ENGELLİLERE YÖNELİK TOPLUMSAL ALGI VE DIŞLANMIŞLIK (SİİRT ÖRNEĞİ)

ENGELLİLERE YÖNELİK TOPLUMSAL ALGI VE DIŞLANMIŞLIK (SİİRT ÖRNEĞİ)


ENGELLİLERE YÖNELİK TOPLUMSAL ALGI VE DIŞLANMIŞLIK (SİİRT ÖRNEĞİ)
Mustafa Aslan Siirt Üniversitesi
Selim Şeker Siirt Üniversitesi
ÖZET
Türkiye İstatistik Kurumu ve Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından 2002 yılında yapılan araş- tırma sonuçlarına göre, ülkemizdeki nüfusun % 12,29’unu engelliler (kalp, şeker, böbrek yetmezliği gibi süreğen hastalığı ya da bedensel veya zihinsel engeli olan) oluşturmaktadır. Bunlardan doğuştan, doğum sırasında ve doğumdan sonra zihinsel, bedensel, işitme, dil vb. engelli olan kişilerin toplam nüfus içindeki oranı ise % 2,58 (yaklaşık 1,8 milyon)’dır. Engelli kişiler doğrudan ilişkide bulundukları aileleriyle birlikte düşünüldüğünde, “engellilik” konusu yaklaşık 10 milyon kişiyi ilgilendirmektedir. Yapılan yasal düzenleme ve alınan idari tedbirlerle engellilerin yaşamında kayda değer iyileştirmeler sağlandı. Ancak alınan tüm yasal ve idari önlemlere rağmen engelliler hâlâ “acınılan,‏dışlanılan, kabul görmeyen, alay edilen, küçümsenen, güvenilmeyen insanlar” olarak görülmektedir. Bu tutum engellile- re ilişkin olumsuz bir algının oluşmasına ve toplumdan dışlanmalarına neden olmaktadır.
Engellilere yönelik toplumsal algı ve dışlanmışlığı yerinde gözlemlemek amacıyla Siirt mer- kezde hizmet veren üç özel eğitim ve rehabilitasyon merkezinde eğitim gören engellilerden 75 kişinin (kadın-erkek) velileriyle yüz yüze görüşmeler yapıldı. Elde edilen sonuçlar engellilere yönelik toplum- sal algının son derece olumsuz ve önyargılı olduğunu, özellikle zihinsel engellilerin aileleriyle birlikte toplum tarafından dışlandığını, bundan dolayı engelli çocuğu olan ebeveynlerin de mümkün olduğu kadar toplum içine çıkmamayı tercih ettiğini ortaya koymuştur.
Dolayısıyla engellilere yönelik toplumsal algının değişmesi, engellilerle ailelerinin toplumsal dışlanmışlıktan kurtarılması için alınacak idari ve yasal önlemler yanında toplumca sorumlulukların yerine getirilmesi gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Engellilik, dışlanma, toplumsal algı
ABSTRACT
According to the results of a statistical survey conducted in 2002 12.29 % of the population of our country is disabled (people suffering from heart or renal failure, having diabetes, mental and / or physical handicap). The number of the persons with a mental or physical handicap and those with he-
449


Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu Mustafa Aslan-Selim Şeker
aring or speaking disabilities run up to 2.58 % (nearly 1.8 million people) of the total population. With
onların eşit bireyler olarak görülmelerine engel olmaktadır. Türkiye’nin taraf olduğu “Birleş- their relatives, the total number of persons concerned by disability reaches to nearly 10 million. Despite
miş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi” ile “Engellile- the improving of the living conditions by juridical and administrative measures the disabled persons
rin Haklarına İlişkin Uluslararası Sözleşme” engelli kişilerin haklarının ihlal edilmemesi için continue to be maltreated, abused and considered as the individuals lacking the confidence. This creates
gerekli her türlü tedbirin alınmasını açıkça ifade etmektedir. Fakat buna rağmen engelliler a negative perception of disabled persons and makes them the outcasts of society.
“normal” kişiler olarak değil, ait oldukları ailenin toplumsal konumunu da zedeleyen “özür- For studying this negative perception excluding the disabled peoples from society a survey is
lü” ve “eksik” bireyler olarak algılanmaktadırlar. conducted on 75 disabled students from three private centers of education and rehabilitation in Siirt. The results of survey show that this negative and prejudicial perception excludes both the disabled people and their families from society.
It is necessary to take the needed juridical and administrative measures and the society must fulfills they responsibilities so that this negative perception of disables people changes and protects the disabled people from exclusion.
Keywords: Disability, exclusion, social perception
Engellilik konusunda uzman Amerikalı yazar Rosemarie Garland Thomson, Olağan- dışı Bedenler adlı eserinde, engellileri toplumda “aşağı konumdaki talihsiz bireyler” olarak tanımlamaktadır. Yazara göre bu, sosyal kimlikleri önyargı ile damgalanmış, değersiz, kuşku duyulan ve önemsenmeyen kişiler olarak görülen engelliler hakkındaki hâkim, yaygın ve korku çağrıştıran olumsuz algıdan kaynaklanmaktadır (Sachs, 2003: 3).
Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı (2009) ve Esra Burcu (2010)’nun yakın zamanda ayrı ayrı yaptıkları araştırma sonuçları, Türkiye’deki engellilere yönelik algının Thomson’un tanımladığı algıdan pek farklı olmadığını göstermektedir.
ENGELLİĞİN TANIMI Bu alanda yapılmış hem ulusal hem uluslararası araştırmalarda birey fiziksel veya zi- GİRİŞ 2002 yapılan Özürlüler Araştırması sonuçlarına göre, ülkemizdeki toplam nüfusun % 12,29’unu engelli (kalp, şeker, böbrek yetmezliği gibi süreğen hastalığı olan ya da bedensel veya zihinsel engeli olan) vatandaşlar oluşturmaktadır1. Bunların % 2,58’i (yaklaşık 1,8 mil- yon) doğuştan, doğum sırasında ve doğumdan sonra zihinsel, bedensel, işitme, vb. engelli olan kişilerdir. İlişkide bulundukları aile bireyleriyle birlikte düşünüldüğünde, “engellilik” konusu yaklaşık 10 milyon kişiyi ilgilendirmektedir. Engellilerin sosyo-ekonomik yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik yapılan yasal düzenlemeler yanında değişik dönemlerde idari tedbirler de alınmıştır. Böylece, engelli bir vatandaşın deyimiyle, engellilere yönelik “yasalar çıktıkça, engelliler dışarı çıktıkça, halkın da bakış açısı değişti; hor görücü bakış açısı azaldı...”2 Ulusal mevzuatta yapılan yasal düzenlemeler yanında, engellilere yönelik iyileştirmelerin yapılması ve yönetim düzeyinde gerekli tedbirlerin alınmasını zorunlu kılan Avrupa Kentsel Şartı, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 142 Sayılı Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Özürlü Hakları Bildirgesi gibi birçok uluslararası sözleşmeyi Türkiye taraf ülke olarak onaylayarak gereklerini yerine getirme taahhüdünde bulunmuştur.
hinsel rahatsızlıktan dolayı olduğu gibi yaşadığı süreğen bir hastalıktan nedeniyle de engelli olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle, “engelli” kavramı çok geniş bir kesimi ifade eder (Dalbay, 2009: 35). Bu yüzden engellilik kavramını tanımlamak hiç de kolay bir şey değildir. Çünkü engellilik fiziksel bir yoksunluk ya da eksiklik olabileceği gibi aynı zamanda sosyal, kültürel, ekonomik, psikolojik ya da herhangi bir neden de olabilir. Dolayısıyla “engellilik” kavramı, fiziksel yoksunluktan başka birçok nedene bağlı “sınırlandırılma” durumunu da ifa- de edebilir (Dalbay, 2009: 35).
