ENGELLİLER İÇİN HUTBELER
ENGELLİLER İÇİN HUTBELER
İLİ : ANTALYA
AY- YIL : EKİM – 2011
TARİH : 07.10.2011
EMEĞİN DEĞERİ
AY- YIL : EKİM – 2011
TARİH : 07.10.2011
EMEĞİN DEĞERİ
وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا
سَعَى
Değerli Mü'minler!
Allah Celle Celalüh insan
neslini en güzel biçimde yaratmıştır. Bu yaratılışta bir ahenk, bir sistem ve düzen
olduğunu görürüz. (1) Uzuvlarımızın esnek ve birbirini tamamlamaları, et ve
kemiklerin uyumluluğu düşünüldüğünde bu yaratılıştaki güzellik bizim imanımızı
güçlendirir. Allahü Teala'nın insanları başı boş yaratmadığını idrak ederek
dünyanın da bu ahenk içerisinde insanların hizmetine verildiğine inanırız.
Çünkü İhtiyacımız olan gıdalarımızı, eşyalarımızı, barınaklarımızı imkanlar
dahilinde bu dünyada birbirimize danışarak, dayanarak, paylaşarak ve güvenerek
yerine getirmeye çalışırız. İhtiyaçlarımız arttıkça birbirimize olan
ihtiyacımız da o derecede artmaktadır. Dolayısıyla yardımlaşma ve paylaşmanın
değerleri ücret olarak belirlenmekte, insan ilişkilerinde hak ve ödevler
konusunda sorumluluklar artmaktadır.
Değerli Kardeşlerim!
Dinimiz İslam çalışmayı,
gayretli ve başarılı olmayı övmüş; tembelliği, gevşekliği, emeksiz hayata
tutunmayı yermiştir. İşçinin işgücü karşılığı aldığı ücretin işçiye teri
soğumadan ödenmesini emretmiş (2), gevşekliği, vurdumduymazlığı, umursamazlığı
hem işçi hem de işveren açısından zem etmiştir. Çünkü işçi işinin ehli ve
bilincinde olmalı, İşveren de işçiyi
kölesi zannetmemelidir. İşçi hakkı konusunda dayanışma, paylaşma
önemsenmelidir. Hatta işçiyi kendi kardeşi mesabesinde görüp (3) içinde
bulunduğu nimetler karşısında yaratanına karşı sorumluluklarını hatırlayıp,
verilen ücretin iş gücü bedeli mi, yoksa emek değeri mi olduğunu düşünmelidir.
Zira emeğin değerini, gerçek karşılığını Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle
beyan buyurmuştur:
"Bilsin ki, insan
için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da ileride
görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir."(4)
Değerli Mü'minler!
Rabbimiz sayısız nimetler
bahşetmiş (5), bu nimetler karşılığında bizlerden yalnız kulluk yapmamızı (6),
yarattığı diğer varlıklara sevgi, şefkat ve saygı göstermemizi (7), hak ve
ödevlerimizde saygılı olmamızı, toplumsal huzur ve barışın temini için adaletin
görkemli gücünü tesis etmemizi (8), kendimize istediğimizi başkaları içinde
istememizi (9), rızık olarak sahiplendiğimiz değerlerin taksimine rıza
göstermemizi (10), görevlerimizi, ödevlerimizi, işlerimizi sağlam ve en iyi bir
şekilde yapmamızı (11) istemiştir.
Değerli mü'minler!
Çalışma hayatında karşılıklı sevgi, saygı,
hak, hukuk ve adalet prensiplerine göre hareket edilmelidir. Çalışanın ücretini
zamanında ödeyen, işçisine sevgiyle yaklaşan bir işveren; aldığı ücreti hak
etmeye çalışan ve işini en güzel şekilde
ve kaliteli yapmaya çalışan işçi olmaya çalışılmalıdır. İş hayatını “sevap ve
ceza görülecek imtihan” şeklinde tasavvur ederek ibadet şekline
dönüştürmelidir. İnsanın makam ve mevkisi ne olursa olsun, çalışan işçi veya
çalıştıran patron da olsa, sorumluluklarını iyi düşünmeli ebedi hayattaki
kazancının lehine olup olmadığının hesabını nasıl vereceğini daima hatırlamalıdır.
Değerli Kardeşlerim!
Kul hakları içerisinde zikredilen ücret dağılımının
iyi hesaplanması, çıkarcılıktan, bencillikten kaçınılması zaruri görevlerimiz
arasındadır. Bundan dolayı "Veren
el, alan elden üstündür" hadisi şerifini unutmayarak işçilerin
emeklerinin gerçek değerlerini tartışma yapmamalıdır. Unutulmamalıdır ki,
ücretini kestim, vermedim, hakkını alamadı, çok çalıştırdım diyen kimselerin
dünyaları çok parlak değildir. Bunlar toplumda sevilmeyen, çıkarcı kişiler
olarak tanınırlar. Kısa zaman içerisinde de hırslarının bedellerini çok kötü
cezalar çekerek öderler. Önemli olan geçici, fani dünya hayatını ihtiraslarla,
çatışmalarla, huzursuz ve mutsuz
geçirmek değildir. Asıl ve kalıcı olan, hayatın içinde güzelliklerle
hatırlanan, haklının hakkını tastamam veren, çalmayan, kırpmayan erdemli insan
olmaya çalışmaktır.
(1) Tin 62/4
(2) İbni Mace,Ruhûn 4
(3) Buhari Edep 44
(4) Necm 53/39-40-41
(5) İbrahim 14/34
(6) Zariyat 51/56
(7) Müslim Fedâil 66
(8) Nahl 16/90
(9) Buhari
İman 7;Müslim İman71
(10) Zuhruf 43/32
(11) Taberani 1/275
Hazırlayan: Abdülmuttalip PEŞE
Korkuteli Müftüsü
İLİ : ANTALYA
AY-YIL : EKİM-2011
TARİH : 14.10.2011
ENGELLİLER VE SORUMLULUKLARIMIZ
Muhterem Müslümanlar!
