ENGELLİ ÇOCUK ENGELLİ AİLE
ENGELLİ ÇOCUK
ENGELLİ AİLE
Ülkemizin önemli sorunlarından birisi de
aile eğitimidir. Günümüzde özel eğitime gereksinim duyan çocukların sayılarının
yaklaşık 7–8 milyona ulaştığı görülmektedir. Ancak bu çocuklara sağlanan eğitim
ve rehabilitasyon hizmetlerinin çok sınırlı olduğu bir gerçektir. Çeşitli
kaynaklara göre yetersizlikten etkilenmiş değişik tür ve derecedeki engelli
çocuklara ve gençlere sağlanan eğitim olanakları %1 düzeyindedir. Bu durum
karşısında engelli çocuğa sahip olan aile personel azlığı nedeniyle
çocuklarının eğitimi konusunda desteksiz kalmaktadır. Sonuçta çocuğun eğitim
gereksinimleri karşılanamayarak hem çocuk hem de aile bir yalnızlık ve
çaresizlik içerisinde kalmaktadır. Bu nedenle engelli çocukların eğitiminde ve
rehabilitasyonunda öncelikle ailenin bir sistem olarak ele alınmasının bir
gereksinim haline geldiği söylenebilir. Aile eğitimi özürlünün eğitiminin
vazgeçilmez bir parçasıdır.
ENGELLİ ÇOCUKLARIN AİLELERİ
Özel eğitime gereksinim duyan
çocukların eğitimi gündeme geldiği zaman düşünülmesi gereken ilk durum bu
çocukların ailelerinin eğitimi ve çocuklarıyla kurdukları iletişim olmalıdır.
Aile; sevgi, mutluluk, saygı, güven, huzur, koruma, yardımlaşma, paylaşma,
birlik beraberlik ve yakınlığın gündeme geldiği bir sosyal ortamdır. Anayasanın
41. maddesinde “Aile, Türk toplumunu temelidir” denilerek. Anayasanın bu
maddesinde ailenin yeri ve önemi vurgulanmaktadır. Ülkemizde 7,5 milyon özürlü
ve bunların etkilediği 35–40 milyonluk büyük bir kesimin olduğu hiçbir zaman
unutulmamalıdır (Özgür,2001). Bilindiği gibi aile toplumun çekirdeği ve
temelidir. Ailenin en önemli görev ve sorumluluklarından birisi sahip olduğu
çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmektir. Çocuğun eğitimi dünyaya gözlerini
açtığı andan itibaren ailesinde başlar, okulda devam eder. Engelli çocuklar da
diğer çocuklar gibi eğitilmeye, sevilmeye ve temel gereksinimlerinin
karşılanmasına muhtaçtır. Aralarındaki tek fark eğitimlerindeki araç-gereç ve
yöntem farklılığıdır. Önemli olan ailelerin çocuklarına iyi bir eğitim
verebilmeleri ve ilerideki eğitim-öğretim yaşamında üzerlerine düşen görevleri
yerine getirebilmeleri için çocuklarının özrü hakkında bilgi sahibi
olmalarıdır. Ailelerin okulda verilen eğitime yardımcı olmaları, istenen
amaçlara ulaşabilmek için sabırlı olmalarıdır. Bu nedenle engelli çocuğa sahip
ailelerin bilinçlendirilerek onların eğitimine katılımlarını sağlamak
gerekmektedir.
Ancak uzun yıllar özel eğitime
gereksinim duyan çocuğun eğitiminde ve gelişiminde doğal eğitimci rolünü
üstlenen aileler gözardı edilmiş, eğitimde uygulayıcı olmaktan çok, bilgi alıcı
olarak rol oynamışlardır. Özel eğitimin tarihçesine baktığımızda bu alandaki
çalışmaların ve verilen hizmetlerin uzun yıllar yalnızca özürlü bireylere
yönelik olduğu, bu hizmetlerin bir sistem olarak tüm aileyi kapsamadığı
görülmektedir. Ailenin en önemli varlıkları, şüphesiz çocuklardır. Çocuğu
etkileyen en önemli faktörlerin başında aile gelir. Engelli çocuğa sahip
aileler diğer ailelerden daha çok ilgiye, desteğe, sevilmeye, kabul görmeye ve
eğitime gereksinim duyarlar (Özgür,2001).
Özürlü çocuğun farkına varılması ailede
başlamaktadır. Çünkü çocukla iç içe olan, onun davranışlarını sürekli izleyen
ailedir. Çocuk önce ailesiyle sonra onların dışındaki çevre ile etkileşime
girer. Ancak, çocuğun özründen kaynaklanan sorunların en çok yaşandığı yerde
ailedir. Özsoy’a (1990) göre sorun çözüldüğünde ilk sevinecek, kaybettiği
huzuru bulup mutluluğa erişecek olan ailedir. Yine sorunun çözüldüğünde çözüme
katkısı olanlara ya da katkısı bulunduğu sanılanlara minnet, şükran borcuna
gömülecek olan ve ayrıca sunulan hizmetlerde en az dikkate alınan ve en çok
yalnız bırakılan da ailedir. Bu süreçte ailelerin yorulma ve yıpranmalarına çok
fazla izin verilmeden ailelere ulaşmak ve ailelere rehberlik ve danışmanlık
hizmetlerini götürmenin yararlı olacağı bir gerçektir.
Engelli çocukların eğitim ve
rehabilitasyonunda ailenin de katılımını sağlayan bir takım yasal önlemlerin
oluşturulduğu görülmektedir. 272 ve 273 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile
engelli çocukların akran gruplarıyla kaynaştırılması ve ailelerin bilimsel
yöntemler ışığında eğitilmesi yasal bir zemine oturtulmuş olduğu görülmektedir.
Ne var ki böyle olmasına karşın bu yasal düzenlemelerin kâğıt üzerinde kalmayıp
etkin bir şekilde uygulamaya sokulması gerekir. Aile, engelli çocuğunun eğitim
gereksinimleri ve eğitim yöntemleri konusunda eğitilmedikçe ve eğitim
etkinliklerine katılımı sağlanmadıkça sorunun çözülemeyeceği unutulmamalıdır
(Özgür, 2003).
