Sevgili Gül Ustabaş Genç’in kendi kaleminden öyküsü:
Sevgili Gül
Ustabaş Genç’in kendi kaleminden öyküsü:
“1973 Sinop
doğumluyum. 8 yaşıma kadar normal bir çocuktum, ta ki basit bir hastalığın
bende işitme kaybı oluşturmasına dek.. Bir gece ateşim birden yükselmiş ve
işitme sinirlerim tahrip olmuş.(ölmüş de diyebiliriz) sabah beni kahvaltıya
çağırdıklarında tepki verememişim hiçbir şey duymuyormuşum. Hemen götürüldüğüm
aile doktorumuz da “benim kızım olsaydı bile yapacağım bir şey yoktu, bu bir
anlık bir olay” demiş. Babam da beni Ankara’ya götürmüş ve aldığı cevap şu
olmuş: “bu kız artık duyamayacak!” ve okuma ve yazmayı öğrendiğimden normal
okula devam ettirilmem tavsiyesinde bulunmuşlar.
Sinop’ta devam ettiğim ilkokula, öğretmenime durumum bildirilmiş beni
kabullenmişler. Yalnız benim o günlerle ilgili çok fazla hatırladığım bir şey
yok, sanırım içime kapanmış olmalıyım.
O zamanlar ablam bana kitap okuma alışkanlığı kazandırmıştı. (ilk
kitaplarım kocaman renkli ve süslü kitaplardı, yüzyıl uyuyan güzel..gibi..) O
günlerden hatırladığım en güzel şey de bu zaten.. KİTAPLAR..onlar benim en
yakın dostum, arkadaşım oldu. Okumaya başladığımda başka bir atmosfere
geçiyordum sanki. Hastalığımda, sıkıntılarımda da ilaç gibi gelirdi kitaplarım.
İlkokulu bitirince, ailem şimdi ne yapacağız diye oturup düşünüyor. Beni
İstanbul Göztepe sağır ve dilsizler okuluna götürüyorlar. Orda da deniyor ki:
“Bu kız konuşabiliyor, kabul edersek konuşmayı unutur.” Sinop’a dönüyoruz ama
benim ne olacağım yine belli değil.
Okullar açılıyor… Ben hala ortadayım..En sonunda orta kısmı da olan kız
meslek lisesine götürülüyorum “hiç olmazsa bir sanatı olsun, muhakkak okusun”
diyen ailem sayesinde. Beni önce kabul etmek istemiyorlar, annem yalvarıyor:
“ne olur bir deneme yapalım, olmazsa okuldan alırım” diyor. Sonra deneme yapmak
koşuluyla kabul ediliyorum. O güne dek bir öğretmenim varken, birden çoğalıyor
sayısı.. Her gelen öğretmenle tanıştırılıyorum.. En zoru İngilizce
dersi..Duymayan bir kız bu dersi nasıl alacak? Kendi halime bırakılıyorum,
bendeki hafıza, tüm yazılanları soru ve cevapları ezberlememe neden olduğu için
(arkadaşlarımın yaptığı okunuşla yazma hatası bende olmuyordu) İlk sınavda 99
almıştım, ne ilginç değil mi? İlk dönemi teşekkür ile geçiyorum. (od önem tüm
okulda -lise de dâhil- toplam 1 kişinin takdir, 2 kişinin ise teşekkür aldığı
düşünülürse takdir sizin)
İmkansız bir şey yoktur, istediğiniz takdirde her şey olur.. Ve ben lise
sonda, üniversite sınavına giriyorum..Tutturmuşum o güne kadar “doktor
olacağım” diye..Engelli raporu alırken heyet başkanı bana soruyor “hastalarını
nasıl dinleyeceksin?” Üniversite sınavında da engelli olduğum için sınıfımdaki
özel görevli hanım, sınavdan sonra ne doğrultusunda tercih yapacağımı sorarak,
gerçekçi olmamı, ilgi duyduğum ve başarılı olacağım alanlarda tercih yapmamı tavsiye
etmişti.Onun tavsiyesine uydum, tercihlerimi öyle yaptım.Ve 5.tercihim olan
İstanbul MSÜ Moda-Konfeksiyon bölümünü kazandım..
Hayatımın en
güzel anlarını üniversitede okurken İstanbul’da yaşadım..
İstanbul… Orda okumak, orda engelli olmak, nasıl bir şey?
İstanbul… Orda okumak, orda engelli olmak, nasıl bir şey?
Benim en büyük şanslarımdan biri; her iki ablamın da İstanbul’da olmasıydı.
En büyüğümüz Hanife ablam sorumluluğumu alıyor, beni okuluma götürüp kaydımı
yaptırıyor. Haftanın iki günü Fındıklı’da merkezde, üç günü Bakırköy
Yenimahalle’deki mesleki eğitim binasındayım.