Örneğin Dünya Sağlık Örgütü, “kendi çalışma alanına bağlı kalarak medikal bir yak- laşım kullanmış, engelliliği bir hastalık olarak kabul etmiş ve kavramları da ayrı ayrı sınıfla- yarak tanımlamıştır3.” Dünya Sağlık Örgütü engelliliği “bir yetersizlik veya özür nedeni ile yaşa, cinsiyete, sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak kişiden beklenen rollerin kısıtlan- ması veya yerine getirilememesi hali” olarak tanımlamaktadır4. Engelliliği “sakatlık” olarak tanımlayan BM’ye göre ise “kişisel ve sosyal yaşantısında kendi kendine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki, kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlara” engelli denir5.
Amerikalı psikoterapist Rhoda Olkin (1999)’in de belirttiği gibi, her yerde engelliler “önyargı, ayırımcılık ve damgalanmakla yüz yüze kalmaktadır” (Sachs, 2003: 3). Çünkü “en- gelli olmayan” çoğunluk tarafından “geleneksel olarak küçük görülen, ekonomik kaynaklara ulaşma imkânları çok sınırlı olan engellilerden ne medya ve sanat alanlarında, ne de makam
Engelliliği “özür” olarak kabul eden Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın tanı- mı ise şöyledir: “Özürlü, doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucube- densel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yetilerini çeşitli derecelerde kaybetmiş, normal yaşamın gereklerine uyamayan kişilerdir.”6 ve güç sahibi siyasiler arasında onları temsil edecek fazla kimse yoktur. Kısacası, sosyal konum olarak da güçsüz olan engelliler yaşamın tüm önemli olanaklarından yoksundurlar”
3 T.C. Başbakanlık, ÖZİDA, I. Özürlüler Şurası: Özürlülerle İlgili Yönetim ve Örgütlenme; Özürlülerle İlgili Sosyal Politika Yönetim ve Örgütlenme Komisyon Raporu, Ankara, 29.11- (Sachs, 2003: 3). Bu nedenle, tüm yasal düzenleme ve mevzuata rağmen var olan bu “top- lumsal” dışlanmışlık algısı, engellilerin sosyal haklarının da ihlal edilmesine yol açmakta,
02.12.1999, s.74. (aktaran Dalbay 2009: 36) 4 Classification Internationale du Fonctionnement du Handicap et de la Santé, Résolution de l’Assemblée Mondıale
de la Santé, 22 mai 2001. 1 Devlet İstatistik Enstitüsü, Türkiye Özürlüler Araştırması, 2002, Ankara, s. 5.
5 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine ek 3447 sayılı Sakat Kişilerin Hakları 2 Esra Burcu Türkiye’de Engelli Bireylerin Sosyolojik Profili, Malatya İnönü Üniversitesi’nde 2010 yılında verilmiş
Bildirisi’nin 1. maddesi. olan konferans (Power-Point) sunumu.
6 Devlet İstatistik Enstitüsü-Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Türkiye Özürlüler Araştırması 2002, s. 2.
450 451


Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu Mustafa Aslan-Selim Şeker
Bu çalışmada kullanılan “engelli” kavramı ise zihinsel ve fiziksel işlevler açısından
ğa (kalp, şeker, tansiyon vb. hastalıklar dolayısıyla ilaca bağımlı yaşayanlar) sahip kişilerden bireyin kavramsal, sosyal ve pratik olarak çevresiyle uyum göstermesini sınırlayan durumu
oluşmaktadır. Söz konusu araştırmanın verilerine göre, “süreğen” hastalıktan dolayı engelli ifade etmektedir. Bu bağlamda “engellilik” toplum açısından çok farklı bir durum arz eder.
olarak kabul edilenlerin dışında doğuştan ya da doğum sırasında ve doğumdan sonra zihinsel, Kuşkusuz her birey sahip olduğu kendine has özellikleriyle toplumun diğer bireylerinden
bedensel, işitme, dil vb. engelli olan kişilerin toplam nüfus içindeki oranı % 2,58 (yaklaşık farklıdır. Dolayısıyla “farklı olmak kötü bir şey değildir. Bireyi ilginç kılan bu özellik olmak-
1,8 milyon)’dir. Bu bireyler doğrudan ilişkide bulundukları aileleriyle birlikte düşünüldü- la birlikte” toplumun beklentilerine cevap vermekte zorlandığı andan itibaren farklı olmak
ğünde, “engellilik” konusu yaklaşık 10 milyon kişiyi öncelikli olarak ilgilendirdiği ve yaşam sorun haline gelmektedir (Ataman, 2009: 14).
kalitesini doğrudan etkilediği gibi sağlık ve çalışma imkânlarına ulaşması ile sosyokültürel
ENGELLİLERE İLGİLİ YAPILMIŞ OLAN YASAL DÜZENLEMELER VE SAYISAL VERİLER
yaşama katılımını da önemli ölçüde belirlemektedir.
İşçi alımlarında 1960’lardan bu yana çıkarılan yasalarla engellilere öncelik verilmesi zorunlu hale getirilmiş olmasına rağmen Özürlüler İdaresi Başkanlığı (ÖZİDA) tarafından 1-Engellilere İlgili yapılmış Olan İdari ve Yasal Düzenlemeler
2002 yılında yapılan Türkiye Özürlüler Araştırması bu konuda çok az ilerleme kaydedil- Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de engellilik ve engellilerin sorunlarına eğitim, meslek edindirme, istihdam ve ekonomik bakış açısıyla yaklaşılmış ve engellilere iliş- kin alınan ilk önlemler bu yönde olmuştur. Örneğin 1961 yılında çıkarılan 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 12. maddesi “mecburi ilköğretim çağında bulundukları halde zihnen, bedenen ve sosyal bakımdan özürlü olan çocukların özel eğitim ve öğretim görmelerine” hük- metmektedir. 1983 yılında çıkarılan 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kanunu ile de engelli kişilerin eğitimi sorumluluğu Çocuk Esirgeme Kurumuna verilmiştir.
diğini ve engellilerin büyük bir kısmının hâlâ üretim dışı bırakıldığını ortaya koymaktadır. Söz konusu araştırmanın verilerine göre Türkiye’de engellerin iş gücüne katılım oranı % 21.71’dir. Engelli erkekler % 32.22 oranında iş gücüne katılırlarken, engelli kadınlarda bu oran çok daha düşüktür (% 6.71). İş gücüne dâhil olmayan engellilerin oranı % 78.29’dur. Bu oran erkeklerde ve kadınlarda sırasıyla % 67.78 ve % 93.29’dur (ÖZİDA, 2002: 44). Bu veri- ler engellilerin çok büyük ölçüde üretim dışı bırakıldıkları ve başkalarına bağımlı yaşamaya mahkûm edildiklerini ortaya koymaktadır.