Anne-Baba
Eğitiminin Önemi ve Gereği:
Özürlü çocukların eğitiminde
anne-babaların ve diğer aile bireylerinin önemi çok büyüktür. Anne ve babaların
özürlü çocuklarının dil ve akademik gelişmelerinde, sosyal ve mesleki beceriler
kazandırılmasında etkin rol aldıkları ve çocuklarının gelişiminde katkıda
bulundukları çeşitli çalışmalarda görülmektedir (Stewart, 1986). Bu nedenle
özürlü çocukların anne-babalarının eğitilmesi bir zorunluluk haline gelmiştir.
Bunun için aileler ile sıkı ilişkiler kurmak, okulda alınan önlemleri evde
devam ettirmek ve işbirliği yapmak gereklidir. Çünkü anne-baba özellikle özürlü
çocuk için alınacak eğitim tedbirlerini bilmediğinde okulda verilen eğitim evde
bozulabilir. Bu bakımdan anne-baba eğitimi bu çocukların eğitiminin ayrılmaz
bir parçası olarak ele alınmalı ve yürütülmelidir.
Ailelerin sürekli merak ve endişe
içinde olduğu iki önemli konu vardır. Birincisi “şimdi ne olacak, ne
yapacağım?” ve “benden sonra çocuğumun durumu ne olacak?” gibi kaygılar
ikincisi de bu kaygılarına ilaveten sorunla baş etme çabalarıdır. Sorunun
çözümü için kime, nasıl ve ne zaman başvuracağını bilememektedir. İşte bu
noktada Aile eğitimi önem kazanmaktadır. İstenilen davranışların kazandırılması
için en etkili çevre aile çevresidir. Aile çevresini çocuğun sağlıklı gelişimi
için uygun bir hale getirmek aile fertlerinin yeterli düzeyde eğitim alması ile
mümkün olabilir (Çağlar,2000). Anne ve babalar çocuklarının durumu, özellikleri
ve ileride neler yapabilecekleri konusunda doğru ve gerçekçi bilgilere gereksinim
duymaktadırlar ve bu yönde doğru bilgi aldıkları ve çocukların eğitimine
katkıda bulundukları ölçüde, hem onların gereksinimlerine yanıt vermekte, hem
de kendilerini rahatlamış hissetmektedirler (Akkök, 1989).
Özürlü Çocuğu Olan Ailelerin Değişik Tutum ve Davranışları
Aileler farklı özellikleri olan
çocukları olduğunu ilk öğrendiklerinde yaşadıkları duygular çok karmaşık
duygulardır. Her ailenin kendine özgülüğünden, faklı kişilik özellikleri ve
sosyal destek örüntüleri olduğundan yola çıkılarak, ailelerin yaşadıklarının da
hem benzerlikler hem de farklılıklar gösterdiği düşünülebilir. Ailelere
çocuklarının durumuna ilişkin ilk bilgilerin nasıl verildiği, ne gibi koşul ve
durumlarda ailenin bilgilendirildiği ailenin uyum sürecini belirleyen en önemli
nedenlerden biridir. Anne babalara doğru bilgi verilerek uygun bir yaklaşımla
iletişim kurulduğunda, ailenin bu beklemedikleri ve hazır olmadıkları duruma
uyum sağlamada çok olumlu bir başlangıç yaptıkları düşünülmektedir. İlk anda,
yaşanılan duygular, uzmanların ailelerle ilk iletişiminin nasıl olduğu ile çok
yakından ilintilidir. Bu ilk iletişime bağlı olarak anne-baba kızgınlık,
yalnızlık ve çaresizlik duygularını yoğunlukla ve sürekli yaşayabilir, ya da
kendini ve çocuğunu geliştirme yönünde daha güdüleyici ve destekleyici bir
yaklaşımla, gelişim sürecine olumlu bir başlangıç sağlayabilir. Bu ilk
etkileşim aslında, anne-babanın çocuğa karşı temel tutumlarının oluşmasında da
çok önemli bir temel taştır.
Ailede özürlü bir çocuğun doğumu diğer
aile bireylerinin yaşamlarını, duygularını, düşünce ve davranışlarını olumsuz
yönde etkileyen bir durumdur.
Engelli çocukların diğer çocuklar ve
toplum tarafından kabul edilebilmesi için öğretmenlere, uzmanlara, ailelere
önemli görevler düşmektedir. Red sendromlu çocuğa sahip olan ve bu konuda
duygularını Sessiz Melek kitabında dile getiren Abide Özkal (2001) “Oğlum
Gökhan uzun süre kardeşi Deniz’i arkadaşlarından saklamasının ardında
arkadaşları tarafından alay edilmesi yatmaktadır” yakınmasını yaparak engelli
çocuğunun akranları tarafından kabul görmediğini belirtmektedir. Hâlbuki
engelli olan bir çocuk, tüm özellikleriyle olduğu gibi kabul edilmelidir. Bir
diğer deyişle; yapabildikleri ve yapamadıklarıyla kabul edilmelidir. Çocuğu
aşırı derecede korumaya çalışmak, daima yanında bulunup isteklerine karşılık
vermek, duyulan suçluluğu azaltmak için her istediğini yerine getirmek ona
iyilik yapmak değildir. Ona yapabileceği her şey için cesaret verilmeli,
ortamlar yaratılmalıdır. Bunu yanı sıra, çocuktan kapasitesinin üzerinde
beklentiler olmamalı, onun yapamayacağı şeyler için zorlanmamalıdır.
Ayrıca özürlü bir çocuğun
annesi-babası olmak ailede suçluluk, yas kendilerine yönelik şüphe gibi olumsuz
duyguların yaşanmasına neden olur ( Zetlin, Williamson ve Rosenblaft, 1986).
Ailelerin karşı karşıya kaldıkları ilk tepkisel durum “şok”tur. Sonrasında
inkâr, aşırı üzüntü, depresyon, karşıt duygular yaşama, suçluluk, kızgınlık,
utanma-sıkılma, uzlaşma, uyum ve kabul aşamaları gelmektedir. Çocuğun engelli
oluşunun öğrenilmesinin yarattığı ilk psikolojik etkiler geçtikten sonra,
anne-babalarda engelli çocuğa yönelik olarak bazı genelleştirilmiş tutumlar
oluşmaktadır. Bu tutumlar değişik biçimlerde görülmektedir (Özsoy, 1988)’a göre
bu tutumlar yedi grupta toplanmaktadır.