“Allah katında en değerli olanınız O’na karşı gelmekten
en çok sakınanınızdır.”1 ayet-i kerimesine göre soy-sop, makam, mevki,
cinsiyet, vücut azalarının tam veya noksan olması üstünlük ya da aşağılık
sebebi değildir. Bir imtihan vesilesi olarak insanların bazıları zihinsel veya
bedensel engelli olabilir. (Bu durumdaki kardeşlerimizle aynı mekânı, aynı
hayatı paylaşmaktayız.)
Günlük
hayatımızda kullanılan eşya, araç ve iş makineleri çeşitliliğinin artması buna
bağlı olarak kazaların çoğalmasına sebebiyet vermiştir. Bu durum toplumumuzda
engelli sayısının artmasına yol açmıştır. Engelli kardeşlerimizin büyük bir
çoğunluğu sağlıklı iken geçirdiği kaza veya hastalık sonucu engelli durumuna
düşmüştür. Şunu iyi bilmeliyiz ki; sağlıklı her birey aynı zamanda engelli adayıdır.
Çünkü ne zaman, nerede nasıl bir olayla karşılaşacağımızı hiçbirimiz bilemeyiz.
Değerli Mü’minler!
Kamil
bir mümin her durumda tedbirini alır. Aldığı tedbirlere rağmen kendisine bir
musibet gelir, vücudunda ruhsal veya bedensel arıza olursa, onu kendisine yüce
Allah tarafından verilen bir imtihan vesilesi olarak kabul eder. Engelli duruma
düştüğünden dolayı asla isyan etmez, tevekkül göstererek sabreder. Herkesin
malumudur ki imanın şartlarından biri de hayrın ve şerrin Allah’tan
geldiğine inanmaktır.
Yüce
Rabbimiz ayet-i kerimede: “Onlar;
başlarına bir musibet gelince, ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve
şüphesiz O’na döneceğiz’ derler.” buyurarak, belaya duçar olanın sabretmesi karşısında
imtihanı kazanacağının müjdesini vermektedir.
Toplum
içerisinde engelli insanlarımızla iletişimimizi kolaylaştırmak için empati
yolunu denemekte fayda vardır. Kendimizi engelli insanların yerine koymalı ve
aynı durumda biz olsaydık başkalarından nasıl bir tavır beklerdik, bunu samimi
olarak düşünmeliyiz.
Engelli
kardeşlerimizi alay ve eğlence konusu yapmak, onları üzecek, rencide edecek
tutum ve davranışlara yüce dinimiz asla müsaade etmez. Bizler de onlara karşı
yanlış davranışlarda bulunmadığımız gibi, incitici davrananlara da müsaade
etmemeliyiz. İnsanların şeref ve haysiyetini rencide edici söz ve davranışlar
Müslümanlara asla ve asla yakışmaz. Engelli kardeşinin özrü ile dalga geçen,
taklidini yapan, onları aşağılayan kimseler Yüce Rabbimizin şu ikazını
unutmasınlar; “Ey iman
edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki de alay edilenler, alay
edenlerden daha hayırlıdırlar…”3
Aziz Kardeşlerim!
Engelli
kardeşlerimiz de bizden bir parçadır. Onlara garip gözle bakmak, kendilerini
engellerinden daha fazla incitir. Onları topluma kazandırıp, iş ve meslek
sahibi yaparak verimli bir hale getirmek hepimizin görevidir. Engelli
insanlarımıza ve onların bakımı ile yakından ilgilenen ailelere ve kurumlara
maddi ve manevi yönden yardımcı olmalıyız. İhtiyaçlarını karşılayıp,
engellilere ve yakınlarına moral vererek hayır dualarını almalıyız. Engellilere
karşı güzel davranışlar, Allah (cc)’ın vermiş olduğu sağlık ve afiyet nimetini
bizlere en güzel şekilde hatırlatır ve Rabbimize içtenlikle şükretmemize vesile
olur. Yüce Rabbim hepimize bela ve musibetlerden uzak, sağlık, afiyet
içerisinde hayırlı ömürler nasip etsin.
1-Hucurat 49/13
2-Bakara 2/156
3-Hucurat 49/11
Hazırlayan: Enes MÜSLÜMOĞLU
Gündoğmuş Müftüsü
İLİ : GENEL
AY-YIL : EKİM - 2011
TARİH : 21/10/2011
AZÎZ ŞEHİTLERİMİZE…
Bir cenaze gördüğü zaman “Sen git, biz de geliyoruz…” derdi Ebu’d-Derda’ hazretleri…
Kardeşlerim!
Cenazelerimiz, bizim istikbalimizdir. Bugün biz onları uğurlarız; yarın
da başka kardeşlerimiz ilahî rahmetin kucağına tevdi ederler bizi.
Uğurladıklarımız arasında öyleleri var ki, biz onlara ölü demeyiz. Çünkü onlar
şehitlerimizdir. Biz onlara ölü demesek de, diyemesek de, acılarını kalbimizin
ta derinliklerinde yaşarız. Onlar bizim babamızdır, kardeşimizdir, eşimizdir,
evladımızdır. Onlar bu ülkenin doğusundan, batısından, köyünden veya
kentindendir. Kim olurlarsa olsunlar, nereli olurlarsa olsunlar, onların her
biri, hepimizin şehididirler. Bu toprakların üzerine bir damla şehit kanı düştü
mü, acısı bütün vatanı sarar, ıstırap bütün milletin yüreğini sızlatır.