1967 yılında çıkarılan 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun 13. Maddesi denizcilik alanında faaliyet gösteren işletmelerin “sakat ve eski hükümlü ‘gemi adamı’ çalıştırmak zorundadır” hükmü konularak engellilerin kısmen de olsa istihdam edilmeleri amaçlanmıştır. Yine 1986
Eğitim konusunda da durum farklı değildir. Aynı araştırmanın sonuçlarına göre Türki- ye’deki genel nüfusun % 12,9’u okuma yazma bilmezken, engellilerde bu oran 3 kat daha fazladır (% 36,3). Bu oran zihinsel engellilerde % 61’6, bedensel engellilerde % 27, işitme yılında çıkarılan 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu’nun 39. maddesi ile “özel eğitime muh-
engellilerde ise % 35’dir (ÖZİDA, 2002). taç kişilere iş hayatında geçerliliği olan görevlere hazırlayıcı özel meslek kursların” düzen- lenmesi öngörülerek engellilerin istihdam edilmesi amaçlanmıştır7.
1997 yılında çıkarılan 571 sayılı yasa ile yönetim düzeyinde engelli kişilerin sorunlarıyla ilgilenilmeye başlanmış ve engellilere yönelik hukuki ve kurumsal birçok düzenlemeye gidil- miştir. Bu amaçla aynı yıl Başbakanlığa bağlı olarak Özürlüler İdaresi Başkanlığı kurulmuştur. 1999 yılı sonlarında Başbakanlığa bağlı Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nca I. Özür- lüler Şûrası yapılmış, şûrada engellilere ilişkin bir bilgi bankası kurulmasından toplumun engelliler konusunda bilinçlendirilmesine, engellilerin eğitim ve istihdam sorunlarına kadar birçok konuda 300’den fazla karar alınmıştır8. Ancak yapılan tüm yasal düzenlemelere, çıka- rılan tüm kanun ve kararnamelere rağmen gerek istihdam açısından gerek toplumsal katılım açısından Türkiye’de engellilerin durumu iç açıcı değildir.
AMAÇ Türkiye’de engelliler konusunda bugüne kadar yapılan bilimsel araştırmalarda engelli- liğe yol açan nedenler (patolojik ve kalıtsal), engellilerin eğitim sorunları ve engelli kişilere verilmesi gereken eğitim üzerinde durulmuştur. Engellilere ilişkin toplumsal algı konusunda en geniş kapsamlı çalışma ÖZİDA tarafından 2010 yılında yapılmış olan araştırmadır.
Öte yandan dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de engelli bireylerin renci- de olmasına ve dışlanmasına yol açan olumsuz tutumların başında önyargı, küçümseme, hor- lama, eksik ve dolayısıyla yararsız kişiler olarak görme gibi tutumlar gelmektedir. Sergilenen bu tutumlar sonuçta engellilere yönelik dışlayıcı toplumsal algının oluşmasına yol açmakta- dır. Bu çalışma Türkiye’de yeteri kadar araştırılmamış olan engellilere yönelik toplumsal algı ve dışlanmışlık konusuna katkı sağlamayı amaç edinmiştir. 2-Engellilere İlişkin Sayısal Veriler
ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ÖZİDA verilerine göre Türkiye’deki nüfusun % 12,29’u, (8 milyonun üzerinde) engel- li kişilerden oluşmaktadır. Engelli olarak kabul edilen nüfusun % 9,7’si “süreğen” bir hastalı-
Engelliler konusunda yapılan araştırmalar daha çok engelliliğin medikal nedenleri ve (çocuk yaştaki) engellilerin eğitimi üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir9. Engellilere yöne- 7 Bunların dışında Anayasa’nın 42. maddesinde “Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları top- luma yararlı kılacak tedbirleri alır.”; 50. maddesinde, “Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği
lik yapılan araştırmalarda üzerinde önemle durulması gereken konulardan biri de toplumsal
olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar.” ve 59. maddesinde “Devlet, her yaştaki Türk
9 Eripek S. (2009), Zihinsel Yetersizliği Olan Çocuklar, (ed. A. Ataman) Özel Gereksinimli Çocuklar ve Özel Eğiti- vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır.” gibi çeşitli tedbirlerin alınması alınması
me Giriş, Ankara, Gündüz Yayıncılık, ss. 107-140; Akçamete, G. ve Kargın, T. (1994), Aral, N. ve Gürsoy öngörülmüştür.
F. (2009), Özel Eğitim Gerektiren Çocuklar ve Özel Eğitime Giriş, İstanbul Morpa Yayınları; Ataman, A. 8 T. C. Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlı (ÖZİDA), I. Özürlüler Şurası, Özürlülerle İlgili Sosyal Politika, Özür-
(2009), Özel Gereksinimli Çocuklar ve Özel Eğitim, (ed. A. Ataman), Özel Gereksinimli Çocuklar ve Özel lülerle İlgili Sosyal Politika Yönetim ve Örgütlenme Komisyon Raporu; ÖZİDA, Ankara, 29.11-02.12 1999.
Eğitime Giriş, Ankara, Gündüz Yayıncılık, ss. 13- 28 bu yönlü çalışmalara örnek olarak verilebilir.
452 453


Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu Mustafa Aslan-Selim Şeker
algı ve dışlanmışlık konusudur. Engellilere yönelik toplumsal algı ve dışlanmışlık konusunu
lerek hem yönetici ve eğitimcilerle hem engelli çocuklarıyla merkeze gelmiş velilerle birkaç ön analiz eden bu çalışma daha önce bu konuda yapılmış olan araştırmalara önemli katkı sağla-
görüşme yapılarak anket çalışmasında üzerinde öncelikli olarak durulması gerekli görülen nok- yacağı düşünülmektedir.
talar tespit edilmeye çalışıldı ve sorular ona göre hazırlandı. Anket formu hazırlandıktan sonra Bu araştırma Siirt il merkezinde hizmet veren üç özel eğitim ve rehabilitasyon mer- kezlerinde eğitim gören engelli kişilerin aileleriyle görüşme ve mülakat ile rehabilitasyon
anket çalışmasından önce bir pilot çalışma yürütülerek belirlenen soruların araştırma amaçları- na hizmet edecek verileri sağlıklı bir şekilde sağlayıp sağlayamayacağı test edilmeye çalışıldı. merkezlerinde görevli yönetici ve eğitimcilerle yapılan görüşme ve alanda seçilen “uygun
Pilot çalışmadan elde edilen verilerin ışığında anket formuna son şekli verildi. örneklem” yöntemiyle sınırlandırıldı.