Fazla
Koruyucu Tutum: Özel eğitime muhtaç çocuklar arasında en çok görülen
tutum olarak bilinir. Çocuk için ailede kendilerince uygun görülen her türlü
güvenlik sağlanmaya çalışılır. Aile dışında tehlike, alay edilme, ayıplama
vardır, özürlü çocuk bu dünya içinde tutulmaya çalışılır. Hatta bazı vakalarda
aile içinde, daha küçük bir çevrede yaşamaya itilir. Misafirin yanına bile
çıkarılmaz. Çocuğun her ihtiyacı aile içinde karşılanmaya çalışılır. Çocuk
aileye bağımlı hale getirilir. Bu tutumda aile özürlü çocuğunu saklayıp, dışa
karşı normal aile yaşantısı sürdürüyor görüntüsü vermeye çalışır.
Ayrıcalıklı
Tutum: Çocuk özürlü olduğu için bazı özel haklar tanınır. Dokunulmazlık
kazandırılır. Ailedeki normal bireylerin uymak zorunda olduğu kurallara
uymayabilir. O hep farklı muamele görür.
Her Şey
Özürlü İçin Tutumu: Bazı
ailelerde özürlü çocuğun dışında herkes ihmal edilir. Herkes kendini özürlü
çocuğa adamıştır. Ailenin tüm olanakları, engelli çocuk için seferber edilir.
Herkes maddi, manevi her türlü fedakârlıkta bulunur. Aile normal yaşantısını
kaybetmiştir.
Özürlü
Çocuğu Reddeden Tutum: Azda olsa
görülebilen bir tutumdur, özürlü bir dert olarak görülür. Herşey için ayak
bağıdır. Bu çocuktan kurtulmak gerekir. Kapatılır, ihmal edilir, temel
gereksinimleri doyurulmaz, karşılanmaz.
Özrü
Reddeden Tutum: Bazı aileler
özrü kabul etmez. Çocuklarına toz kondurmazlar. Onlara göre çocukları özürlü
değildir. Buna kendilerini ve çevrelerini inandırmaya çalışırlar. Özürlü çocuk
bunun kanıtı olacağından, fazlaca zorlanır.
Özürden
Yararlanma Tutumu: Özürlü kişi
halini, zedelenmeyi her zaman her yerde olabildiğince sergileyerek çevrenin
dikkatini çekmeye çalışır. Dikkat çekmenin arkası acındırmaya gider. “Allah
kimseyi elden ayaktan düşürmesin, gözden etmesin” türü acındırmalarla çevreden
yardım toplama yoluna gidilir.
Normal
Tutum: Özürlü çocuğu olduğu gibi
kabul etmektir. Çocuğun zedelenme durumu ve yetersizliği olduğu gibi kabul
edilir. Onun özelliklerine, gereksinimlerine uygun gelişim ortamı hazırlamaya
ve sürdürmeye çalışılır.
Bebeklik döneminde veya ailenin engelle
tanıştığı ilk günlerde verilecek destek çok önem taşımaktadır. O an çocuk için
yapılabilecek (tıbbi gereksinimler dışında ) bir şey yoktur. Bu sorunu paylaşma
ve kabullenme, çözümleme mücadelesi verecek olan ana babanın gereksinimleri ve
soruları cevaplanmalıdır.
Anne-babaların çocuklarına karşı
davranışlarını onların kişilikleri, içinde yaşadıkları aile ve toplum ortamı
belirlemektedir (Cebiroğlu, 1976). En küçük toplumsal birim olarak tanımlanan
insan yaşantısı üzerinde doğumdan başlayan ve doğumdan sonraki ilk gelişim
yıllarından yaşamın sonuna dek etkililiğini sürdüren bir kurum olarak ailede
özürlü bir çocuğa sahip olma büyük bir hayal kırıklığı olarak algılanmakta,
yoğun bir kaygı ve endişe oluşturmaktadır (Koptagel, 1984). Bu da analık
babalık etme kaygısıdır. Aileler çocuklarının nasıl olmasını istediklerine
ilişkin beklentilere sahiptir. Bu beklentiler ana ve babanın kendilerini nasıl
algıladığına ve onlar için belirleyici rolü olan kişilere bağlı olmaktadır. Tüm
bu beklentiler ve dilekler özürlü bir çocukta varolan güçlüklerle çelişki
yaratmaktadır.
Ailede Karşılaşılan Sorunlar
Çocuk doğumdan başlayarak aileyle
sürekli bir etkileşim süreci içerisindedir. Çocuğun ilk ilişki kurduğu kişiler
başta anne-babası ve aile bireyleridir. Onun gelişiminde, eğitiminde ve
toplumsallaştırılmasında en etkin rolü içinde bulunduğu aile çevresi oynar.
Aile içerisinde bir bireyin etkilendiği bir olay tüm aileyi etkiler. Bireyler birbirlerinden
farklı olduğu halde aile içerisinde aynı duyguları ve düşünceleri paylaşırlar.
Her ailenin içinde bulunduğu koşullar değişiktir. Ailede özürlü bir çocuğun
varlığı toplumdan gelebilecek olumsuz tutumlara açık olabileceğinden anne
babalar ekonomik, duygusal ve toplumsal yönden etkilenebilmektedirler (Özgür,
1993).
Aile sürekli sorunlarla karşı karşıya
olmasına karşın, çözüm yolları sınırlıdır. Bir anlamda özürlü çocuğun sorunları
aynı zamanda ailenin de sorunudur. Bu durum tüm aileyi hem işlevsel hem
duygusal yönden etkiler. Engelli çocuğu olan aile, evlilik bütünlüğünü korumak,
ekonomik durum, çocuklarının eğitimi, dini inançları ve çocuğun cinsiyeti ile ilgili sorunlarla karşı karşıyadır
(Özgür, 1993).
Özürlü bir çocukla ilgili sorun
yalnızca aile içinde kalmamaktadır.