Kardeşlerim!
Biz her bir şehidimizin acısını ayrı
ayrı duyarız. Her şehid haberiyle yüreğimizden bir parçanın daha koptuğunu hissederiz. Biliriz ki; “Toprak, eğer uğrunda
ölen varsa vatandır” inancı acımızı hafifleten teselli kaynağımızdır. Bu
yüzden feryat etmeyiz, bağırıp çağırmayız, taşkınlık yapmayız,
alkışlarla, tezahüratlarla cenazelerimizi gösteriye çevirmeyiz. Acımız ve
öfkemiz, bizi vakarımızdan, ağırbaşlılığımızdan uzaklaştırmaz. Öteden beri biz,
şehitlerimizi, bir büyük milletin uğurlayışıyla uğurlarız: Tıpkı Rasulullah
(s.a.s.)’ın ve onun sahâbilerinin yaptığı gibi. Onlar nice şehitlerini toprağın
bağrına verdiler de mü'mine yakışan vakar ve olgunluktan asla taviz vermediler.
Kardeşlerim!
Bizler şehitlerimize dua ederken, onlardan da müjde alırız.
Zira onlar, Allah’ın kendilerine vaat ettiği müjdeye kavuşmuş, bunu bizzat
görmüş, ebedî saadetin nimetlerini bilfiil tatmaya başlamışlardır. Çünkü onlar “Allah
yolunda öldürülenleri ölü sayma. Onlar hayattalar ve Rablerinin katında
rızıklanıyorlar. Allah’ın kereminden onlara bağışladığı nimetlerin mutluluğu
içinde, arkalarında olup da henüz kendilerine katılmamış kardeşlerine, onlar
için hiçbir korku olmayacağını ve hiçbir şey için üzülmeyeceklerini
müjdeliyorlar…”1 İlâhi
kelamının muhatabı ve “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını,
kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır…”2 beşâretinin
güzide temsilcileridir.
Rahmet Peygamberi ise; “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp
öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi, sonra diriltilip yine
öldürülmeyi ne kadar çok isterdim.”3 buyurarak şehitliğin yüceliğine
işaret etmiştir.
Kardeşlerim!
Son günlerde güvenlik güçlerimizi hedef
alan menfur saldırılar neticesinde şehit olan evlatlarımıza Cenab-ı Hak’tan
sonsuz rahmet, yaralılara acil şifalar, kederli ailelerine, yakınlarına,
sevenlerine ve Aziz Milletimize başsağlığı,
sabır ve metanetler diliyorum.
Bu menfur saldırılar, Aziz Milletimizin ‘daha çok kardeş olma’ ve beraber yaşama azim ve kararlılığını
ziyadesiyle arttıracaktır. Milletimizin birlik, beraberlik, huzur ve
kardeşliğini bozmayı hedefleyen bu saldırıları gerçekleştirenler sahip
olduğumuz kardeşlik ruhu ve iradesi karşısında emellerine asla ulaşamayacaklar
ve hüsrana uğrayacaklardır. Gün, bu büyük acımızı yüreğimizin derinliklerinde
hissederek, kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi tüm dünyaya gösterme,
sabır ve metanet ile Aziz Şehitlerimize dua etme günüdür.
Bu vesileyle evlatlarını bu ülke için
feda eden ailelerimizin acısını yürekten paylaşıyor, şehit evlatlarımıza bir
kez daha Yüce Allah’tan rahmet diliyorum.
1-
Âl-i İmran, 169-171
2-
Tevbe, 111
3-
Buhârî, Cihad, 7/2835
Hazırlayan ve Redaksiyon: D.İ.B. Hutbe Komisyonu
İLİ : ANTALYA
AY- YIL : EKİM – 2011
TARİH
: 28.10.2011
VATANA KARŞI GÖREVLERİMİZ
اِنَّ
الَّذ۪ي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَرَٓادُّكَ اِلٰى مَعَادٍۜ قُلْ رَبّ۪ٓي
اَعْلَمُ مَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى وَمَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ين
Değerli Mü’minler!
İnsan için ev
ne ise milletler için de vatan odur. Yeryüzünde ilk inşa edilen bina bir ev ve
aynı zamanda mabet idi(1). Evler, sıkıntıların atıldığı dinlenme mekânları;
(2)mabetler, manevi huzurun doruğa çıktığı yerler; vatan ise milletlerin huzur
yurdu, kişilerin yurt edinip doğup büyüdüğü, özgürce yaşadıkları, topraklardır.
Vatan herkes için şüphesiz çok önemlidir. Ana kucağı gibidir, kimse yurdundan
ayrılmak istemez.
Böyle
olmasına rağmen, Mekke müşriklerinin zulmü artınca Efendimiz(sav), ashabına ‘Habeşistan’a gidin, orada kimseye
zulmetmeyen bir kral vardır, orası doğruluk yurdudur.’(3) tavsiyesini
yapmış; daha sonra kendileri de Medine’ye hicret etmişler, ayrılırken de ‘(Ey Kabe) Allahu Teala’nın yarattığı en
hayırlı ve memleketler içerisinde en çok sevdiğim yer sensin. Eğer senden
çıkarılmasaydım, ben de çıkmazdım.’(4) diye sevgilerini izhar etmişlerdir.
Bunun üzerine ‘Kur’an’ı sana farz kılan
Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir.’(5) ayeti nazil
olmuştur. Döneceği yer cennet veya Mekke olarak yorumlanmıştır.(6) Mekke
sevgisini yalnız dini saiklerle izah etmek zordur. Vatan sevgisi bu manada
fıtridir demek yerinde olur. Ancak dinin yaşanamaması durumunda ayrılığına
katlanılabilir.