ENGELLİLİK, SOSYAL ALGI VE DIŞLANMIŞLIK YÖNTEM
Engelliler açısından dışlanmışlık her zaman ve her yerde sosyal eşitsizlik veya ekono-
1- Araştırma Modeli Bu araştırma nicel ve nitel verilere dayanmaktadır. Verilerin elde edilmesi için yüz yüze yapılan görüşmeler yanında anket formu da kullanıldı. Anket çalışması sırasında re- habilitasyon merkezlerinde görev yapan eğitimci ve yöneticilerle görüşmeler yapıldı. Öte yandan, örneklem olarak seçilen engelli kişilerin engel durumu, yaş, cinsiyet, ailelerin maddi durumu, vs. gibi bilgileri elde etmek amacıyla toplam 19 sorudan oluşan bir anket formu hazırlandı. Engelli kişilerin yakınlarıyla yapılan yüz yüze görüşmeler için bu anket formu kullanıldı. Anket formunun birinci bölüm soruları engelli kişiler ve aileleri hakkında nicel bilgilerin elde edilmesine yardımcı oldu. Anketin ikinci kısmını oluşturan açık uçlu sorular aracılığıyla da sosyal çevrenin engelli kişi ve ailesine karşı bakış açısını, onlara davranış şekli ve düşünceleri öğrenilmeye çalışıldı. Ankette elde edilen veriler daha önce Dalbay (2009), ÖZİDA (2009) ve Burcu (2010) tarafından yapılmış benzer araştırma verileriyle karşılaştırı- larak Türkiye genelinde engellilere yönelik toplumsal algıyla Siirt özelindeki toplumsal algı arasındaki benzerlik ve farklılıklar tespit edilmeye çalışıldı.
mik imkânsızlıktan kaynaklanmayabilir. Engelli kişinin ekonomik, sosyal ve kültürel yaşama katılması için devlet kurumları tarafından gerekli önlemler alınsa da bazı durumlarda top- lumsal ilişki ve algılar engellilerin sosyal olarak dışlanmasına neden olabilir.
Böyle durumlarda kişinin engeli (fiziksel veya zihinsel) onun sosyal dışlanmışlığının ancak dolaylı nedeni olarak ele alınabilir. Çok geniş bir alana ve çok farklı durumlara uygula- nabilen sosyal dışlanmışlık genelde “maddi yoksunluk” ve “fakirlik” olarak tanımlanmakta- dır. Çünkü maddi yoksunluk veya fakirlik bireyin kendini “sosyal ve kültürel” olarak gerçek- leştirmesini ve toplum içinde “bir yer edinmesine” engel olmaktadır. Bunun önüne geçmenin yolu da devletin gerekli sosyo-ekonomik tedbirlerin almasından geçmektedir. Oysa engelli kişinin sosyal yaşama aktif olarak katılması için kurumsal ve yasal olarak gerekli tüm ön- lemler alınsa da engellilere yönelik hâkim toplumsal algı onların toplumdan dışlanmalarına neden olabilir. Soruna bu şekilde yaklaşıldığında sosyal dışlanmışlık, Adam Smith’in deyi- miyle, “toplum içine çıkmaktan utanmak” olarak da görülebilir (Sen, 2000: 4).
Adam Smith bu deyimi bireyin maddi yoksunluktan dolayı toplum içine çıkmama duru- mu için kullanmıştır. Ancak toplumun içine çıkılmasını engelleyen sadece maddi yoksunluklar 2- Evren ve Örneklem
değil. Çoğu zaman kişi maddi olarak iyi bir konumda olsa dahi toplum içine girmeye “utandığı” Araştırmanın evreni Siirt merkezde bulunan üç özel eğitim ve rehabilitasyon merke- zinde eğitime devam eden engelli kişiler ile aileleridir. Anket için örneklem belirlenirken
durumlar olur. Örneğin bazı kültürlerde AIDS’li hastaların toplum içine çıkmaya utanması gibi. Böyle bir durum ortaya çıktığı andan itibaren toplumsal dışlanmışlık başlamış olur. yaş, cinsiyet, vb. kriterler yerine söz konusu üç merkezde eğitim alan engelli kişilerin toplam
Kişinin kamusal alana çıkmasına engel olan toplumsal algının temelinde bireysel tu- sayısı dikkate alındı. Araştırmanın yürütüldüğü tarihte söz konusu üç merkezde eğitim alan
tumlardır. Bu konuya öncelik veren ÖZİDA (2009)’nın Toplum Özürlülüğü Nasıl Anlıyor? yaklaşık 750 kişiden (kadın-erkek) 75’inin velileriyle10 yüz yüze görüşmeler yapıldı. Bu da
adındaki araştırmasında Türkiye’de engellilere yönelik tutumların oluşumu ele alınmıştır. araştırma evreninin % 10’nu oluşturmaktadır. Bunun dışında her merkezden bir yönetici ve
Araştırma engellilere yönelik tutumların değişik yollardan oluştuğunu ortaya koymaktadır. iki eğitimci ile de yüz yüze mülakatlar yapıldı.
Bunlardan bir tanesi öğrenme yoluyla engellilere11 yönelik tutumun oluşumudur. Bu yak-
3- Veri Toplama Araçları Araştırmada veri toplamak için iki bölümden oluşan bir anket formu kullanıldı. Birinci bölümde engelli kişinin yaşı, engel şekli ve durumu, ailenin ikamet ettiği yer, ekonomik duru- mu, vb. konularda nicel bilgi toplamaya yönelik kapalı uçlu sorular yer aldı. İkinci bölümde daha çok sosyal çevrenin engelli ve ailesine yönelik bakış açısını tespit etmek, ailenin engelli kişinin tedavi ve eğitimi için izlediği yöntemi öğrenmek amacıyla kullanılan açık uçlu soru- lardan oluşmaktadır. İkinci bölümde yer alan bu sorular araştırmanın amaçlarına uygun olarak hazırlanmaya çalışılmıştır. Anket formu hazırlanmadan önce rehabilitasyon merkezlerine gidi-
laşıma göre, birey engelli kişilerle karşılaştığında “onların pis, aptal, uğursuz, tehlikeli vb. oldu- ğunu duyarsa, klasik koşullama yoluyla onlara yönelik olumsuz tutum” geliştirecektir. Tersine “birey, önem verdiği bir kişinin, örneğin annesinin, bir engelliyle saygılı ve kabul edici bir tu- tumla konuştuğunu görürse, onu model alarak aynı davranışı sergileyebilir” (ÖZİDA, 2009: 33) “Beklenti ihlali” olarak da adlandırabileceğimiz bilişsel yaklaşım yoluyla engellilere yönelik tutum modeline göre ise “deneyimleri sonucu insanların fiziksel özellikleri, kıyafet- leri, konuşmaları, hareketleri ve davranışları konusunda [kendisine] bir beklenti seti (şema) oluşturan birey”, buna uymayan (beklentiyi ihlal eden) kişilerle “karşılaştığında kaygı ve korku yaşamaktadır”. Benzer şekilde birey “sakat, deli, acayip ve hasta” olarak değerlendiri-
10 Örneklemi oluşturan kişilerin önemli bir kısmı zihinsel engelli olması diğerlerinin de anket yapıldığı tarihte yaşları
küçük olmasından dolayı velileriyle görüşülmüştür.