Çünkü ailenin içinde yaşadığı bir toplum vardır. Toplumda oluşturulan
düzen, o toplumda yaşayan bireyler için alışılmıştır. Bu düzene uymayanlar
hemen farkedilir. Bunlar özel eğitime muhtaç bireylerdir. Toplum tarafından
muhtaç, engelli, uzaklaştırılması gereken ya da itici olduğu düşünülen bu
insanların diğerleriyle ilişkilerini sürdürmek için özel iletişime
gereksinimleri vardır.
Ailelerin Bilinçlendirilmesi
Engelli çocuğun eğitiminde en önemli
ve etkili ortam, sürekli içerisinde bulunduğu aile çevresidir. Çünkü çocukla iç
içe olan onun davranışlarını sürekli izleyen ailedir. Ailenin, özürlü çocuğuna
karşı görevleri normal çocuklarına göre belirli farklılıklar gösterir. Ailenin
bu görevi çocuğun özrünün zamanında anlaşılmasından, çocuğun topluma kazandırılmasına kadar devam
eder. Bu görevin yerine getirilmesi ve gerektiği gibi yapılmasında bir takım
sorunlar gündeme gelir. Bu sorunların ilki çocuğun özrünün zamanında
anlaşılmasıyla ortaya çıkar. Zamanında teşhis edilmeyen özür zaman geçtikçe
kalıcı hale gelir. Giderilmesi önemli ölçüde zorlaşır. İkinci sorun, ailenin
çocuğunun özrü konusunda başvuracağı gerekli yerleri bulma ve seçme konusunda
ortaya çıkar. Anne-baba çocuğunun yürüme, konuşma ve öğrenme özellikleri
yönünden diğer akranlarından farklı olduğunu gözler, gözlediği bu duruma çare
bulabilmek için sağlık kurumlarına ya da uzmanlara başvurur. Bunun yanında
çocuğunun çeşitli alanlardaki geriliğini fark edemeyen, çözümünü zamana bırakan
ana babalarda bulunmaktadır. Bu sorundan kurtulmanın yolu; özrü fark edebilen ,
sorunun çözümü için nereye, nasıl ve ne zaman başvuracağını bilen aileleri
oluşturma süreci olarak adlandırılan anne-baba eğitiminden geçer. Bu bağlamda
çocukların eğitimi ve geliştirilmesinde ailenin rolü son derece önem kazandığı
görülmektedir (Özgür, 1993).
Diğer bir sorun ise, özrü fark edilen
çocuğun özel eğitiminin sürekli hale getirilmesidir. Kısa vadede verilecek
eğitimden çabucak sonuç alma beklentisi içinde olmamalıdır. Çünkü eğitimden
yararlanabilmek için sabırlı, özverili, çalışmadan ve sonuçlarından haz alıcı
bir yapıda olmak yanında, çocukların özür tür ve özellikleri ile öğrenme
özelliklerini dikkate almak gerekir.
Eğitimin sürekliliğini sağlamada maddi destek, bilgi, hizmet sunma ve
kamuoyu oluşturma gibi etkinlikler yanında belki en önemlisi “aile
rehberliğidir”. Eğitim kurumlar, bu konuda hizmet veren “Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu”, gönüllü kuruluşlar, vakıflar ve dernekler gibi kurumlar
bu hizmeti ihtiyaca uygun biçimde ele almalıdır.
Ailenin olumsuz tutumlarını
değiştirmede eğitim kurumları ve öğretmenlere düşen görev üç kümede
toplanabilir. Bunlar;
- Aileleri özürlü çocuğun durumu ve neler yapabileceği konularında gerçekçi bilgilerle donatmak.
- Özel öğretim yöntemlerinde işbirliği yapabilir hale getirmek.
- Rehberlik hizmetlerini yerine getirebilmektir (Özsoy, 1988).
Engelli bir çocuğa sahip olan ailenin
sorununun çözümü bir takım koşulların yerine getirilmesiyle olanaklıdır. Bu
koşulların başında çocuğun içinde bulunduğu ortam olan ailenin eğitimi önem
kazanır. Özürlü bir çocuğa sahip olan ailenin, çocuğunun eğitimine yardımcı
olabilmesi için toplumdan gelebilecek her türlü olumsuzluğa karşı rehberlik
yoluyla bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
Aile rehberliği, özürlü çocuğun yaşama
hazırlanmasında son derece önemlidir. İlk kez böylesi bir durumla karşılaşan
aile, sorunu nasıl çözeceği, nasıl davranması gerektiği konusunda bilgili
değildir. Bilgilendirme konusundaki görevler psikolojik danışma ve rehberlik
uzmanları ile özel eğitim uzmanlarına düşmektedir (Ünlü, 1989).
Bugün ülkemizde özürlü çocuklara
eğitim veren kurumlar sayıca az, personel ise yetersizdir. Bu kurumlarda hizmet
veren personelin ihtiyacı karşılayamaması ailelerin eğitilerek çocukların
gelişimine katkısını zorunlu bir duruma getirmiştir. Özürlü çocukların eğitim
ve öğretim olanaklarından yararlanma oranı % 2’lere bile varamamıştır.
Zamanımızda gelişmiş ülkeler bir ülkenin Özel Eğitime Muhtaç Çocuklara
sağladığı eğitim ve öğretim olanakları ile değerlendirilmektedirler. Uygarlık
düzeyimiz bu ölçüte göre oldukça düşündürücüdür (Çağlar, 1991).
Ailenin bilinçli olması için, çocuğun
ailesinin ve yakın çevresinin bilimsel bilgilerle donatılması gerekir. Ailenin
öncelikle özel eğitim içinde okulun önemli bir parçası oldukları duygusu
kazandırılmalıdır. Ailenin çocuğun eğitiminde aktif katılımcı olması
sağlanmalıdır. Okul-aile işbirliğinin sağlanması; okulda alınan eğitimin aile
tarafından evde devam ettirilmesinin sağlanması özel eğitimde en önemli
noktalardan biridir. Bunun yanı sura “Kurum dışında çocuğun evde, aile
bireyleri içindeki yeri nedir? Aile bireyleri ile iletişimi nasıldır? Aile
içinde, ev ortamında kurumda verilen eğitimle tutarlılık gösteren ve kurumda
verilen eğitimi destekleyici çalışmalar yapılmakta mıdır? Yapılıyorsa başarısı
nedir?” gibi sorulara yanıt aranmalıdır.