Vatana
karşı görevlerimiz ana hatlarıyla şöyle özetlenebilir:
- Her zaman güçlü olmak ve her
türlü teknolojik donanımla tehlikelere karşı hazırlıklı, savunma durumunda
bulunmak(7); imkân nispetinde bu faaliyete yardımcı olmak.
- Vatan müdafaası için görev
verildiğinde hayatı pahasına koşmak.(8)
- İnsanların ihtiyaçlarını
karşılama, güvenliğini sağlama gibi faaliyetleri kanunlar ve adalet ölçüleri
ile yerine getirmeye çalışan yetkililere itaat etmek ve yardımcı olmak.(9)
- Vatandaşlara yönelik huzur
bozucu işlerden uzak durmak ve toplumun huzurunu bozanları engellemek.
Vatanımızı kardeşçe yaşanılan yurt haline getirmek. Aksi halde, ‘Eğer
birbirinizle çekişirseniz gücünüz gider.’(10) ayetinin işaret ettiği gibi,
Allah korusun devletimizi, huzur yurdu toprağımızı yitiririz.
Değerli Mü’minler!
Vatan aynen
sıhhat gibidir, kaybedilince değeri anlaşılır. Vatanın ne manaya geldiğini
vatanından çıkarılan mültecilere sormak gerekir. Vatan sevgisi toprağa taşa duyulan
ilgi değil, o toprak üzerinde yaşayan insanlara, değerlerine gösterilen
saygının adıdır. Namus, can ve din emniyeti vatanın dirliği sayesinde sağlanır;
böylece iki cihan saadeti kazanılır. Vatanı korumak dini vecibelerdendir, çünkü
bir günlük vatan nöbeti dünyadan ve dünyadakilerden daha hayırlıdır.(11)
Değerli Mü’minler!
Yeryüzünde
yurt edindiğimiz yerlerde görevimiz hem maddi (12) hem manevi imardır.(13)
Yoksa Allah emanete ihanet etmeyen, yani imar görevini yerine getirecek
birilerini yaratır(14) bizi helak eder. Zira bu konuda ilahi yasa ‘Kuşkusuz bir toplumun bireyleri iç
dünyalarını değiştirmedikçe Allah, o toplumun gidişatını değiştirmez’(15)
kuralıyla işlemektedir. Vatanı sevme ve koruma Anoktasında duyarlı olmayanlar,
kendi sonlarını hazırlamış olurlar.
1)Ali
İmran 97
2)Nahl
80
3)Zehebi
Tarihül İslam ter 1/272-273
4)İhyau
Ulumi’d-din, Rubu’l-İbadat, c.1, s.694
5)Kasas
85
6)
Kurtubi 13/363
7)Enfal
60
8)Tevbe
38 41 Buhari cihad 1
9)Nisa
59
10)
Enfal 46
11)Buhari
cihad 73 bedülhalk 8 Rikak 2
12)hud
61
13)Hac
41
14)Hud
57
15)Rad
11
Hazırlayan: Yusuf DEMİRYÜREK
Döşemealtı Müftüsü
İLİ :
YALOVA
AY-YIL :
KASIM- 2012
TARİH :
02.11.2012
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَاماً {67}
Furkan, 25/ 67
İSLAMDA TASARRUF
Muhterem
Müslümanlar!
Yüce dinimiz İslam
adalet, denge ve hesap dinidir. İnsanın
dünya ve ahirette mutlu olabilmesi için dengeli ve düzenli yaşaması gerekir. İslam
dini, insan hayatının her alanına ışık
tuttuğu gibi,
insanın
ekonomik soru ve sorunlarına
da ışık
tutmuştur.
İslam’ın bu konudaki emir ve yasaklarına da itina ile uymamız gerekir.
Aziz
Cemaat!
Tüketim toplumunda yaşayan günümüz insanı bazen
ihtiyaçlarının sınırsız olduğu vehmine kapılarak
ne kadar kazanırsa
kazansın ya
da alırsa
alsın
bununla maalesef mutlu olamamaktadır. Nitekim maddi ve manevi problemlerinin altında büyük oranda bu anlayış yatmaktadır.
Muhterem
Müminler!
Mutluluk kaynağı olan
dinimiz, insanın
mala ve metaya bakışını dengelemiş, insanın hiç
kimseye muhtaç olmadan yaşamasını, mutlak korunması gereken
beş temel
değerden
birisi sayarak, insan emeğinin
korunmasını farz kılmıştır. İslam, parayı ve malı helal yoldan kazanmayı emrettiği gibi, helal ve meşru olana harcamayı da
farz kılmıştır. Bu sebeple dinimizde israf etmek haram kılınmıştır. Cenabı Allah Kuran’ı Kerim’de
“Ey Âdemoğulları!
Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf
etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.”
[1] buyurmuştur.
Muhterem
Müslümanlar!
Dinimizde israf etmek haram olduğu gibi cimrilik yapıp kazandıklarımızdan kendimizi, ailemizi, üzerimizde hakkı olanları mahrum etmek de haram kılınmıştır. Bu hususta ölçülerin en güzelini yüce Rabbimiz şöyle vermiştir: “(Rahman’ın kulları)
harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onlar harcamalarında ikisi arsında
bir yol tutarlar.” [2]
Aziz
Cemaat!
Dinimizin bize emrettiği ibadetlerden ve adab kurallarından birisi de iktisatlı davranmaktır.
Dünyamızı, çevremizi, zamanımızı ve
sahip olduğumuz
her şeyi tasarruflu
kullanmak üzerimize dini bir vecibedir. Zira dinimiz bize, deniz kenarında abdest alsak bile suyu ölçülü
kullanmayı emretmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)
ise iktisat ve tasarrufla ilgili şöyle buyurmuşlardır: “İktisat eden
fakir olmaz, iktisat eden yoksulluk yüzü görmez.” “iktisat edenin hesabı kolay
olur.” [3]
Muhterem müminler!
