeyen fuhuş artıyor ve sonuçta HIV/AIDS tehlikesi tırmanıyor
n
Prezervatif dağıtımı ve çifte standart- devlet eliyle
dağıtıldığı halde polis, fuhuş yapıldığı iddaasıyla (suç unsuru)prezervatif
taşıyanları gözaltına alabiliyor, savcılığa şüpheli olarak suç duyurusunda
bulunuyor
q
Medya (kısa erimli çözüm)
n
HIV/AIDS
ile ilgili doğru mesajlar verilmesi
n
HIV/AIDS’in
belli cinsel yönelimler ya da meslek gruplarına ait olmadığı
n
Ölüm
imajının kırılması-ürkütme/korkutma
n
Olumlu
imajların güçlendirilmesi
n
Web
sayfalarının doğru tasarımı
q
Savuculuk, izleme değerlendirme, denetim
n
STK lar
n
Uluslararası
insan hakları izleme mekanizmalarının kullanılması (Medeni Siyasi Haklar Komitesi, Ekonomik
Sosyal Kültürel Haklar Komitesi, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığı Ortadan
Kaldırma Komitesi, Çocuk Hakları Komitesi)
n
Periyodik
raporlara, alternatif raporlar ile müdahale etme
n
Düzenli
olarak izleme değerlendirme sistemlerinin güçlendirilmesi
n
Kamu denetçiliği mekanizması (ombuds kurumları)
n
Bağımsız
izleme mekanizması (Paris prensipleri üzerinden)
n
HIV/AIDS
grubunun olması
n
Ayrımcılığı
önleme grubunun olması
Politika yapıcıları ve karar vericiler düzeyinde farkındalık yaratma,
duyarlılık arttırma ve savunuculuk çalışmaları
q
Mevcut
yasalar,ama daha da önemlisi uygulamadaki ihlallerle baş etme
q
Ulusal
AIDS Komisyonunun güçlendirilmesi, yasal bir kimlik kazanması
q
STK lar
arası bir network oluşturma
q
Mevcut
komisyonlara katılımcılar açısından istikrar ve devamlılık
q
Uluslararası
İnsan Hakları Hukuku
n
Anayasanın
90. maddesi – uluslararası hukukun üstünlüğü
n
İnsan
hakları temelli yaklaşım ve hak dilinin kullanılması
n
Cezasızlık
kültürünün kalkması
EK: 10-11 Aralık 2007
Tarihlerinde Ankara’da Düzenlenen HIV’le Yaşamak ve İnsan Hakları Çalıştayına
Katılan Kurumlar
Pozitif Yaşam Derneği
|
Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hzm. Gn. Md.
|
PODER
|
SB İlaç ve Eczacılık Genel Md
|
İKGV
|
SB Tedavi Hiz. Egitim Hastanesi ve Özel Dal koordine Şb
Md.
|
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
|
SB Tedavi Hiz. Gn. Md. Hasta Hakları Şb. Md.
|
Pembe Hayat
|
Milli Eğitim Bakanlığı Sağlık İdaresi Daire Başkanlığı
|
Kaos GL
|
Milli Savunma Bakanlığı/GATA
|
Lambda İstanbul
|
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Gn. Md.
|
Türkiye Aile Planlaması Vakfı
|
Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Gn. Md.
|
HAYAD
|
MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı
|
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
|
Kültür ve Turizm Bakanlığı
|
Sağlık Hakkı Hareketi Derneği
|
Sosyal Hizmet ve Çocuk Esirgeme Kurumu
|
Türkiye Kızılay Derneği
|
Sanayii ve Ticaret Bakanlığı
|
Uluslar arası Çocuk Merkezi
|
Refik Saydam HS Merkez Başkanlığ
|
CYBH-DER
|
Diyanet İşleri Başkanlığı
|
UNAIDS
|
İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Sağlık İşleri
Daire Bşk
|
UNFPA
|
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
|
|
Başbakanlık Sosyal ve Kültürel İşler Başkanlığı
|
|
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü
|
|
SGK/SSK
|
[1] UNAIDS, Aralık 2007
[2] Ulusal AIDS Komisyonu: AIDS’in
Önlenmesinde İnsan Hakları ve Kamu Özgürlüklerinin Korunması. Düzenleyen: Çokar
M., İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, İstanbul, 1999.
[3]
E/CN.4/1997/37.
[4] Toplum örgütü terimi,
sivil toplum kuruluşları, sendikalar, meslek örgütleri, tüzel kimliği olmayan
platform, girişim, forum gibi yapıların tümünü içerecek biçimde kullanılmıştır.
[5] R.G.’de yayın, 06.02.1997
[6]
European Standards on Confidentiality and Privacy in Healthcare, Queens
University Belfast. ; European Guidance for Healthcare Professionals on
Confidentiality and Privacy in Healthcare, Queens University Belfast. ; Sağlık Çalışanları İçin Sağlık
Hizmetinde Gizliliğe ve Mahremiyete İlişkin Avrupa Rehber Kuralları çev. Tolga
Güven.
[7] DEMİRCAN Yusuf Tunç
Yasalarda HIV/AIDS İle İlgili Durum Analizi Yapılması Raporu
[8] DEMİRCAN Yusuf Tunç
Yasalarda HIV/AIDS İle İlgili Durum Analizi Yapılması Raporu
[10] DEMİRCAN Yusuf Tunç
Yasalarda HIV/AIDS İle İlgili Durum Analizi Yapılması Raporu
[11] DEMİRCAN Yusuf Tunç
Yasalarda HIV/AIDS İle İlgili Durum Analizi Yapılması Raporu
Yorumlar
Yorum Gönder