Engelli çocukları toplumun
tanıyabilmesi ve benimseyebilmesi için onlara diğer insanlarla birlikte olma
fırsatları yaratmalı ve olabildiğince bağımsız yaşayabilmeleri için çaba
gösterilmelidir. Engelli çocukların toplumla kaynaşabilmesi için en önemli
adım, onları saklamak yerine onları topluma, yaşıtlarının arasına mümkün
olduğunca çıkarmaya çalışmaktır. Yakın çevremize, akrabalara, merak edip soran
herkese; çocuğumuzun özelliklerini anlatmak da tanımaları ve benimsenmeleri
için bir diğer önemli adımdır. Farklı özelliklere sahip bir çocuk ailesi içe
kapanabilir, ev ziyaretlerine gitmeyi veya eve gelinmesini kısıtlamayı
düşünebilir. Bu durum Çocuğun sosyal gelişimi ve kabulü açısından hiç de uygun
değildir. Misafirlere veya evine gidilecek kişilere çocuğa karşı nasıl
davranmalarının uygun olacağı konusunda verilecek ipuçları, hem onların çocuğa
uygun bir biçimde davranmasını sağlar, hem de çocuğun değişik kişilerle sosyal
ilişkilerini artırır (Steward, 1986).
Hepimizin engelli çocukları ve
ailelerini tanıması onların eğitilerek toplumsal hayata hazırlamak açısından
çok önemlidir. Anne-babalar, öğretmenler, çocuklarla çalışan diğer uzmanlar ve
toplum, çocuklarımızı ve ailelerimizi tanıdıkları ölçüde onlarla daha anlamlı
ilişkiler kurabilecekler ve yakınlaşıp seveceklerdir. Buradaki amaç engelli
çocukları diğer çocuklarla birlikte eğitmek, eğlenmek ve birlikte bulundurarak
sosyal entegrasyonu sağlamaktır. Bu bütün toplumun ortak çabası olmalıdır.
Devlet yetkililerinin, gönüllü kuruluşların, sendika temsilcilerinin, değişik
disiplinlerden eğitimci ve uzmanların bir araya gelerek, bu süreci, bu gelişimi
ve kaynaşmayı sağlaması toplumun huzur ve mutluluğu için gereklidir (Özgür,
2004).
Ailenin sağlıklı, mutlu, güvenli yaşamı
demek, devletin sağlıklı, mutlu ve güvenli yaşamı demektir. Görevlerini yerine
getirmeleri için anne babaların mümkün olduğunca sağlıklı, mutlu, güçlü
olmaları, ayakta durmaları gerekmektedir.
Aile bilinçlendirilmezse uzmanla
işbirliğine girmeye reddedebilir. Ailenin yalnızlık duygusunun benzer özürlü
çocukların ailelerini grup çalışmalarıyla biraraya getirerek önleyebiliriz.
Özürlü çocuğa sahip birçok ailenin varlığından söz edilerek yalnız olmadıkları
gerçeğini kazandırmak suretiyle onları psikolojik olarak rahatlatmalıdır
(Özgür, 2001).
Aile eğitiminde görev ve sorumluluk
alacak olanlar şu şekilde sıralanabilir:
- Özel eğitim öğretmeni: Öğretmen aşağıdaki kimselerden yardım almalı;
- Özel eğitim uzmanı
- Psikolojik danışman
- Psikolog
- Tıp alanında yetişmiş uzmanlar (Psikiyatrist, Nörolog,, Ortodentist)
- Çocuk gelişim uzmanı
- Sosyal hizmet uzmanları
- Dernek ve vakıfların ilgili ve yetkili kimseleri
- Resmi ve gönüllü kuruluşların yöneticileri
- Basın yayın organlarının yöneticileri, programcıları
- Yerel yöneticiler (Muhtar)
- Hemşireler ve uzman terapistler
Görüldüğü gibi engelli çocuk ve
ailelerinin eğitimi bir ekip işidir. Değişik alandaki uzmanların ortak
katılımının söz konusu olduğu profesyonel bir yardımı gerektirir. Ayrıca bu
yardım sadece engelli çocuk ve ailesinin bilgilendirilmesiyle sınırlı kalmayıp
tüm toplumu kapsayan bir alanı da içine almalıdır. Örneğin sivil toplum
örgütleri, vakıflar, sendikalar, yerel yönetimler ve gönüllü kuruluşlar
engelliliğin önlenmesi konusunda ortak bir çaba harcamalı ve toplumsal barışın
sağlanması için bunu bir gerek ve gereksinim olarak kabul etmelidir (Özgür,
2004).
ANNE-BABALARA VERİLEN EĞİTİMİN SAĞLADIĞI YARARLAR
Anne ve babaların eğitilmeleri, engelli
çocukların yaşama hazırlanmasında önemli bir yer tutmaktadır. Anne-babaların
çocuklarının dil ve akademik gelişmelerinde, sosyal ve mesleki beceriler
kazanmalarına etkin olarak katıldıkları ve çocuklarının gelişmesine katkıda
bulundukları çeşitli çalışmalarda gözlenmektedir. Engelli çocuğun gelişmesine
yönelik özelliklerinin iyi tanındığı ve kabul edildiği bir ev ortamında,
ilişkiler çok daha sağlıklı ve çocuğun gelişimine yönelik olabilmektedir. Bu,
ancak anne-babalara konunun uzmanları tarafından verilecek eğitim sonucunda
gerçekleşebilir.
Bugün ülkemizde diğer özel eğitime
muhtaç çocuklar grubunda olduğu gibi zihinsel özürlü çocuklara eğitim veren
kurumlar sayıca az ve personeli yetersizdir. Bu kurumlarda çalışan personelin
sayıca yetersiz oluşu anne-babaların eğitilerek çocuklarının gelişimine
katkısını gereksinim haline getirmektedir.
Engelli çocuğu olan anne-babanın
eğitilmesinin yararları şu şekilde özetlenebilir:
- Anne-babalar çocuklarının gelişimini, güçlü ve zayıf oldukları yönleri öğrenir.