Gerek şahsi
malımızda gerekse kamunun malında harcama yaparken asla israf etmemeli
ve tasarruflu davranmalıyız. Zamanımızı, imkanlarımızı, kullandığımız tabii
kaynakları tasarruflu
kullanarak hem kendimizi hem toplumumuzu hem içinde yaşadığımız
ülkeyi daha müreffeh yarınlara
taşıyabiliriz.
. Hutbemizi sevgili peygamberimizin
mübarek hadisleriyle bitirmek istiyorum: “Bir kimsenin hayatında orta yolu tutması
onun akıllılığındandır” ; “İktisat eden geçim sıkıntısı çekmez.” [4]
Hazırlayan : Hutbe Komisyonu
Kaynaklar :
[1] Araf, 7/31.
[2] Furkan, 25/67.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned 1, 447, 198.
[4] Buhari, Rikak, 18.
İLİ :
YALOVA
TARİH : 09/11/2012
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ
بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ
حَمِيمٌ {34} Fussilet, 41/34.
İSLAMDA HOŞGÖRÜ
Muhterem Müminler !
İnsanoğlu tabiatı gereği diğer insanlarla birlikte
yaşamak zorundadır. Müşterek hayatta huzur ve saadet, karşılıklı hoşgörüyle mümkündür.
Hoşgörünün olmadığı yerde huzurlu ve mutlu olmak zordur.
Arapçada müsamaha,
batı dillerinde ise; toleransın
karşılığı olarak kullandığımız hoşgörü
kelimesi, terim olarak; insanların kusurlarını,
küçük hatalarını görmemek, affedici olmak demektir. Hatasız
kul olmaz; hepimiz, unutarak, bilmeden veya içimizden gelen dürtülere kapılarak
bazı yanlışlar yapabiliriz. Peygamberimiz, insanoğlunun bu özelliğini olduğu
gibi kabul eder, kamuyu ilgilendiren
suçlar hariç, meydana gelen kusur ve hatalarda affedici davranırdı.
Değerli Mü’minler !
İnsan hayatı sıkıntı ve çilelerle doludur. Her şeyin istediğimiz
gibi olması mümkün değildir. Haksızlığa uğradığımız, kötülüklere maruz
kaldığımız zamanlar vardır. Başta aile fertleri olmak üzere haksızlık ve
kötülük yapanları affetmek, kusurlarını bağışlamak, kaba ve kırıcı
davranışlarını hoş görmek müslümanın edebindendir. İlahi kitabımız Kur’an-ı
Kerim’ de Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Eğer ceza
verecekseniz, size yapılanın misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o,
sabredenler için daha hayırlıdır.” (1)
Bir başka ayette ise;
“İyilikle kötülük
bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında
düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (2)
Hoşgörü; insanların kalplerini yumuşatan, sevgi ve kardeşlik
bağlarını kuvvetlendiren güzel huylardan biridir. Hoşgörü; nefsi dizginlemek,
benlik kavgasına girmemektir. Müslüman için hoşgörü; gülün dikenini değil,
rengini görmek ve kokusunu hissetmektir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Müslümana
tavsiye edilen hoşgörü, şahsî haklarımızla ilgilidir. Yoksa, Allah’ın ve
Resulüllah’ın emirlerine hürmetsizlik olan, dinin hükümlerine ters düşen,
Hakk’ı ve mukaddes değerleri zedeleyen bir konuda hoşgörülü olmak değildir. Bu
konuda Hz.Aişe validemiz şöyle buyurmuşlardır: “Ben Resulullah (sav)’in şahsına yapılan bir
haksızlığın öcünü aldığını hiç görmedim. Yalnız Allah’a hürmetsizlik edilen
durumlar müstesna. Eğer Allah’a bir hürmetsizlikte bulunulursa Resulullah
insanların en öfkelisi olurdu.”(3) O Nebiler Nebisi ki, Uhud dağında mübarek dudağının
yarıldığı, dişlerinin kırıldığı, nurlu yüzünün kanlar içinde kaldığı,
müslümanların şehit edildiği bir zamanda bile düşmanlarına lânet
etmesi istendiği zaman ise şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
ben, lânet
etmek için değil, rahmet olarak gönderildim.”(4)
Aziz Cemaat
!
Görülüyor
ki, Kur’an ve sünnette hoşgörü tavsiye edilmiş, insanların kusurlarını
bağışlayan, nefsi için öfkelenmeyen kimselere büyük mükâfatlar vaad
edilmiştir. İnsan
istedikten sonra her şeyde sevilecek güzel bir taraf bulabilir. Yeter ki o
güzelliği görebilecek gözle baksın.
Yaratılanı
Yaratandan ötürü hoş görmeliyiz.
Hazırlayan
:
Selman
Oktay AKTÜRKOĞLU- İl Vaizi
Kaynaklar :
1. Nahl, 16/ 126.
2. Fussilet, 41/ 34.
3. Müslim, Edeb.
4. Müslim, Birr, 87.
İLİ : YALOVA
AY-YIL :
KASIM- 2012
TARİH :
23/11/2012
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ
لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا
الْأَلْبَابِ {9}
İSLAMDA İLİM VE İLİM ADAMINA VERİLEN DEĞER
Aziz Mü’minler;
İslam dini, ilme, ilim öğrenmeye
insanları teşvik ettiği gibi, ilmi başkalarına öğreten, ve bu yolda
gayretlerini sarf eden ilim adamına da gerekli önemi vermiştir. Yüce kitabımız
Kur’an-ı Kerim’de “…De ki: Hiç
bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları
hakkıyla düşünür.”(1)
buyrulmaktadır.Bir çok ayet-i kerime de Allah-ü Teala; ilmi överken,
cehaleti ise kötülemekte, bilen kimseye de ayrı bir değer vermektedir.