11 Toplum Özürlülüğü Nasıl Anlıyor? adlı çalışmada engelli yerine “özürlü” kavramı kullanılmıştır.
454 455


Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu Mustafa Aslan-Selim Şeker
len engellilerle karşılaştığında, yine beklenti ihlalinden dolayı “onlardan uzaklaşmayı tercih
2009: 66). Nihayet, 2009 yılında Isparta’da benzer bir çalışma yapan Dalbay da buna yakın edecektir” (ÖZİDA, 2009: 33-34).
bir oran (% 65,3) bulmuştur. Bu iki yaklaşımın tersine, “sosyal temas” yaklaşımına göre ise, eğer engelli olan ile
Araştırma sırasında görüşülen kişilerin % 22,7 (17 kişi)’si babadır. Bu oran da engelli olmayanlar arasında “statü farkı ile rekabet yoksa” ve “ortak amaçlar” çerçevesinde
Dalbay’ın bulduğu orana (% 24,7) oldukça yakındır. Engelliyle ilgilenen ve görüşülen engelli olanlar ile olmayanlar sık sık bir araya gelirse engellilere yönelik “olumlu tutum de-
kişilerin % 13,3 (10 kişi)’ü abladır. Abla sayısını anne sayısıyla birlikte ele alındığında ğişimi gerçekleşebilir” (ÖZİDA, 2009: 34).
aile içinde engelli kişilerin 4/3’ü ile sadece kadınların (% 73,3, 55 kişi) ilgilendiği ortaya Bu yaklaşımı destekler nitelikte olan “Ayrıntılandırma Olasılığı” yaklaşımına göre de bireyler engelliler hakkında ayrıntılı ve gerçek bilgilere sahip olduklarında “doğru ve gerçek- çi tutumlar oluşturmakta”; bu bilgilere sahip değillerse “yüzeysel bir değerlendirme ile” en- gellilerin “yetersiz oldukları noktalara takılır ve mevcut kestirme yolları kullanarak çabucak
çıkmaktadır. Bu aynı zamanda aile bireyleri arasındaki geleneksel işbölümünü de yansıt- maktadır: Baba ya da erkekler aileyi geçindirmekten sorumlu iken anne veya evin kızı da aile bireylerin bakımı ve eğitim sorunlarından sorumludur. Bu araştırma için yapılan anket sonuçları bunu yansıtmaktadır. yanlı, önyargılı ve ayrımcı tutum ve davranışları benimseyebilirler” (ÖZİDA, 2009: 34-35).
Aileyi geçindiren kişilere baktığımızda aynı sonuca ulaşmaktayız. Örneğin, görüşülen Engellilere yönelik tutumların toplumun “sosyal temsillerine”, yani “ortak düşünce ve inançlara göre” şekillendiğini savunan ÖZİDA çalışmasına göre, eğer toplumun sosyal temsilleri engelli kişileri “günahkâr, uğursuz, cadı vb.” olarak görüyorsa, toplumu oluşturan bireyler haliyle engellilere karşı şiddet ve kötü muamele içeren, önyargılı ve ayrımcı davra-
kişilerin % 77,3’ü (58 kişi) baba ve % 5,3’ü (4 kişi) Ağabey olmak üzere toplam % 82,6’ı (62 kişi) aileye gelir getiren erkeklerdir. Görüşülen annelerden sadece bir tanesi gelir getirici işte çalışırken ablalardan çalışan kimse yoktur. Bu da aile geçimini neredeyse sadece erkeklerin sağladığını göstermektedir. Ailelerin % 16’sının (12 aile) çalışan hiç kimsesi yoktur. nışlar sergileyecektir (ÖZİDA, 2009: 35).
Meslek dağılımına baktığımızda görüşülen kişilerden maaşlı çalışanların sayısı sadece Bu değerlendirmeden şöyle bir sonuca varılabilir: engelliler hakkındaki toplumsal al- gının temelinde sosyal temsiller tarafından şekillenen toplumsal tutumlar yatmaktadır. Dola- yısıyla toplumda engelliliğe karşı var olan tutumlar “olumlu” (pozitif) olduğunda engellileri
6 (% 8)’dır. Geri kalanların yarısından fazlası (% 61,3) çalışmayan ev hanımı ya da ev kızıdır. Bu da engelli kişilerin mensup olduğu toplumsal çevrede daha çok erkeklerin aileyi geçindir- me sorumluluğunu aldığını göstermektedir. kapsayıcı, “olumsuz” (negatif) olduğunda ise engellileri dışlayıcı olacaktır. Arıkan, (2002)’ın
Örneklemi oluşturan engellilerin ait olduğu ailelerin gelir düzeyi belirlenirken ailelerin da belirttiği gibi, engellilere karşı tutum her zaman “açıkça ayırımcı” olmayabilir. Engellileri
rehabilitasyon merkezinde eğitim gören çocukları için aldıkları engelli maaşı ve bakıcı parası “ve onların sorunlarını, ihtiyaçlarını ve beklentilerini görmezden gelmek ya da önemseme-
da dahil tüm gelir kaynakları hesaplanmıştır. Buna göre görüşülen ailelerin önemli bir kıs- mek” bazen en büyük ayırımcılık olabilir (Arıkan, 2002: 7).
mının çok düşük bir gelire sahip olduğu görülmektedir. Ailelerin % 20’sine yakınının ya hiç Engelliler ve sorunları görmezlikten gelinmese de onlara karşı gösterilen tutum çoğun- lukla “acıma, dışlama, alay etme ve aşağılama biçiminde” olmaktadır12. Bu da, engellileri toplu- mun eşit bireyleri olarak kabul etmek yerine “acınacak” veya “suçlu ve günahkâr” kişiler olarak görülmelerine neden olmaktadır. Daha önce çalışmasına yer verdiğimiz Esra Burcu, Türkiye’de engellilere yönelik olumsuz tutumların bazen onun en yakını (baba, kardeş, vs.) tarafından ser- gilendiğini aktarmaktadır. Bu araştırma için yapılan anket sonuçlarında ise daha çok toplumsal
geliri yok ya da en fazla ayda 300 TL gelire sahiptir. Buna karşılık ailelerin ancak % 13’ünün aylık geliri 1200 TL ve üzerindedir. Ailelerin % 56’sının aylık geliri 300 ile 900 TL arasında iken, % 12’sinin geliri 900 ile 1200 TL arasındadır. Rioux (1994)’un da belirttiği gibi düşük gelir düzeyi veya ekonomik imkânsızlıklar engellileri iyi bir yaşam standardından yoksun bı- raktığı gibi gerekli tedavi ve eğitimi almalarını da zorlaştırmaktadır. Rioux’un şiddetle karşı çıktığı en büyük toplumsal dışlanmışlık da budur (Rioux, 1994: 6). çevrenin hem engelliyi hem ailesini birlikte yargılayarak dışladığını göstermektedir.
Kişinin yaşam standardını yükseltmenin en iyi yolu onun üretime katılmasını ve ça-
ARAŞTIRMA BULGULARI VE DEĞERLENDİRME
lışarak gelir elde etmesini sağlamaktır. Oysa Türkiye Özürlüler Araştırması sonuçlarının da ortaya koyduğu gibi, Türkiye’de engellilerin üretime katılma oranı son derece düşüktür. 1- Örneklemin Demografik ve Toplumsal Özellikleri Örneklem seçimini yaparken Siirt merkezde hizmet veren özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine gelen engellilerin toplam sayısı ölçüt alındı. Bu merkezlere gelen bazı engel- liler kendilerine parasız ulaşım imkânı sağlandığından, aileleri il dışında ikamet ettiği halde eğitim için bu merkezlere gelmektedir. Bu nedenle, görüşülen kişilerin % 68’i (51 kişi) Siirt merkezde ikamet ederken % 24’ü Siirt’e bağlı köylerde % 8’i de ilçelerde oturmaktadır.