- Çocuklarının eğitimlerine karar vermeyi, eğitimlerini üstlenmeyi, hak ve sorumluluklarını paylaşmayı öğrenir.
3. Çocuklarının
eğitim programı hakkında bilgilendirilerek kendilerine düşen görevi yerine
getirmeleri sağlanır.
- Okul programını evde uygulamanın etkili yollarını aramalarına olanak sağlar.
- Çocukların eğitimleri için şimdiki ve gelecekteki en önemli kaynaklarının farkına varırlar.
- Çocuklarına yardım etmekten dolayı kendilerini psikolojik olarak rahatlamış hissederler.
Bunun yanında ailenin eğitimine katılımının
çocuğa sağladığı yararlar da şöyle sıralanabilir:
1. Özürlü
çocuk için iki önemli çevre olan ev ve okul arasında işbirliğinin gerçekleşmesi
ile eğitimde beklenen tutarlılık oluşur.
2. Çocukların
öğrenme ve gelişme fırsatları artar.
3. Daha
hızlı bir gelişme süreci içinde olmaları sağlanır.
Bu durumda anne-baba eğitimi bir gerek ve
gereksinim haline gelmiştir. Anne-babalar eğitildiklerinde, çocuklarının
eğitimine yardımcı olacakları sonucu ortaya çıkmaktadır. Zira anne-babalar
çocuklarının yaşamı boyunca doğal ortamda onlara eğilim sağlayan kimseler
durumundadır. Bu nedenle anne-baba eğitimi uygulamaları, çocukların gelişiminin
hızlandırılması açısından gerekli görülmektedir.
AİLE REHBERLİĞİ
Aile rehberliği, çocukların gelişimine
katkıda bulunabilmeleri amacıyla ailelere yapılan sistemli ve düzenli
çalışmalardır. Bu çalışmalar iki yönlüdür. Birincisi, ailelere psikolojik
yardım yapıp onları rahatlatmak ve özürlü çocuklarının kabulüne yardımcı
olmaktır. İkincisi ise okul ve yuvada çocuklarına verilen eğitim programları
konusunda bilgilendirerek, çocuklarının eğitimine katkıda bulunmalarını
sağlamaktır. Onların eğitimine katkıda bulundukları ölçüde hem gereksinimler
karşılanmakta hem de kendilerinin psikolojik olarak daha rahatlamaları
sağlanmaktadır.
Ailenin tutum ve meraklarının çocuk
gelişimi ve eğitimine uygun hale getirilmesi önemlidir. Bu önem aslında engelli
çocukların eğitimi için değil, genel anlamda her türlü eğitim için geçerlidir.
Aileleri bazı konularda bilgi ile donatmak ve özel öğretim yöntemlerinde
aileleri işbirliği yapabilir hale getirmek aile rehberliği ile beraber
yürütülmektedir. Çocuğun okulda kazandığı becerilerin ev ortamında aile ile
işbirliği yapılarak pekiştirilmesi, eğitimin sürekliliği ve yaygınlaşması
açısından da gereklidir. Özellikle bugün ülkemizde, özel eğitime gereksinimi
olan çocuklara eğitim veren kurumların sayıca az olması, ayrıca bu kurumlarda
çalışan personelin sayıca yetersiz oluşu da ailelerin eğitilerek, çocukların
gelişimine katkıda bulunmalarını bir gereksinim haline getirmiştir.
Aile rehberliğini gerekli kılan
nedenler şu şekilde özetlenebilir:
- Aileyi en küçük sosyal grup olarak düşündüğümüzde, aile içinde anne-baba ve çocukların yoğun bir etkileşim içinde olduğunu görürüz. Özel eğitime muhtaç çocuğun özelliklerinin, iyi tanındığı ve kabul edildiği bir ev ortamında ilişkiler çok daha sağlıklı ve çocuğun gelişimine yönelik olacaktır.
- Anne-babaların çocuklarıyla etkileşimi çok yoğun ve içtendir. Uzmanların ve tüm eğitim personelinin çocuklarla ilişkisinin anne-babaların ki kadar yakın ve içten olabilmesi çok zordur. Ayrıca uzmanlar çocuğu gözlerken onun doğal ortamı olan ev ortamının dışında gözlemektedirler. Doğal ortamda ortaya çıkan bir çok davranışı ev ortamının dışında gözlemek mümkün olmayabilir. Bu nedenle anne-babaların çocuklarına ilişkin gözlemleri çok önemlidir. Çocukların okul ortamında öğrendikleri bilgi ve becerilerin ev ortamında da aynı tutarlılık içinde sürdürülmesi, okul ve ev eğitiminin süreklilik ve paralellik içinde olması yönünde de çok önemli bir noktadır. Okul ve ev eğitiminin tutarlı ve paralel olduğu durumlarda çocuklarda, çeşitli becerilerin gelişimi çok daha hızlı ve kalıcı olmaktadır.
- Çocuğun okulda kazandığı becerilerin ev ortamında aile işbirliği yapılarak pekiştirilmesi, eğitimin sürekliliği ve yaygınlaştırılması açısından da gereklidir.
- Ayrıca ailelerin belli aralıklarla bir araya gelerek kendilerine ve çocuklarına ilişkin duygu, düşünce ve uygulamalarını paylaşmasını amaçlayan anne-baba grupları da anne-babaların psikolojik olarak rahatlamalarına yardımcı olmaktadır (Akkök, 1991).
AİLE DANIŞMANLIĞI
Danışma, bu alanda
bilgili ve deneyimli bir uzmanla özürlü çocuğun anne-babası arasında yer alan,
anne-babanın sorunlarını çözmek için gerekli tutum ve becerileri geliştirmeleri
üzerinde odaklaşan bir öğrenme sürecidir. Danışma sürecinde anne-babalara ifade
etmekten kaçındıkları öfke, suçluluk, düşmanlık gibi duygularını özgürce ifade
edebilmeleri için fırsatlar verilir, onlara kendileri ve çocukları için
gerçekçi planlar yapabilmeleri konusunda yardım edilir. Anne-babaların kendi
becerilerine inanmaya başlama ve sosyal çevre ile daha fazla iletişime
girmelerine yardımcı olma psikolojik danışmanın hedefleri arasındadır. Aile
danışmanlığı gerektiren nedenler şöyle sıralanmaktadır: Eşlerin her ikisinin de
mesleğinin olması, evlilikte bozulmalar, tek ebeveynli aileler, ilaç ve alkol
bağımlılığı, okulla ilgili sorunlar, çocuğun yönlendirilmesiyle ilgili
sorunlar, ergen depresyonu ve intihar, yetişkin çocuklarla ilgili sorunlar (Fenell
ve Weinhold, 1989).