Değerli Müminler!
Kur’an-ı Kerim ilim ile meşgul olup,
öğrendiklerinin gereğini ifa eden, ilim ehline üstün derecelerin ve makamların
verileceğinin müjdesini vermiştir. Bu husus, bir ayeti kerimede “Allah içinizden iman edenlerin ve
kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir”,(2)
şeklinde beyan edilmektedir.
Başka bir ayet-i kerime de ise “Kulları içinden ancak alimler, Allah’tan (gereği
gibi) korkar.”(3) buyrularak,
alimlerin Allah’ın en çok değer verdiği kimseler olduğu açıklanmaktadır. İlim
adamı, öğren diklerini pratik hayatta uygulayarak, başkalarının da uygulamasına
sebep olur. Böylece büyük hayır ve sevap kazanır.
Aziz Cemaat!
Sevgili Peygamberimiz: “Yalnız şu iki kimseye gıpta edilir:
Allah’ın kendisine ihsan ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse; Diğeri
de Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına
da öğreten kimsedir.” (4),
“Alimin İbadet edene üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza
üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz ki Allah, melekleri, gök ve yer ehli, hatta
yuvasındaki karınca ve balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere dua ederler.”(5) buyurarak, ilim ve bilgi sahibi kimselerin en büyük
hayır ve fazilete nail olacakları, Efendimiz tarafından beyan edilmiştir.
Muhterem Müslümanlar!
Dinimiz alimlere çok büyük değer
vermektedir. Hz. Ali (r.a.): “Bana
bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” diyerek, ilmin ve ilim
adamının toplumdaki saygınlığına ve önemine işaret etmiştir. Bu konuda
üzerimize düşen görev; bildiklerini insanlara öğreten alimlere, öğretmenlere,
daima sevgimizi-saygımızı göstererek, onlara karşı vefa borcumuzu
ödemeliyiz. Ayrıca Öğretmenlerimizin “Öğretmenler Günü” nü kutlar, görevlerinde
hayırlı başarılar diliyoruz.
Hutbemi, Peygamber Efendimizin şu
güzel hadis-i şerifiyle bitirmek istiyorum: “Kim ilim yolunu meslek haline getirirse, Allah-ü Teala o kişiye
cennete giden yolları kolaylaştırır.” (6)
Hazırlayan : Hutbe Komisyonu
Kaynaklar :
1 .Zümer, 39/ 9.
2. Mucadele, 58/11.
3. Fatır. 35/28.
4. Buhârî,
İlim 15.
5. Tirmizî, İlim 19.
6. İbn Mâce,
Mukaddime, 17.
İLİ : YALOVA
AY-YIL : KASIM- 2012
TARİH : 30/11/2012
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ {155}
الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا
إِلَيْهِ رَاجِعونَ{156} Bakara, 2/
155-156.
ENGELLİLERE KARŞI SOSYAL
SORUMLULUKLARIMIZ
Muhterem Müslümanlar!
Engelli
kavramı; Kişinin zihinsel, ruhsal ve uzuvlarında bulunan bir arıza veya
hastalık sebebiyle hayatını sürdürmede, işlerini görmede ve topluma uyum
sağlama konusunda sıkıntı çeken ve başkalarının yardımına muhtaç olan kişiyi
ifade eder.
Değerli
Müminler!
Dinimiz kişileri ancak güçlerinin yettiği şeylerden
sorumlu tutar. Dolayısıyla özürlü, engelli ve hasta olanlar ibadetlerini
güçleri yettiği oranda yerine getirirler. Yüce Allah insanların başlarına bir
bela, musibet ya da hastalık geldiği zaman isyan etmeden sabırlı olmalarını
istemektedir. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Biz sizi biraz korku ve
açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksiltmek suretiyle imtihan
ederiz. Sabredenleri müjdele. Onlar başlarına bir musibet geldiğinde ‘ biz şüphesiz her şeyimizle Allah’a aidiz
ve sonunda O’na döneceğiz’ derler.”(1)
Değerli
Müslümanlar!
Yine engelli
ve özürlü kardeşlerimiz de bilmelidirler ki, misafirhane olan bu dünya, imtihan
yeridir. İnsanlar, imtihan dünyasında iyi-kötü, acı-tatlı olaylarla
karşılaşabilirler.Bu bakımdan engelli olan kardeşlerimiz, hiçbir zaman
engelliliğin, kendileri için bir noksanlık veya kusur olduğu psikolojisine
kapılmamalıdırlar.
Kişi hastalık, sakatlık, bedensel veya ruhsal yönden
bir sıkıntıya düştüğünde, sabırlı ve metanetli olması, isyana ve inkâra
dalmaması şartıyla başına gelenler kendisi için bağışlanma ve ahirette üstün
dereceler elde etmesine vesile olacaktır.
Aziz
Müminler!
İslam dini
sosyal ilişkilere büyük önem veren bir dindir. Bu konuda sağlıklı veya engelli
diye bir ayırım yapmaz. Ancak yardıma, ilgiye ve bakıma muhtaç olanlarla daha
çok ilgilenmeyi teşvik eder. Bunu yapanlar da büyük sevap elde ederler.
Bu manada
engellilere karşı birtakım sorumluluklarımız vardır. Bunlar:
- Onları
ziyaret etmeli ve iltifatta bulunmalıyız.
- İhtiyaçları konusunda yardımcı olmalıyız
- Onların
şeref ve onurlarını rencide edici, aşağılayıcı ve kırıcı söz, davranış ve
fiillerden uzak durmalıyız.