Görüşülen engelli yakınlarının büyük çoğunluğu “anne”dir, (75 kişiden 45’i, % 60 anne). Annelerin çoğunlukta olması “bu grubun çoğunluğunun ev hanımı olması ve eğitim ve rehabilitasyon ortamlarında çocuklarına refakat etmelerinden” kaynaklanmaktadır (Dalbay,
12 Engelliliğin Psikososyal Boyutu Üzerine Prof. Dr. Orhan Doğan ile söyleşi, 2007 s. 4.
“Düşük işe yerleştirme oranları, özürlülerin toplumda karşılaştıkları en önemli ayrımcılık- lardan biridir. Bir işte çalışma özürlüye hem maddi kaynaklar sağlaması hem de onların toplumla bütünleşmeleri açısından önemlidir. Özürlüler arasında işsizlik oranının yüksek olması yoksulluğu” artırdığı gibi onların toplumdan dışlanmalarına da neden olmaktadır (ÖZİDA, 2002: 44).
Benzer şekilde görüşülen ailelere mensup fertlerin eğitim düzeyi de çok düşüktür. Ör- neğin görüşülen engelli yakını annelerin %58’i, babaların da % 49,3’ü, ağabeylerin % 56,2’si ve ablaların % 70,5’i okuryazar değildir. Okuryazar olanların önemli bir kısmı da ancak ilköğretimi bitirmişler. Buna karşılık annelerin % 4’ü, babaların % 18,6’sı, ağabeylerin % 12,5’i ve ablaların % 8,8’i ancak liseyi bitirmiş.
456 457


Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu Mustafa Aslan-Selim Şeker
2- Örneklemin Demografik Özellikleri ve Engel Durumları
“Babamla alay ettiler. Sen kötü olmasaydın bu çocuk olmazdı dediler” (Ev Anket kapsamında ele alınan engelli kişilerin neredeyse tümü 16 yaşından küçüktür.
kızı, kardeşi zihinsel ve bedensel engelli). Eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine kayıt olmak için yaş sınırı olmamasına rağmen bu merkezlere sadece genç yaşta kişilerin gidiyor olması dikkat çekicidir. Hem erkeklerde hem kadınlarda 0-15 yaş arası olanların oranı sırasıyla % 93,4 ve % 94,7’dir. Erkeklerden sadece 5 kişinin (% 6,6) kadınlardan da 4 kişinin (% 5,3) yaşı 16 ve üstüdür. Burada dikkat çekici olan diğer bir nokta kadın ve erkekler arasındaki oran farkıdır. İncelenen kişilerin % 61,3’ü (46 kişi) erkek, % 38,7’si (29 kişi) kadındır. Bu oranlar 2002 yılında yapılan Özürlüler Araş- tırması sonuçlarıyla örtüşmektedir. (Tufan ve Arun, 2006: 28). Erkeklerin kadınlardan daha
“Eltilerim çocuğum olduğu için misafirliğe gittiğinde götürmüyorlar. Beni bile çağırmıyorlar. Kaynanam ve eltilerim çocuğumun engelli olmasını benim yüzümden olduğunu düşünüyor. Çevremde kimi insanlar ‘oh iyi olmuş’ diyor” (Ev hanımı, çocuk ağır derecede zihinsel ve bedensel engelli).
“Çocuğum engelli doğduğunda eşimin ailesi sanki suçlu benmişim gibi baktılar” (Ev hanımı, çocuğu bedensel engelli).
çok engelli olması biyolojik veya genetiksel nedenden kaynaklandığı bir varsayım olarak
“Sanki benim günahım var da öyle oldum. Aile ve sosyal çevrem bana düşünülebilir.
acıyor. Altı yıl oldu, çocuğumu misafirliğe götürmüyorum, kötü bakıyorlar. Büyük Ancak şöyle bir soru da vardır: acaba toplumsal algıdan dolayı engelli kadınlar eğitim
kızımı servise bindirdiğim zaman herkes kötü kötü bakıyor. Kızım kendisi, anne ve rehabilitasyon merkezlerine götürülmek istenmiyor mu? Anket çalışması sırasında bu soru
gelmeyeceğim diyor. Erkek kardeşleri özürlü diyorlar” (Ev hanımı, iki kız çocuğu yönelttiğimiz bir özel eğitim ve rehabilitasyon merkezi yöneticisine göre “yaş ilerledikçe
ağır zihinsel ve bedensel engelli). engelli kız çocukları eğitime gönderilmiyor.” (25.04.2011 tarihli görüşme notları). Aynı mer-
Bu türden suçlayıcı ve dışlayıcı davranışlar yanında engelli çocuk sahibi ailelere karşı kezde çalışan bir eğitimciye göre ise “aileler belli bir yaştan sonra alacakları eğitimin bir işe
gösterilen davranış ve tepkilerin % 35’6’sı (26 kişi) oranında acıma ve bazı durumlarda da yarayacağına inanmadıkları için yetişkin yaştaki kız çocuklarını özel eğitim ve rehabilitas-
engelliliği bir kader ve takdir-i İlahi olarak görme şeklindedir. Bunun yanında görüşülen yon merkezlerine göndermemektedir”. Fakat anket çalışmasıyla elde edilen bilgiler böyle bir
ailelerin önemli bir kısmı (% 30) aile ve sosyal çevrelerinin onları dışlamak veya suçlamak değerlendirmeyi doğrulayacak yeterlilikte değildir.
yerine çocuklarının engelli doğmuş olmasını doğal gördüklerini ve bu durumu anlayışla kar- Kişilerin engel durumuna baktığımızda zihinsel engellilerin % 70,6 ile en yüksek oran-
şıladıklarını dile getirdiklerini de belirtmişlerdir. da olduğu görülmektedir. Sadece zihinsel engelli olanların % 20’si erkek ve % 16’sı kadındır.
Öte yandan engelli çocuk sahibi ailelerin önemli bir kısmı engelliliği bir kader olarak Bu da zihinsel engelliğin erkekler arasında daha yüksek bir oranda çıktığını göstermektedir.
görüp bu kadere razı olduğu gibi karşılaştığı toplumsal dışlanmışlığı da yine kader olarak Zihinsel engellilerin. Hem zihinsel hem bedensel engellilerin de % 18,6’sı erkek, % 16’sı
kabul etmektedir. Örneğin ağır derecede zihinsel ve bedensel engelli bir çocuğu olan serbest kadındır. Her iki engelli grubu bir arada ele alındığında bu oranlar % 38’6 erkek, % 32 de
meslek sahibi bir baba bu razı olmuşluğu şu ifade ile dile getiriyor: “Allah’ın takdiri, benim kadın oluyor. Zihinsel engellileri % 18,6 oranla bedensel engelliler ve % 7,9 ile otistik ve
yapacağım görev ona bakmak, başka bir şey değil”. Köyde ikamet edip çiftçilik yapan ve otistik-işitme engelliler takip etmektedir.
menenjit sonucu çocuğu ağır derecede zihinsel engelli olan başka bir baba benzer bir ifade 3- Verilerin Nitel Analizi Işığında Engellilere Yönelik
kullanarak şöyle diyor: “Keşke olmasaydı, şimdi okuyor olacaktı, ama Allah vergisi buna da
Toplumsal Algı ve Dışlanmışlık
çok şükür”. Bunun gibi ifadeler başka veliler tarafından da dile getiriliyor:
Anket sırasında görüşülen kişilerin bu konuda verdiği bilgiler ilk etapta birkaç önemli
“Allah vergisi, ama üzülmemek elde değil” (Ev hanımı, çok ağır derecede noktayı açığa çıkarmaktadır. Bunlardan bir tanesi toplumun engelli kişilerle birlikte ailelerini
zihinsel ve bedensel engelli bir kız çocuğu var). de yargıladığı, yeri geldiğinde çocuğun engelinden dolayı bazen tüm aileyi ve sıklıkla da anneyi dışladığı ve suçladığını göstermektedir. Toplumun bu yaklaşımına göre aileler kötü- lük yaptıklarından veya günah işlediklerinden çocukları engelli doğmuş. Dolayısıyla kötülük yapmış veya günah işlemiş insanlarla bir araya gelmek istemiyorlar. Nihayet görüşme sıra- sında engelli çocuk sahibi bazı velilerin şu ifadeleri bu yaklaşımı doğrulamaktadır:
“Takdiri İlahi, doğumuna sevinemedik” (Ev hanımı, hafif zihinsel ve bedensel engelli bir erkek çocuğu var).