Aile danışmanlığı
çalışmaları
- Bilgi verici danışmanlık
- Psikoterapi
- Anne-baba eğitimi (aile- uzman işbirliği)
Programları
olmak üzere 3 ana başlık altında gruplanabilir.
Bilgi verici danışmanlıkta belli bir
özür hakkında, ne olduğu, nedenleri, özellikleri, gelişim alanları, çocuğun
gereksinimleri hakkında aileye bilgi verilir. Bu süreç içerisinde ailelerin
çeşitli duygu ve tepkilerini yaşamaları sağlanır. Bilgi verici danışmanlığın
bir “grup ortamı” içinde yapılması,
ailelerin birbirleriyle ve danışmanla karşılıklı bilgi, duygu, düşünce ve
deneyim alış verişi yapmalarını ve sorular sormalarını sağlamaktadır. Anne
babalar arasında böylesi bir etkileşimin olması yalnız olmadıklarını fark
etmelerine ve farklı çözüm yollarını öğrenmelerine de olumlu etki yapmaktadır.
Psikoterapötik yaklaşımda duygusal
güçlüklere bağlı olarak anne-babanın yaşadıkları çatışmaları anlamalarına ve
çözümlemelerine yardım edilir.
Anne-baba eğitimi programlarında ise
anne-babanın çocuklarıyla iletişimlerinde etkili olmalarını sağlayan teknikleri
ve becerileri öğrenmeleri sağlanır.
Her üç yaklaşım birbirini tamamlayan
zincirin halkaları gibidir. Ailenin var olan durumuna, problemlerine ve
gereksinimlerine bağlı olarak bu yardım yöntemlerinden birisine veya hepsine
başvurulabilir.
Son aşamada ise anne babalarının bu
amaca ulaşıp ulaşmadıkları değerlendirilir (Davis, 1985). Danışman için en zor
olan anne-babanın çocuklarının özürlü olduğu gerçeğini kabul edebilmelerini
sağlayabilmektir. Bu nedenle ilk oturumlarda durumun gerçekliğinin kabulü vurgulanmalıdır. Kabul gerçekleştikten
sonra bu kez çocuğun gereksinimlerinin en iyi hangi şekilde karşılanabileceği
üzerinde durulmalıdır. Anne-babaları, çocuklarının akranlarıyla benzer fiziksel
gelişim aşamalarından geçtiklerini gereksinmelerinin de temel de diğer
çocuklarınkiyle aynı olduğu gerçeğini fark etmeleri önemlidir. Yine çocuğun
özrünün yanında normal gelişen özelliklerinin vurgulanması son derece önemlidir.
Anne-babanın çocuğunun olumlu özelliklerini de görebilmeleri onların
çocuklarını tüm yönleriyle kabul etmesine yardımcı olur. Ayrıca kardeşlerinin
de özürlü çocuğu tanımaları ve kabul etmelerine yardımcı olur (Norton, 1976).
Özürlü çocuğun ailesini anlamada ve
ona yardımcı olmada danışman becerileri de çok önemlidir. Danışmanda saygı,
içtenlik, kabul ve empatik anlayışının olması gerekir. Danışman, özürlü çocuğun
anne-babasıyla empati kurarak onların içinde bulundukları durumu anlamaya çalışmalıdır.
Böylece anne-babasının bakış açısından onların dünyasını anlamayı ve bunu
onlara iletebilmeyi sağlayacaktır.
Bovner’e (1986) göre özürlü çocuğa sahip ailelerle
çalışan danışmanların dikkat etmesi gereken noktalar şu şekilde sıralanabilir:
- Danışmaya katılan aile üyeleri savunma ve direnç gösterebilirler. Başarısızlık ya da yetersizlik duyguları nedeniyle eleştirilebileceklerini, suçlanacaklarını düşünebilirler. Ya da çözümsüz olduğunu düşündükleri problemlerini yeniden yaşamaktan korkuyor olabilirler. Bu nedenle daha ilk oturumda destek, sabır ve anlayış gösterilmediği takdirde savunmalar gelişebilir.
- Bu ailelerle danışma ilişkisi uzun sürebilir. Çocuğun okula başlaması, ergenlik dönemi uyum ve davranış problemleri görülmesi gibi kritik durumlarda ailenin psikolojik danışma yardımına gereksinimi olabilir.
- Bazı danışmalarda anne-baba dışında diğer aile üyelerinin de danışma sürecine dahil edilmesi gerekebilir.
- Özürlü çocuğun varlığı eşler arasındaki ilişkiyi etkilemekle kalmaz aynı zamanda kardeşlerde bu durumdan etkilenirler. Ailenin yaşamı çoğu zaman özürlü çocuk üzerinde odaklanır. Bu durumda diğer çocuklarda da davranış ve uyum sorunu ortaya çıkabilir. Böyle durumlarda danışma sürecinin amacı şöyle olmalıdır.
- Aile üyelerinin hem kendileri hem de diğer üyeler için gerçekçi beklentiler oluşturmak.
- Aile üyelerinin kendi kişiliklerini geliştirmede yeterli zaman ve fırsat yaratarak kaynaklarını en iyi düzeyde kullanmalarına yardımcı olmak. Birbirleriyle duygularını paylaşmak ve birbirlerini destekleme ve birbirlerine daha anlayışlı olmayı öğrenmelerine yardımcı olmak.
Özürlü çocukların ailelerine bireysel
danışma ile yardımcı olunabileceği gibi grupla psikolojik danışma ile de
yardımcı olunabilir. Anne-babalar bireysel danışmada dile getirmekte
zorlandıkları duygularını grup ortamında daha rahat ifade edebilirler.