- Onları
yeteneklerine uygun olarak eğitip yetiştirmeli ve bir meslek sahibi olmalarını
sağlamalıyız. Böylece topluma faydalı işler yapacak hem de sosyal hayata
karışarak kendisiyle barışık bir hayat sürecektir.
Engelli
kardeşlerimize maddi ve manevi destek olmalıyız. Bunu yapmanın aynı zamanda bir
sadaka olduğu unutulmamalıdır. Peygamber Efendimizin görme özürlü sahabe
İtban bin Malik (r.a)’in evine gitmesi, evinde namaz kıldıktan sonra ikram
ettiği yemekten yemesi ve ona iltifatta bulunması (2) da
bize bu konuda ışık tutmaktadır.
Kıymetli
Kardeşlerim!
Herkes bir
engelli olmaya adaydır. Çünkü en ufak bir rahatsızlıkta, sağlıklı kişiler de
engelli hale gelebilirler. Bu manada engellilerin, Cenab-ı Hakk’ın topluma
birer emaneti olduğunu unutmamalıyız. Onları koruyup kollamalı ve kendimizi
onların yerine koyup empati yapmalıyız. Bu sebeple hayatın bütün alanlarını hiç
kimsenin takılmayacağı engelsiz bir hale getirmeliyiz. Belediyecilikte,
eğitimde, sosyal hayatta, iş hayatında, doğal çevre oluşturmada vs. hep bu
bilinçle hareket etmeliyiz. Onlar için ne yapsak azdır.
Yüce Allah bizlere, engelli hassasiyetine riayet
etmeyi nasip eylesin.
Hazırlayan :Hutbe
Komisyonu
Kaynaklar :
1. Bakara, 2/
155-156.
2. Buhari, Teheccüd, 36.
İl : Erzurum
Ay-Yıl : Ekim-2012
Tarih : 05.10.2012
ENGELLİLERE SAYGI
بسم الله الرحمن الرحيم
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ
بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ
وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَ
Değerli müminler!
Cenabı Hak, insanların
bazısını sağlıklı, bazısını da engelli yaratmıştır. Bazı insanlar ise sağlıklı
doğmasına rağmen çeşitli sebeplerle daha sonra engelli hale gelmektedir. Engelli
olmak bir insanın kendi seçimi olmadığı gibi, insan olması açısından bir kusur da
değildir. Nice engelliler vardır ki Allah katında çok değerlidir. Kur’an’da
"Sizin en değerliniz takvada en ileri olanınızdır."[1]
Buyrulmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.s) de Allah Teala’nın insanların
suretlerine ve mallarına bakmayacağını, kalplerine ve amellerine bakacağını[2]
bildirmiştir.
İbrahim Hakkı Hazretleri de
"Harâbât ehline hor bakma şâkir,
Defineye mâlik virâneler var"
diyerek dış görünüşün önemli olmadığını,
engelli pek çok kimsenin Allah katında çok kıymetli olduğunu ifade etmiştir.
Aziz Mü’minler!
Cenabı Hak bu dünyayı
bir imtihan yeri olarak, biz insanları da imtihanın bir parçası olarak
yaratmıştır. "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; bir de mallar,
canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz."[3]
ayeti de bu gerçeği bizlere hatırlatmaktadır. Engelli olmak imtihanın bir parçasıdır.
Kişi sabrederse bu imtihanı kazanabilir. Peygamber Efendimiz (s.a.s) kutsi bir
hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: "Ben kulumun iki gözünü alarak imtihan
ettiğim de o buna sabrederse, iki göze bedel olarak ona Cennet'i veririm."[4]
Değerli Müminler!
Engelli kardeşlerimize
sevgi, saygı ve şefkatle davranmak onların toplum üzerindeki haklarındandır.
Hutbemi Efendimiz(sav)’in
bir hadisi şerifiyle bitiriyorum: "Âmâya rehberlik etmen, sağır ve dilsize
anlayacakları bir şekilde anlatman, muhtaç bir kimseyi ihtiyacını tedarik
etmesi için gerekli yere götürmen, koluna girip güçsüze yardım etmen senin için
sadakadır."[5]
Hazırlayan: İl Müftülüğü Hutbe Komisyonu
[1] Hucurat 49/13
[2] Müslim, Birr, 34
[3] Bakara sûresi, 2/155
[4] Buhari, Merda, 7
[5] Bkz.A.b.Hanbel, Müsned,
5/168-169
İLİ : GENEL
AY-YIL : EYLÜL
2012
TARİH : 28/09/2012
YETER Kİ GÖNÜLLER ENGELLİ OLMASIN
Kardeşlerim!
Bazı bedensel kusurları
sebebiyle topluma katılmaktan çekinen ve bu yüzden çölde yaşamayı tercih eden,
Zâhir isminde bir sahâbî vardı. Zâhir, Efendimiz (s.a.s)’e her gelişinde,
yetiştirdiği ürünlerden hediyeler takdim ederdi. Zaman zaman pazardaki alışverişlerinde de Zâhir’e yardımcı olan Peygamberimiz
kendisini çok sever ve ona sürekli iltifat ederdi.
Bir gün Zâhir, Medine pazarında çölden getirdiği ürünleri
satarken, Efendimiz (s.a.s.), sessizce gelip Zâhir'in gözlerini kapattı ve şakayla:
“Bu köle satılıktır; almak isteyen var
mı?” diye seslendi. Zâhir, boynu bükük ve hüzünlü bir edâ ile: “Yâ
Rasûlallah! Vallahi benim gibi değersiz bir köleye kuruş veren olmaz!” deyince;
Peygamber Efendimiz: “Hayır! Sen, hiç de
değersiz değilsin! Aksine Allah katında çok kıymetlisin!"[1] buyurdu.