“Allah vermiş, üzülmedim” (Baba çiftçi köyde ikamet ediyor, görme ve zihinsel engelli bir çocuğu var).
“Bazı akraba ve dostlar beni suçlar gibi bakıyorlar. Bir ceza gibi görüyorlar...
“Allah tarafından bize verilmiş bir hediyedir” (Ev hanımı zihinsel engelli bir Çocuğum özürlü diye dışlanıyor. ‘Beni sevmiyorlar anne’ diyor” (Baba serbest
erkek çocuğu var). meslek sahibi, çocuğu zihinsel ve bedensel engelli).
Ancak buna rağmen görüşülen tüm veliler engelli çocuk sahibi olduklarında üzüldük- “Çevrem, bu kadın bu kadar kötü olmazsa bu çocuk olmazdı diye bakışlarda ve sözlerde bulunuyor” (Ev hanımı, çocuk zihinsel ve bedensel engelli).
lerini, “yıkıldıklarını” ve durumu kabullenemediklerini dile getirmişler. Bazıları yukarıdaki- lere benzer ifadelerle hallerine şükredip “kaderlerini” kabullenmişler. Diğerleri çocuklarının durumundan etkilenmeye ve üzülmeye devam ettiklerini dile getiriyor. Ancak yaşadıkları
458 459


Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu Mustafa Aslan-Selim Şeker
üzüntü ve hayal kırıklığına rağmen hemen hemen tüm aileler çocuklarının tedavisi için çaba
Engelli yakınlarını son derece rencide eden bu dışlayıcı ve damgalayıcı tavırdan dolayı sarf etmiş, olanakları ölçüsünde doktora götürmüş ve yaşamında düzelmeler olması için ço-
bazı anneler mümkün olduğu kadar dışarı çıkmayarak, ev ziyaretlerine gitmeyerek kendileri- cuklarını özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine kaydetmişlerdir.
ni korumaya çalıştıklarını dile getirdiler. Ailelerin bu içe kapanmışlığını kısmen özel eğitim Fakat yakın aile ve sosyal çevre bazı kişilerin çocuklarını bu merkezlere götürmelerini ya gereksiz görmüş ya da engelli yardımı ve bakıcı parası almak için gönderdikleri yargısında bulunmuşlar:
“Devletin maddi yardım yapması bizi memnun etti. Ancak şöyle bir yanlış anlaşılma var: maddi yardım almak bir avantaj olarak görülüyor, fakat engelli yakını olmak maddiyatla ölçülmez.” (Baba emekli, zihinsel engelli çocuğu var).
ve rehabilitasyon merkezleri yöneticileri tarafından kırılmıştır. Bu yöneticiler ev ziyaretleri yaparak aileleri engelli çocuklarının dolayı utanmamaları için cesaretlendirerek onları eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine kaydetmeleri için ikna etmeye çalışmışlar. Görüşme yapı- lan bir merkezin müdürü ailelere sık sık şunu söylediğini aktardı: “bir gün çocuklarınızın elinden tutup çarşıda dolaşacağım. Siz de çocuklarınızla çarşıda dolaşmaktan utanmayın” (26.04.2011 tarihli görüşme).
Aynı müdür rehabilitasyon merkezini ilk açtıklarında sosyal çevrenin kendilerine “de- “Çocuğu rehabilitasyon merkezine götürüyorum diye komşular, ‘keyfi
liler merkezi açıyorlar” diye hakaret ettiğini, hatta fiziki saldırıda bulunduklarını aktardı. gidiyorlar’ diyorlar... Bana ‘siz Siirt’teki rehabilitasyon merkezine keyfi
Merkezin yöneticilerinden biri müdürün anlattıklarını doğrulayarak şunları aktardı: gidiyorsunuz, aldığınız devlet yardımını keyfiniz için harcıyorsunuz’ diyorlar” (Ev hanımı, zihinsel ve bedensel engelli çocuğu var).
“2004 yılında rehabilitasyon merkezini ilk açtığımızda sözlü tacize uğradık. Komşular merkezin bahçesine taş ve toprak atıyorlardı. Onların gözünde delilerin “Etrafımızdaki insanlar, ‘siz bu çocukları sadece par almak için rehabilitasyon
toplanacağı bir merkez açmıştık. Sekreterlik veya temizlik işleri için eleman almak merkezine götürüyorsunuz. Sizinki özenti, ne gerek var yoksa’ dediler. Herkesin
istediğimizde kimse bizimle çalışmak istemiyordu. Çünkü biz bir ‘deli merkezi’ gözü bizim aldığımız bakıcı parasında. Bizim aldığımız parayı kıskanıyorlar.
idik. Engelli çocukları olan ailelere gidip çocuklarını merkeze kaydetmelerini Alay ediyorlar. Üstümüze geliyorlar. Millet, ‘daha ne istiyorsunuz o kadar para
istediğimizde cevapları ‘çocuğumu delilerin arasına göndermem’ şeklinde oluyordu. alıyorsunuz’ diyorlar. Üç tane çocuk böyle, nasıl mutlu olabiliriz ki?” (Ev hanımı,
Çünkü genel toplumsal algıya göre rehabilitasyon merkezleri ‘deliler merkezi’ydi zihinsel engelli üç çocuğu var).
ve bizler de ‘deliler öğretmeni’ idik” (26.04.2011 tarihli görüşme). Bu konuda ilginç olan nokta özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde çalışan bazı eğitimci ve yöneticilerin de bazı ailelerin engelli çocuklarını sağlık durumlarında düzelme olması için değil, devletten aldıkları engelli yardımı için gönderdiklerini iddia ederek engelli çocuk sahibi aileleri suçlamasıdır.
Söz konusu yönetici bu tavrın bir süre sonra değiştiğini ve velilerin yavaş yavaş ikna olup engelli çocuklarını merkeze kaydetmeye getirdiklerini ekledi. Velilerin özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine çocuklarını kaydetmeyi kabul etmelerinde devletin engellilere sağladığı maddi imkanlar önemli bir rol oynadığını belirtmek gerekir. Nihayet görüşülen Engelli çocukları olan ailelere dışlayıcı bir şekilde yaklaşanların bir kısmı engelli çocuk
ailelerin % 16’sı (12 aile) çocukları için aldıkları engelli maaşı ve bakıcı parası dışında hiçbir için “sakat”, “deli”, “özürlü” şeklinde damgalayıcı ve küçümseyici kavramlar kullanmakta-
gelirleri yoktur. Ama bu ailelerin çocuklarını özellikle maddi katkı için özel eğitim ve reha- dır. Hatta bir velinin dile getirdiği gibi engelli çocuk sokağa çıktığında hem diğer çocuklar
bilitasyon merkezlerine kaydettikleri anlamına gelmemektedir. Nihayet yapılan anket sonuç- tarafından dışlanmakta hem sokaktaki diğer insanlar onunla alay etmektedir. Özel eğitim ve
larının da gösterdiği gibi bazı aileler engelli çocukları için eğitim merkezlerine eğitim için rehabilitasyon merkezinde çalışan bir eğitimcinin bu konudaki tanıklığı sokaktaki engelli
yapılan ödeme dışında devletten hiçbir yardım almamaktadır. Bu da aileler için çocuklarının (özellikle zihinsel) kişilere yönelik alaycı yaklaşımın yaygın olduğunu göstermektedir:
eğitim ve tedavisi birinci öncelik olduğunu göstermektedir.