Böyle bir yardım programlanırken
aşağıda sıralanan ilkelerin göz önünde bulundurulmasının gerekli olduğu
belirtilmektedir (Kuzgun, 1988):
- Her şeyden önce yardım götürülecek grubun gereksinimleri, yetenekleri, becerileri ve değerleri çok iyi bilinmelidir.
- Yardım, tek ve bilinen bir sorunun çözümü değil, bireyin gelişimini, onun kendi sorunlarını tek başına çözecek ve çevreye dinamik bir uyum gösterecek biçimde güçlenmesini gerçekleştirmeye yönelik olmalıdır.
- Psikolojik yardım, buna istekli olanlara verilir. Yani psikolojik yardımdan yararlanmada gönüllülük esastır. Ancak bu tür geliştirme yardımlarının bunu henüz talep etmemiş insanların ayağına götürülmesi gerekmektedir. Bu durumda kişileri yardımdan yararlanmaya istekli hale getirmek, çabaların ilk aşamasında gerçekleştirilecek bir amaç sayılmalıdır.
- Yardım, önce küçük, kolay gerçekleştirilebilecek, sınırlı bir konuda yapılmalı, benimsenip desteklendikçe geliştirilmeli ve yaygınlaştırılmalıdır. Bu ilkeler çerçevesinde yapılacak yardım için de bir sosyolog ve bir sosyal hizmetler uzmanının da yer aldığı bir takım çalışması halinde yürütülmelidir.
Yardımlar konferans ve bireysel
görüşmeler yoluyla yapılsa da bu teknikler belli konular için geçerli olup
etkileri sınırlıdır. Grup tartışması, olumlu yönde sürekli ve kalıcı davranış
değişiklikleri sağlamada çok daha etkili yöntemlerdir. Gönüllü katılma ve
kendisini tanımaya güdüleyici olması açısından bu tekniklerin etkileri güçlüdür.
ÖNERİLER
Özürlü çocukların ailelerine
şu öneriler getirilebilir:
- Anne-babaların durumları ve eğitim düzeyleri dikkate alınarak çocuk gelişimi ve eğitimi, engelin önemi, nedenleri, etkisi ve eğitimle olan ilişkisi konularında bilgi verilmelidir.
- Aile, çocuk ve uzman işbirliği içinde çalışılmalıdır.
- Aile toplumdan gelebilecek her türlü olumsuzluğa karşı eğitilirken, kitle iletişim araçlarından da yararlanmak yoluyla çevreye yönelik bir eğitim sağlanmalıdır. Aile eğitimi için radyo ve televizyondan yararlanmak çok uygun olacaktır. Bu programların yetkili ve uzmanlar tarafından hazırlanmasında yarar vardır. Bunun dışında gazete ve dergilerde özürlü çocukların ailelerinin yararlanabileceği yayınlar yapılması büyük yararlar sağlayabilir.
- Ailelere, sorunlarını kendi aralarında tartışmaları ve birbirlerine aktarabilmeleri için uygun ortam hazırlanmalıdır.
- Rehberlik ve araştırma merkezleri, üniversitelerin ilgili fakülteleri ile işbirliği kurulmalı, konferans, panel, forum gibi etkinlikler düzenlenerek anne-baba ve çevre bu konuda bilinçlendirilmelidir. MEB, üniversiteler, ilgili sivil veya resmi kurum ve kuruluşlarında en üst düzeyde aktif katılımı sağlanmalıdır. Kısaca tüm toplum katmanlarının katılımının sağlandığı bir organizasyonla bu çocuklar topluma kazandırılabilir.
- Toplumdaki her kesimin özürlüler konusunda bilinçlendirilmesi gerekir; bu, insan olmamızın ve demokratik yaşamın gereğidir.
- Ülkemizde özürlü çocukların ve ailelerin eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinin günün koşullarına göre karşılanmadığı bir gerçektir. Bu nedenle bir planlama yapılarak teşhis ve sağaltım hizmetlerinin gerçekleştirileceği resmi rehabilitasyon merkezlerinin gereksinimler doğrultusunda çoğaltılmalıdır.
Ayrıca aşağıda sıralanan durumlarda
dikkate alınmalıdır. Öncelikle toplumun özürlüye ve ailesine bakış açısını olumluya çevirecek önlemler alınmalıdır.
Bunun için:
- Özürlüler yasası günün koşullarına paralel olarak yeniden yapılandırılmalıdır.
- Basın-yayın organları toplumu bilinçlendirmek için eğitici programlar hazırlamalıdır.
- Koruyucu aile projesi (tüm engellilerin sosyal güvenlik şemsiyesi altında toplanmasıdır) hayata geçirilmelidir.
- Engelli çocukların tam gün gidebilecekleri bir merkez ve bu merkezde annelerin de kapasiteleri ve eğilimleri doğrultusunda iş edinmelerine olanak tanınması bir alternatif olarak görülmelidir.
- İstihdam edilemeyen veya çalışamayacak durumda olan özürlülere asgari ücret düzeyinde bir sosyal yardım verilmesi gereklidir.
- Eğitilen engellilerin ekonomik hayata kazandırılması için koruma altındaki iş ve üretim yerlerinin çoğaltılması düşünülmelidir.
Görüldüğü gibi ülkemizde engelli çocuk
ve ailelerinin eğitim, rehberlik ve rehabilitasyonu sorunu tüm toplumu yakından
ilgilendiren bir konuma gelmiştir. Özel eğitime gereksinimi olan çocuklara
yönelik sağlık, eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinin temel hedefi onların
toplumda mümkün olduğu kadar bağımsız yaşayabilmelerini kendi kendilerine yeter
duruma gelebilmelerini sağlamaktır. Bu amaca ulaşmada en önemli nokta ise
yetersizlikten etkilenmiş bireylerin zihinsel, fiziksel, sosyal ve kişisel
gizil güçlerini keşfedip geliştirmede toplumun diğer bireyleriyle eşit fırsat
ve haklara sahip olduklarının kabul edilmesidir. Bu bağlamda engelli çocuk ve
ailelerinin eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve
eğitilen engelli çocukların ekonomik toplumsal hayata kazandırılması bir
zorunluluk haline geldiği söylenebilir.
Yrd.Doç.Dr.
İskender ÖZGÖR
Yorumlar
Yorum Gönder