Şefkatiyle herkesi kucaklayan Rahmet Peygamberi, bu tavrıyla asıl önemli olanın
insanî değerlerle donanmak, her ne olursa olsun dünyada varoluşumuzun gayesini
unutmamak olduğuna işaret etti.
Değerli Kardeşlerim!
Hepimiz bir imtihan dünyasında yaşamaktayız. İmtihan ise herkesin
gücüne ve sahip olduğu nimete göredir. Âdem (a.s) ile Havva annemizden günümüze
değin insanlık, türlü imtihanlara tâbi tutulmuştur ve kıyamete kadar da
tutulacaktır. Kimileri malıyla, kimileri evladıyla, kimileri canıyla ya da
fiziksel bir engelle denenir kulluk yolunda. Bu imtihan süreci sabır ve
metanetle geçirilirse Rabbimiz tarafından vaat edilen nimetler bizim olacaktır.
Kardeşlerim!
Rabbimizin hikmeti gereği
birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de engelli kardeşlerimiz bulunmaktadır. Gerek
doğuştan, gerekse sonradan ortaya çıkan engellilik durumu çalışmaya, üretmeye, başarıya
ve nihai hedefe ulaşmaya asla engel değildir. Engelli olduğu halde azimle,
inançla kararlılıkla çabalayan ve tarihe adını yazdıran nice abide şahsiyetler
vardır. Yeter ki insanların önüne engeller konulmasın. Yeter ki gönüller engelli
olmasın, engel tanımasın.
Engelli olmak, hor
görülme, itilip kakılma sebebi de değildir. İnsanlar, kendi tercihi olmayan
durumlardan dolayı hiç kınanabilir mi? Hepimiz, görünüşe değil; gönle değer
veren Allah’ın kulları değil miyiz? Bizim Peygamberimiz, “Allah sizin görünüşünüze, malınıza, mülkünüze bakmaz; yalnızca
kalplerinize ve amellerinize bakar.”[2]
buyurmaz mı? Dinimize göre asıl üstünlük, Allah’a yakın olmak ve insanlığa
hayırlı hizmetler sunmakta değil midir? Elbette ki öyledir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Dinimiz insanı, zübde-i kâinât
ve eşref-i mahlûkât olarak görür.[3] İlahi hikmetlerle dolu Yüce
Kitabımızda ise, her türden insanın; sağlıklı ve hastaların, engelli ve
sağlamların, inananlar ve inkarcıların, zenginler ve yoksulların, şükredenler
ve nankörlük edenlerin, kadınlar ve erkeklerin, yaşlılar ve gençlerin tasviri
hep birlikte zikredilir.
Yüce Kitabımızda, Musa gibi dilinde düğüm
olanlar,[4]
evlat hasretiyle döktüğü yaşlar sonucu gözlerini kaybeden Yakup’lar vardır.[5]
Yakalandığı amansız hastalıktan dolayı bîçare hale gelen fakat yine de isyan etmeden
Rabbine sığınan Eyüp’ler vardır.[6]
Kerim Kitabımızda, gözleri
görmeyen Abdullah İbni Ümmi Mektum’u farkında olmadan incittiği için, âlemlerin Rabbi
tarafından ikaz edilen Son Peygamberin hatırası vardır.[7] O Peygamber ki, daha sonra
o zâtı defalarca Medine’de kendi yerine vekil olarak bırakmıştır. Yine O
Peygamber ki, ortopedik engeli bulunan Muaz b. Cebel’i genç yaşına rağmen vali
tayin etmiştir. Bunları
yaparken ise Efendimiz, fiziksel özellikleri değil, liyakati, aklı ve bilgiyi
öncelemiştir.
Kardeşlerim!
Dinimiz, görmeyenin gözü, duymayanın kulağı, güçsüzün eli,
konuşamayanın dili olmayı sadaka kabul eder. Buna mukabil, engelli birine engel
olmayı, rahatsızlık vermeyi ise lanetler.[8]
Unutmayalım ki asıl engelliler aklını, gönlünü, kalp gözünü, elini, dilini
bilgiye, şefkate, merhamete, hikmete ve ilahi gerçeklere kapayıp, insanlığını
ayaklar altına alanlardır. Engelli pek çok kardeşimizin, engin gönül yapısıyla
Allah katında çok değerli olabileceğini göz ardı etmeyelim.
Diyanet
İşleri Başkanlığımız, 1-7 Ekim tarihleri arasında kutlanan Camiler ve Din
Görevlileri Haftası’nın bu seneki temasını “cami ve engelliler” olarak
belirlemiştir. Başkanlık olarak, seksen beş bini bulan camilerimizin,
engellilerimizin rahatça ulaşacağı ve ibadetini yapabileceği camiler olmasını
amaçlıyoruz. Konuya hafta boyunca yoğun bir şekilde yer verecek olan
Başkanlığımız, engelli kardeşlerimize yönelik toplumsal bilinçlenmenin
oluşmasını hedeflemektedir. Bu vesileyle söz konusu haftanın hayırlara vesile
olmasını, darda kalanlara rahatlık, hasta olanlara şifa vermesini Yüce
Rabbimden niyaz ediyorum.
[1] Tirmizî, Şemâil, 104.
[2]
Müslim, Birr ve Sıla, 34.
[3] Tîn,95/4.
[4] Tâ-Hâ, 20/25-28.
[5]
Yusuf 12/84.
[6] Enbiyâ, 21/83-84.
[7] Abese, 80/1-4.
[8]
Ahmed b. Hanbel, V, 152-169; I, 317.
Hazırlayan
ve Redaksiyon: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Yorumlar
Yorum Gönder