“K. D. Adında bir genç merkezimize ilk geldiğinde sürekli küfürlü konuşuyor
SONUÇ ve el kol hareketlerinde bulunuyordu. Küfürleri, buraya gelmeden önce zamanının çoğunu geçirdiği ve insanlar tarafından deli muamelesi gördüğü sokakta öğrenmişti. Ama buraya geldikten bir süre sonra K. D. hem küfür etmeyi hem kaba el kol hareketleri yapmayı bıraktı. Aynı şekilde R. adında bir zihinsel engelli sokaktaki kişiler tarafından kaba hareketler yapması, hatta yoldan geçen kadınlara sarkıntılık yapması için teşvik ediliyordu. Bir gün kendim buna tanık oldum. Tüccar, eşraf ve hatta Siirt’in ileri gelenlerinden sayılan bir grup adam R.’den kadınlar yanından geçtiklerinde pantolonunu aşağı indirmesini istediler. O da sokakta yürüyen kadınlar yanına yaklaştıklarında kendisinden istenileni yaptı. Ondan bunu
Hem bu çalışma için yapılan anket sonuçları hem ÖZİDA’nın 2009 yılında yaptığı araştırmanın sonuçları daha çok zihinsel engellilerin toplum tarafından dışlandıklarını gös- termektedir. Bu durumun değişmesi genel olarak engelliler özel olarak da zihinsel engelliler konusunda toplumsal algı ve tutumların iyileştirilmesi, engelli kişi ve ailelerinin toplumsal dışlanmışlıktan kurtarılması için toplumca yerine getirilecek sorumluluklara bağlıdır.
Her şeyden önce kamusal alanda engelli kişilerin hareket serbestîsi sağlayacak önlem- ler alınmalıdır. Örneğin şehirlerdeki kaldırım ve kamu hizmet binaları engellilerin rahat ha- reket edecekleri şekilde düzenlenmelidir.
yapmasını isteyenler de kahkahalarla güldüler.” (Özel Eğitim ve Rehabilitasyon
Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde uygulanan eğitim müfredatı yeniden dü- merkezinde eğitimci ile yapılan 26.04.2011 tarihli görüşme).
zenlenerek engellilerin yaşamlarını daha rahat bir şekilde sürdürmelerini sağlayacak hale
460 461


Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu Mustafa Aslan-Selim Şeker
getirilmelidir. Ayrıca bu merkezlerde verilen eğitim kişiye öz bakım beceresi kazandırmakla
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Anabilim Dalı, Isparta, ss. 1-12. sınırlı kalmamalı; kişinin engel durumu ne olursa olsun kendi yetenek ve bilgi kapasitesini üretime katmasını yardımcı olacak imkânlar sağlamalıdır.
Devlet İstatistik Enstitüsü, (2002). Türkiye Özürlüler Araştırması, Ankara.
İşyerlerine zorunlu engelli kişileri işe alma kotası getiren mevcut yasal düzenlemenin
Gilson, S. F. ve Depoy, E. (2000). “Multiculturalism and Disability: A Critical dışında engellilere sanat ve serbest ticaret alanlarında pozitif ayırımcılık tanıyacak yeni dü- zenlemeler yapılmalıdır.
Perspective”.
Küçük yaştan itibaren toplumun tüm bireyleri engelliler konusunda bilinçlendirilmeli. Örneğin temel eğitim müfredatına haftada birkaç saat engelliler ve yaşamları konusunda eği- tim verilmelidir.
Kısaca engellilere yönelik var olan olumsuz toplumsal algının temelinde yatan önyargı- ların kırılması için engellilerin her alanda daha görünür hale getirmesini sağlayacak önlemler alınmalıdır.
Sonuç olarak engelli kişileri algılamada toplum olarak hâlâ engelli davranışlar sergilen- meye devam etmektedir. Engellilerin bugünkü durumları “algısal felaket” kavramıyla ifade edilebilir. Engellilerin toplumsal algısı, engellilerin eğitim düzeylerinin düşük ve imkânsızlık içinde kalmalarına neden olmaktadır. Bu olumsuz algı sonucunda, engellilerin ve ailelerinin birçoğunun toplumdan soyutlanmasına ve sosyal haklarından yoksun kalmalarına neden ol- maktadır.
KAYNAKÇA
Ataman, A. (2009). “Özel Gereksinimli Çocuklar ve Özel Eğitim”. Ataman A. ed. Özel Gereksinimli
Çocuklar ve Özel Eğitime Giriş, Ankara, Gündüz Yayıncılık, ss. 13-28.
Arıkan, Ç. (2002). “Sosyal Model Çerçevesinde Özürlülüğe Yaklaşım”. Ufkun Ötesi Bilim Dergisi,
Cilt 2, Sayı 1, ss. 1-11.
Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı (ÖZİDA), (2009), Toplum Özürlülüğü Nasıl
Anlıyor?Ankara.
Burcu, E. (2010). Türkiye’de Engelli Bireylerin Sosyolojik Profili, Malatya İnönü
Üniversitesi’nde verilmiş olan konferans (Power-Point) sunumu.
Coles, J. (2001). “The Social Model of Disability: What Does It Mean For Practice in
Services For People With Learning Difficulties?” Disability & Society, Vol. 16, No. 4, 2001, ss.
501–510.
Dalbay, R. S. (2009). Özürlü Yakınlarının Özürlülere Yönelik Sosyal Politikalara İlişkin
Beklentileri ve Memnuniyet Dereceleri (Isparta Örneği), Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel
Disability & Society, Vol. 15, No. 2, 2000, ss. 207–218.
Küçükkaraca, N. (2011). Zihinsel Engellilik ve İletişim, www.sosyalhizmetuzmani.org
Rioux, M. H. (1994). “New research directions and paradigms: disability is not measles”. Rioux, M.
H. & Bach, M. ed. Disability is not Measles: new research paradigms in disability, North York, Roeher Institute.
Sachs, R. (2003). Integrating Disability Studies into Existing Curriculum,
www.mc.cc.md.us/departments/dispsvc/diversity.htm
Sen, A. (2000). Social Exclusion: Concept, application and Scrutiny, Asian Development
Bank, Social Development Papers.
Shakespeare T. (2002). The social model of disability: an outdated ideology? Research in Social
Science and Disability, Volume 2, ss. 9-28.
Tufan, İ. & Arun, Ö. (2006). Türkiye Özürlüler Araştırması 2002: İkincil Analizi, Sosyal ve Beşeri
Bilimler Araştırma Grubu TÜBİTAK.
462 463

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEDEF HASTALIĞI ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