İlk günler ablalarım tarafından götürülüyorum, sonra
yolu ve bineceğim vasıtaları (otobüs, minibüs ve tren) öğrenince kendim
gidiyorum. Hanife ablam ilk günden çekiyor beni karşısına: “Yolda, işaretlere
rağmen sen yine de gözlerini dört açacaksın, gülmek-sırıtmak yok dikkatli olmak
var.” diyor.
Okulun ilk günlerinde arkadaşlarımla tanışıyorum, her biri okuma hevesiyle
gelmiş, birbirimize kenetleniyoruz, o kadar kızın içinde sadece 3-4 erkek
öğrenci var. Hiç biri bana farklıymışım gibi davranmıyor ,arkadaşlarımı çok
seviyorum.. Hocalarımdan birkaçı, beni daha ilk izlenimimden çok olumlu yönde
etkiliyor.
Mezun olduğum 1992 yılında Sinop’a dönüyorum. Ailem tekrar İstanbul’a dönüp
çalışmamı istemediğinden vaktimi önce çeşitli kurslara giderek, sonra da Halk
Eğitim Merkezinde “stilistlik” kursu vererek sonra da bir tekstil fabrikasında
iş tecrübesi edinerek geçiriyorum. En son da SSK’nın açtığı engelli memur
sınavını kazanarak 1997 den buyana SGK da memurluk yaparak çalışıyorum. Eşim
Gencer Genç ile de SGK’da çalışırken tanıştık aramızda büyük bir sevgi oluşunca
evlendik. 2001 de ilk oğlumuz Atilla Burak, 2009 da ikinci oğlumuz Atakan
Faruk’a sahip olduk. İki oğlumun da okuyan, çözüm üreten, ailesine, vatanına ve
milletine hayırlı evlat olmasını istiyor ve istemekle kalmıyor dua da ediyorum.
Görülüyor ki; insan olmak kulak-göz, ayak-el ile değil, kafa ve kalp ile-
istemek-başarmak ile mümkün oluyormuş.
Engellilere normal insanlarla beraber eğitim verilmesini savunuyorum.
Engelli bir yakınınız ya da tanıdığınız varsa onların eğitimi için her türlü
olanağı kullanın, engelleri kaldırın, Acımayı “bir işe yaramaz” gözü ile
bakmayı bırakın. Ben görmediği halde resim yapan, duymadığı halde gitar çalan
gördüm..Belki siz de görmüşsünüzdür..
Tarihe bakınca da, Beethoven’in 9.senfonisini işitme engelli olarak
yaptığını, Helen Keller’in hem sağır-dilsiz hem de kör olmasına rağmen 5 dil
öğrenip kitap yazdığını, bisiklet ve kano kullandığını, Marlee Matlin’in ise
Oscar kazanmış Amerikalı sağır-dilsiz bir oyuncu olduğunu görebilirsiniz.
Edison’u ise bilmeyeniniz yoktur, peki onunda işitme engelli olduğunu, A.
Graham Bell’in de telefonu gerçekte işitme engelli eşine, işitme cihazı icat
etmek isterken bulduğunu biliyor muydunuz?
Engellilerin eğitimi konusuna gelince; kaynaştırma eğitiminin tercihe
dilmesini savunuyor olmamın sebebi, engelli biri olarak çevremin normal olması,
beni de normal biri olmaya odaklamış olmasıdır. Bir kere muhatabınıza,
çevrenizdekilere uyum sağlayabilmek için fazlasıyla efor harcıyorsunuz, başta
çekilen sıkıntılara rağmen sonuç için değer, bu kendine yetebilen, dışa dönük
biri olmamızı sağlıyor. Normal insanlarda engelli kişinin çektiği sıkıntıyı,
harcadığı emeği görüp tanıyor. (Kusura bakmayın ama alay eden, küçümseyen
insanları, insan yerine koymuyorum.)
Engelliler normal hayattan dışlanır, ayrıştırılırsa
içlerine kapanırlar. Topluluk önüne çıkmada bocalar, çekinir ve kendinde
cesaret bulamazlar. Dolayısıyla topluma bir faydası da dokunamaz.
İşitme engellinin kulağının görevini göz yapar, Görme engellinin ise
gözlerinin yerini elleri almıştır. Engellilerin ortak noktası ise olaylara kalp
ve beyin gözü ile bakıyor olmasıdır belki de..
Şahsen kendimi ele alsam, işitme engelimden şikâyetçi değilim. Düşünüyorum;
her şeyi duymak zorunda değilim, duymak istediğim şeyleri kendim seçiyorum.
Arkamdan konuşulanları duyamamak,
çevreselgürültüveseskirliliğindenuzakolmakbenidahaçokmutluediyorsanırım.
Sağlık-mutluluk ve engelsiz bir hayat dileğimle…
Yorumlar
Yorum Gönder